GÖRÜŞ | Patronların raporu: Türkiye'nin değil 'TÜSİAD'ın geleceğinin inşası'

Erdoğan iktidarının sonunu ima eden her gelişmeden heyecanlananlar için TÜSİAD raporu son günlerin gözde başlığı oldu. Peki patronlar 'Geleceğin İnşası' başlığını attıkları raporda ne anlatıyor?

Oğuz Oyan

Dayanışma Forumu'nun 3. sayısı için "Sermaye ve AKP" konusu üzerinde bir söyleşiyi tamamladığım 19 Ekim Salı günü, ortalık TÜSİAD raporuyla çalkalandı. Söyleşimizde bana yöneltilen sorular arasında özel olarak TÜSİAD sorusu da vardı. Ama zaten Türkiye'de "sermaye" TÜSİAD'sız yazılabilir miydi?

TÜSİAD 2021'de 50. kuruluş yılını da kutluyor. Bu 50 yılın ilk 10 yılında "iktidarlar düşüren" TÜSİAD, iktidarın siyasi İslamcı harekete geçtiği son 19 yılda dilsiz maymunu oynuyor. Zaman zaman çıkışlar yapmadı değil, ama hepsi hayli ürkek ve devamı gelmeyen saman alevleri gibiydi. Şimdiki ne ölçüde farklı?

Şimdikinin temel farkı şurada: AKP döneminin sonuna gelindiğinin bütün işaretleri alınıyor. AKP, iktidarı suhuletle teslim etmeme konusunda bazı hazırlıklar içindeymiş gibi gözükse de böyle. Çünkü 19 yıldır ilk kez AKP'nin karşısında iktidara gelme potansiyeli olan bir siyasi seçenek oluşmuş durumda. Son aylarda halkın öfkesinin artık durdurulamaz düzeylere gelmesi de muhalif ittifakın oy tabanını hızla genişletiyor. TÜSİAD'ın bu durumdan vazife çıkarmaması herhalde düşünülemezdi.

Sermaye sınıfı, doğası gereği fırsatçıdır ve çıkar odaklıdır. Buradaki fırsatlar ve çıkarlar nerededir?

Birincisi, TÜSİAD, siyasi İslamcı iktidarın zayıfladığı ve gidici olduğu bir konjonktürde, belirli bir eleştirel konumu benimseyerek hem iktidarla şimdiye kadar sürdürdüğü sıkıfıkı bağlarının yükünden bir ölçüde kurtulmayı amaçlamakta, hem de yeni iktidar seçeneğine göz kırpmaktadır. Geçmiş günahlarından arınamasa da, yeni dönemin de makbul muhatabı olmayı sürdürmek istemektedir.

İkincisi, "göz kırpma"nın ötesine geçerek, iktidara talip olan siyasi seçeneğe kendi gelecek projesi üzerinden belirli bir ayar vermeyi de ihmal etmek istememektedir. Aslında şu zamana kadar oluşan Millet İttifakı artı AKP türevi iki partiden oluşan cephe, bugün gelinen toplu durumda, TÜSİAD'ın beklentilerini karşılamaktadır. Bu cephenin IMF güdümlü bir neoliberal programa sadakati, AKP'nin aşınan ve yalpalayan sadakatinden daha güvenli gözükmektedir. Yeni oluşan siyasi seçenek, neoliberal eksenli bir merkez sağ seçenektir. TÜSİAD, yeni iktidar seçeneğine "ortak programınız işte bu olmalı" mesajını güçlü bir biçimde vererek, son ayarları yapmaya çalışmaktadır.

Üçüncüsü, TÜSİAD toplumda yükselen tepki dalgasını kontrolü altında tutmak, bu tepkiyi yumuşatarak kendi arkasına almak istemekte; her durumda bu tepkilerin kontrolünü tamamen Millet İttifakına bırakmak istememektedir. Başka bir açıdan da, TÜSİAD halkın tepkilerinin siyasi iktidardan kendisine yani sermayeye yönelmesi gibi bir olasılığı baştan defetmek ister. Halkın, sermayenin iktidarı ile sermayenin kendisi arasındaki bağlantıları görebilecek bir bilgi/bilinç seviyesine gelmemiş olmasının rahatlığıyla hareket eder. Şimdiye kadar AKP lehine olan tek fark, emek üzerine kurduğu faşist baskılardı; bunun yeni iktidar döneminde aynen korunması düşünülemez. Ama zaten TÜSİAD'da temsil edilen büyük sermaye de burada kısmi bir gevşemenin zamanı geldiğine ikna olmuş olabilir. Nasıl olsa, yeni iktidarın yüzünün sermayeden emeğe dönme olasılığı baştan itibaren devre dışıdır. Dolayısıyla, iktidarın fazla uzun sopalı olmasına şimdilik gerek kalmamıştır. Zaten AKP düzeni giderek sürdürülebilir olmaktan çıkmıştır.

