GÖRÜŞ | Kadınlar için cumhuriyet ve laiklik mücadelesi

'Bu dönemde, Cumhuriyet aydınlanmasının ve toplumsal gelişimin eksik kaldığı noktalara vurgu yapılırken, bu birikimin ve kazanımların neredeyse toptan reddedildiğine şahit olduk.'

Fatma Pınar Arslan

Eşit yurttaşlık talebi ve laiklik 19. Yüzyıl’dan itibaren kadın mücadelesinin en önemli başlıklarından biriydi. Ve hem dünyada hem de Türkiye’de bu alanlarda çok önemli kazanımlar elde edildi. Kadınların eşit oy hakkı mücadelesi, daha iyi koşullarda çalışma ve eğitim alma mücadelesi, aslında toplumsal hayatta erkeklerle eşit yer alma mücadelesinin birer parçasıydı. Bu mücadeleler, burjuva devletlerini bir takım ilerlemeleri gerçekleştirmek zorunda bıraktı.

20. yüzyılda reel sosyalizmin deneyimleri ve dünyadaki prestiji, kadın mücadelesinin sınırlarını genişletti. Biçimsel gelişmelerin, devlet yönetimi ve hukuk alanındaki değişikliklerin ötesinde, toplumsal alanın dönüştürülmesi konusunda önemli adımlar atıldı.

Ancak, 20. yüzyılın sonunda yaşanan liberal gericilik dönemi, kadın mücadelesi açısından belki 50 yıl, belki 100 yıl önce kazanılan konuları tekrar tartışmalı hale getirdi. Kısa ve net bir şekilde söylemek gerekirse, liberal ideoloji ile desteklenen dinci gericilik, bizi neredeyse 100 yıl geriye götürdü.

Oysa Cumhuriyet ve burjuva devrimleri hem dünyada hem de Türkiye’de kadınlara çok fazla şey kazandırmıştı. Cumhuriyet kurulmadan önce, Osmanlı kentli aydınının gözünde kadınların toplumsal hayattaki yeri, özlenen toplumsal değişim için önemli bir mücadele başlığı idi. Kendini romanlarda, sanat eserlerinde gösteren bu değişim isteği, kadının olmadığı bir toplumsal gelişimin işe yaramayacağı fikri üzerine kuruluydu. Kadınlar hareket etmeye başlamışlardı. Osmanlı’nın son yılları, kültürel alanda olduğu kadar siyaset alanında da kadınların yavaş yavaş öne çıkmasına şahitlik etti.

Cumhuriyet devrimi, her alanda olduğu gibi bu alanda da köklü değişimler gerçekleştirdi. Türkiye’de modernleşme, burjuva ulus devleti eliyle yürütülen bir süreçti ve dinin toplumsal yaşamı belirlemesinin önüne geçilmesi sürecinde, kadının toplumsal yaşamdaki yeri, önemli bir simge haline geldi. Cumhuriyet kendisini, her mesleği yapabilen ve her alanda görünür olan kadınlar imgesi ile özdeşleştirdi. Bu imge, yeni kurulan Cumhuriyet’in, Cumhuriyet ideolojisinin, kültürünün en önde gelen unsurlarındandı. Unutmayalım ki, bu birikim, bizler açısından çok önemli bir başlangıç noktasını oluşturuyor.

Eşit yurttaşlık, Cumhuriyet’in kadına kazandırdığı önemli bir haktı. Modern Türkiye’de Cumhuriyet’in yurttaşlık tanımı, kadına hukuk karşısında eşitlik tanıdı ve bunun toplumsal yansımaları da elbette oldu. Medeni Kanun’un düzenlenmesi sayesinde, kadın ilk kez aile yaşamında haklara sahip oldu. Örneğin, boşanmak, kadınlara bir hak olarak tanımlandı. Elbette kanun düzenlemeleri toplumu tek başına dönüştürmeye yetmez, ancak bu düzenlemeler, üstüne basabileceğimiz bir zemin yarattı.

Cumhuriyet modernleşmesinin sınırları

Diğer yandan, modernleşmenin kadına sağladığı ilerleme ve toplumda verdiği rol, iki açıdan sınırlı kaldı. Birincisi sınırlama sınıfsaldı. Gerçek anlamda bir ilerleme sağlanması için, toplumu oluşturan milyonların üretim süreçlerine katılımlarında, bunun karşılığında elde ettikleri yaşam koşullarında ve sahip oldukları kendini gerçekleştirme imkanlarında köklü bir değişiklik olması gerekirdi. Ancak Cumhuriyet, burjuvazinin kadınları ve kentli çalışan kadınlara daha fazla etki eden, diğer yandan kent merkezlerinden uzaklaşıldıkça ve maddi gelir ve yaşam koşulları kötüleştikçe şiddeti ve etkisi de azalan bir dönüşüm sundu. Maddi koşulları değişmeyen ya da sınırlı olarak değişen insanların düşünceleri de ancak sınırlı olarak değişebilirdi. Kadının toplumdaki yerinin sağlamlaştırılması ve kadınla erkek arasında gerçek bir eşitlik sağlanması için gerekli süreç Cumhuriyet burjuvazisi tarafından zaten öngörülmemişti ve gerçekleştirilmedi.