Dördüncüsü, TÜSİAD bu raporuyla diğer sermaye gruplarına da mesaj vermek ve gelecek benden sorulur demek istemektedir. Bunu, AKP döneminde gücü artan TOBB ve MÜSİAD gibi sermaye örgütlenmelerine karşı bir çıkış olarak da görmek mümkündür. Örneğin TCMB'nın politika faizini 2 puan indirerek tüm beklentilerin ötesine geçen iktidarın, burada esas olarak TOBB ve MÜSİAD ile birlikte ama TÜSİAD ile farklı çizgide konumlandığı söylenebilir. İktidarın 21 Ekim'deki faiz darbesinin TÜSİAD'un 19 Ekim'de açıklanan havalı raporuna da bir yanıt olmadığını kim söyleyebilir?

TÜSİAD programının çerçevesi

"Yeni bir anlayışla Geleceği İnşa; İnsan, Bilim, Kurumlar" başlığını taşıyan bu TÜSİAD raporunun çizdiği çerçeve tam olarak nedir? Rapor, refahın günümüzde maddi olmayan kaynaklarca belirlendiğini; gelişmiş ülkelerde kalkınmanın olmazsa olmaz üç temel unsurunu “insani gelişme ve yetkinleşme”, “bilim, teknoloji ve inovasyon” ile “siyasal, ekonomik, toplumsal kurum ve kurallar”ın oluşturduğunu ve bunlarda sağlanacak gelişmeyle geleceğin inşa edilebileceğini saptayarak başlıyor.

Bu üç unsur bakımından yerinde saymanın veya gelişmenin Türkiye'de kişi başına gelir artışında nasıl bir etki yapacağının ikili bir senaryo üzerinden çalışılması da ihmal edilmemiş. Kişi başına GSYH’nın başlangıç değerinin 9.000 dolar olarak alındığı analize göre, "şu andaki eğilimlerin aynı kalması (üretimdeki sermaye yapısında, kurumsal yapı ve beşeri sermaye yapısında, ihracattaki orta ve yüksek teknolojili ürünlerin oranında değişme olmaması) durumunda 20 yıl sonra kişi başı GSYH 14.000 dolar (2010 sabit dolar değeri) oluyor. İnsani gelişme ve yetkinleşmede, bilim, teknoloji ve inovasyonda, kurumlar ve kurallarda ilerlemenin katkısı ile 20 yıllık bir zaman dilimi içinde kişi başı gelirimiz yaklaşık 30.000 dolara çıkıyor".

Şimdi ister istemez spekülatif karakterdeki bu gelecek projeksiyonunu bir yana bırakıp, TÜSİAD'ın benzer unsurlar bakımından 2000-2020 dönemine nasıl baktığını görelim. Ona göre "kurumsal yapının güçlendirildiği dönem", 2000-2008 dönemidir. "Kurumsal yapıdaki iyileşmelerin korunduğu dönem" olarak alınan dönem ise, 2009-2013 dönemidir. Nihayet 2013/2015 sonrasındaki dönem, "kurumsal yapının gerileme işaretleri gösterdiği dönem"dir.

Şimdi hatırlatalım: 2000-2008 dönemi, IMF programının geçerli olduğu dönemdir. Aslında bu dönem, 1998'de IMF ile yapılan Yakın İzleme düzenlemesinden itibaren de alınabilir. Durgunluk/koruma dönemi ise, IMF olmadan IMF programının uygulandığı dönemdir. Bunu 2015'e kadar götürmek de mümkündür ki TÜSİAD'ın grafiği de bunu ima ediyor. Bu, Ali Babacan ile Mehmet Şimşek'in hâlâ ekonominin yönetiminde olduğu dönemdir. 2015 sonrası ise, AKP'nin biraz başınabuyruk davrandığı, saplantılı bir faiz-enflasyon ilişkisi kurduğu, TCMB ve denetleyici/düzenleyici kurumlara sık sık müdahale ettiği dönemdir.

Böyle bir dönemlendirmeye kim itiraz edebilir? Babacan'ın veya Davutoğlu'nun partisi mi? Kemal Derviş çizgisini hiç terketmeyen CHP mi? Vergilemede köhnemiş ve yanlışlanmış bir "arz yönlü iktisat" politikasına (Özal ve Temizel gibi) bağlı kalıp sermayenin dolaysız vergi oranlarını indirmeyi yenilikçi politika sanan İYİP mi? Aslında TÜSİAD, daha ziyade 2015 sonrasındaki dönemdeki uygulamalara karşı eleştireldir. Öncesiyle bir sorunu yoktur. Esasen iktidar-TÜSİAD ilişkileri, yukarıdaki üçlü dönemlendirmenin ilkinde tam uyumu yansıtır; ikincisinde uyumda bozulmalar başlamıştır ama büyük sermayenin genel şikayetine yol açacak kadar değil. (Akademik özgürlükler endeksindeki gerilemenin ise ilk dönemden sonra başladığı tespit edilmektedir). Üçüncü dönem ise, yukarıda sayılan nedenlere ilaveten iktidarın kendine yakın sermaye gruplarına - ki bunların çoğu da TÜSİAD üyesidir- daha pervasız bir biçimde rant aktardığı bir dönemdir.

Tekrar TÜSİAD'ın üç unsuruna dönersek, bunlarda "eşanlı ve eşgüdümlü adımlar atılarak dört hedefe varılabileceği" ileri sürülmektedir. Bu dört hedef şunlardır: -Gelişmiş bir Türkiye; -Saygın bir Türkiye; - Adil bir Türkiye; -Çevreci bir Türkiye.

Bunlardan birincisi, makroekonomik dengelere ve istihdam yaratabilen bir büyümeye sahip, kişi başına gelirlerin sürekli yükseltilebildiği bir ekonomiyi hedeflemektedir. Burada 1960-2020 grafiği verildiğinde, Türkiye'de kişi başına gelirin 2013'te yüksek bir noktaya taşınması başarı, sonrası ise başarısızlık olarak tanımlanmaktadır. AKP döneminde 2013'e kadar ivmenin yukarı doğru olmasının arka planı ise açıklanmamaktadır. Oysa, 2009 hariç, TL'nin aşırı değerli tutulduğu 2002-2013 döneminde dolar temelindeki GSYH aşırı şişirilmiştir; GSYH verilerinde yapılan yukarı yönlü düzeltme de bunda pay sahibidir. Son yıllarda TL'nin değer yitirmesi ise, bu defa tam tersine, TL cinsinden sabit fiyatlarla büyüme olan yıllarda bile dolar cinsinden geriye gidişlere yol açabilmektedir. Demek ki, tek neden veya asıl neden, 2013/2015 sonrasındaki TÜSİAD'ın "kurumsuzlaştırma" dediği etkenler değildir.

TÜSİAD'ın makroekonomik istikrar çerçevesinde önerdiği "dış ticaret açığı kapatılmalı" hedefi ise önemli sayılabilir. Bunun için teknoloji ve inovasyon geliştirilerek ithal girdilere ve yatırım mallarına bağımlılığın azaltılması, ihracatta yüksek teknoloji ürünlere ve tüm sektörlerde verimlilik artışına yol açılması, KOBİ dönüşümünün sağlanması iyi güzel de bunların hangi tür ekonomi-maliye politikaları ve planlama perspektifine oturtulacağı belirsiz. Sahi DPT kapatılırken TÜSİAD'dan herhangi bir eleştiri duyan oldu mu?

"Saygın bir Türkiye" hedefi ise, "uluslararası alanda diplomasi ve işbirliğiyle rol model olan AB entegrasyonu başta olmak üzere Batı dünyası ile ilişkilerini güçlendiren, uluslararası hukuka ve sözleşmelere bağlı" bir ülkeyi tarif etmektedir. Bu hedefler, Türkiye'yi Batı dünyası ile kurduğu ilişkiler demeti dışına çıkmamaya davet eden, AB ve ABD ile ilişkilerin geliştirilmesini öneren, NATO gibi saldırgan askeri ittifaklara sadakatini ima eden, "Ortadoğu, Afrika, Orta Asya'da etkili ve saygın bir güç olma potansiyeli yüksek" Türkiye'nin bu bağlarını güçlendirmesini tavsiye eden bir 'saygınlık çerçevesi' çizmektedir. Emperyalizmin gölgesinde ve yörüngesinde saygınlık arayan bu proje, Türkiye halkının gerçek çıkarları açısından tam tersini ifade etmektedir.

Adil bir Türkiye, "gelir adaletini tesis eden, bölgesel farklılıkları gideren, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayan, din, dil, mezhep, ırk, köken ayrımı olmadan herkesin eşit ve özgür yaşadığı, toplumda hiçbir kesimi kalkınma sürecinde geride bırakmayan" bir Türkiye olarak tanımlanmaktadır. Güzel sözler hepsi. Peki ama, özellikle AKP döneminde gelir ve servet bölüşümünün sürekli sermaye lehine bozulmasını ne yapacağız? Bu bozulmayı düzeltebilmek için sermaye gelirleri üniter yapıda daha dik artan oranlı bir gelir vergisi tarifesi içine alınabilecek mi, sisteme ciddi ve sürekli bir servet vergisi getirilebilecek mi, kentsel rantlara kamu adına el konulabilecek mi?

Peki laiklik, TÜSİAD başkanı Kaslowski'nin basın açıklamasında tanımladığı gibi, sadece din ve vicdan özgürlüğünün güvencesinden mi ibaret? Din ve devlet işleri ayırımına ne oldu? Niçin bunu yüksek sesle söylemeye cesaretiniz yok? Peki kamu alanları dışında, eğitim ve yargı dışında, toplumdaki, işyerlerindeki , günlük yaşamdaki dincileştirme faaliyetleri ne olacak? Din istismarı üzerinden emek sömürüsünü nereye koyacağız?

Adil bir Türkiye, sendikal örgütlenmenin önüne set çekilerek mi sağlanacak? Öyle basın toplantısında 'eksik kalmasın' diye sendikal haklar lafını etmekle geçmiş ve güncel günahlarınızdan arınabileceğinizi kim söylüyor? 'Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz'. Hele de 12 Eylül dönemine ve 2010 Anayasa değişikliklerine övgüler düzen bir TÜSİAD ile emekçilerin aynı hatta yürümesi mümkün olabilir mi?

Çevreci bir Türkiye hedefi güzel de, şimdiye kadar neredeydiniz? Bundan sonra samimi olacağınıza nasıl güveneceğiz? Çevreyi en çok kirletenlerin, akarsuları, gölleri, denizleri kimyasal madde çukurlarına dönüştürenlerin, atmosferi solunamaz duruma getirenlerin, ormanları madenlere feda edenlerin bundan sonra insan ve çevre haklarına saygılı olacağını, olmazlarsa kendi örgütleri olan TÜSİAD'ın bile tepelerine çökeceğini söyleyebiliyor musunuz?

Sonuç: Sermayeden demokrasi çıkmaz

2015 sonrasında ekonomik çalkantılar, göstergelerdeki oynaklıklar büyümüş, hukuk güvenliği aşınmış, yabancı sermaye girişleri ve büyük sermayenin dış ortaklıkları tavsamıştır; TÜSİAD'ın ekonomi yönetiminde muhatap kabul edebileceği simalar elenmiş, Saray merkezli kararlar fazlasıyla belirleyici olmuştur; özetle ekonomik politikaların öngörülebilirliği zayıflamış, TÜSİAD çevrelerinin gidişata tam hâkim olamadığı bir konjonktüre girilmiştir.

TÜSİAD içinden bu dönemde homurtular artmıştır ama bunları yüksek sese dönüştürme cesareti gösterilememiştir. O kadar ki, içlerinden iki üyeye yönelik simgesel saldırılara karşı tam suskunluk hali egemen olmuştur. Aydın Doğan'a 10 yıl öncesinden gelen vergi saldırısı, yakın zamanda ise onun bütün medya grubunun iktidarın fonlamasıyla bir başka yandaş gruba aktarılmasına TÜSİAD sessiz kalmıştır. Daha ağır bir saldırı, Gezi'yi kriminalize ederek sorumluluğunu mesnetsiz suçlamalarla Osman Kavala' ya yüklemek olmuş, Kavala 4 yıldır özgürlüğünden mahrum bırakılmış, dünya ayağa kalkmış ama TÜSİAD yönetimi kendi üyesi lehine tek bir çağrı bile yapmamıştır. Son raporlarında hukuka ve adalete gönderme yaparak durumu kurtardıklarını düşünüyor olabilirler ama bu boşa bir avuntudur.

TÜSİAD bu raporuyla, geleceğin Türkiye'si inşa edilirken bunun kendi varoluş ve gelişme koşullarını bütünleyen bir çerçevede olmasını güvenceye almak ve ülkenin bugününde ve geleceğinde daha fazla söz sahibi olmayı istemektedir. Türkiye'nin değil TÜSİAD'ın geleceğini inşa etmek istemektedir.

Ama meydan boş değildir. Emek kesiminin farklı bir gelecek projesi vardır. Emeğin gelecek projesi, TÜSİAD'ın ve sermayenin diğer örgütlerinin gelecek projelerinin yoldan ayıklanmasıyla ilerleyecektir.