İkincisi, Cumhuriyet modernleşmesi toplumsal cinsiyet rolleri üzerine pek bir şey söylemiyordu. Kadının toplumsal hayata katılımı, cinsiyetsiz bir şekilde gerçekleşmişti. Kadın, hep bir yüceltici sıfatla anılıyordu: Yoldaş, kardeş, öğretmen vs. Aslında Cumhuriyet modernleşmesi, kalkınmanın ihtiyacı olan iki şeyi yapmak için, hem işgücünü sayısal anlamda arttırmak hem de toplumsal bir itki yaratmak için kadını göreve çağırdı. Ancak ilerlemenin sınırlarını da çizdi. Kadının aile kurumunun temel yapı taşı olması konusunda farklı bir anlayışı desteklemedi.

Bu eğilimin dışında kalan tek gelişim döneminin, reel sosyalizm deneyiminin tüm dünyada prestijini arttırdığı ve sol siyasetin, sınıf siyasetinin yükseldiği dönemlerde gerçekleşmesi tesadüf değil. İşçi sınıfı siyasetinin yükseldiği yıllarda, Türkiye’de de kadının toplumsal yerine dair giderek daha kapsamlı eleştiriler ortaya çıktı; kadınların siyaset alanında, işyerlerinde, kent merkezlerinde gerçek öncüler hale gelmesinin önü açıldı.

Ancak, bu dönem ne yazık ki uzun süremedi. 20. yüzyılın sonunda açılan gericilik dönemi, kadın mücadelesinin sol siyasetten uzaklaşmasının ve liberal ideolojilerin etkisi altında, aynı gericilikten etkilenmesinin de başlangıcı oldu. Toplum bir bütün olarak gerici ideolojinin etkisi altına girerken, bu alanda da gerileme yaşanması kaçınılmazdı.

Gericileşme derken neyi kastediyoruz? Cumhuriyetin ve modernleşmenin kazanımlarının önemsizleştirilmesini. Bu dönemde, Cumhuriyet aydınlanmasının ve toplumsal gelişimin eksik kaldığı noktalara vurgu yapılırken, bu birikimin ve kazanımların neredeyse toptan reddedildiğine şahit olduk. Sonuç, dinci gerici ideolojinin Cumhuriyet’le hesaplaşmasında, kadınların aleyhine çıkan sonuçların önüne geçilememesi oldu.

Liberal ideoloji, bu dönemde dinci gericiliğin payandası oldu. Kadının toplumsal alanda görünür olmasından rahatsız olan dinci gericiliğin “mahrem” kavramı, özel alan gibi kavramlarla kadın hareketlerinin gündemine sokuldu. Cumhuriyet aydınlanmasının kadını toplumsal hayata sokmak konusundaki başarısına saldırının payandası, “bireysel özgürlükler” lafzıyla liberal ideoloji oldu. Oysa dinci gericilik, toplumu bir bütün olarak değiştirmeyi planlıyordu ve planlarında son derece sinsiydi. Kadınların “bireysel özgürlüğü” diye pazarlanan şey, evinden çıkamayan, çıkarsa şiddeti, tacizi göze almak zorunda kalan kadınlar oldu.

Sonuçta, bizi neredeyse 100 yıl geriye götüren bir toplumsal dönüşüm adım adım uygulandı. AKP döneminde, toplumsal hayatta dinin etkisi arttıkça, kadına yönelik şiddeti meşrulaştıran söylemler arttı; kadınların aile içinde erkeğe tabi olduğu yönündeki söylemler normalleşti. Hukuk alanında korunan kazanımlar anlamsız hale geldi; boşanmak isteyen, kendi hayatını kurmak isteyen kadınlar, AKP’li siyasetin cesaretlendirdiği şiddetin hedefi haline geldi. Hukuk alanında, haklar alanında da ayağımızı bastığımızı belirttiğim zemin, yavaş yavaş elimizden alındı. Örneğin, imam nikahı tekrar resmi olarak gündeme getirildi. Bugün, bu zemini kaybetmiş olmanın sancılarını yaşıyoruz. Ancak, bu sancının içinden, bu durumu kabul etmeyen milyonların tepkisi ve mücadelesi büyüyor.

Kadın sorunu demek, emekçi sorunu demek

Şimdi yepyeni bir dönemin içindeyiz. Bir yandan yüz yıl önce gündeme gelmiş bazı hakları kaybetmeme çabasındayken, bir yandan da dinci gericiliğe yönelen nefretin yükselişine tanık oluyoruz. AKP’de cisimleşen dinci gericilik ve liberalizm, kadınların son yıllarda kaybettiği her şeyin sorumlusu olarak öne çıkıyor ve bu nefretin hedefi haline geliyor. Liberalizmin dinci gericiliğin yükselişine verdiği destek, hâlâ herkesin aklında. Liberalizmin bu alandaki meşruiyet kaybı, sosyalist mücadeleye büyük olanaklar sunuyor.

Geçtiğimiz yüzyılın reel sosyalizm deneyiminden sonra ilk kez, hatta diyebiliriz ki ülkemizde de bu kadar büyük kapsamda ilk kez, emekçi halkın ortak gündemleri ile kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinin gündemlerinin birbirine bu kadar yakın olduğunu deneyimliyoruz.

Türkiye siyasetinde emekçi gündemine odaklı, laiklik ve eşit yurttaşlık söylemlerini öne çıkaran bir kadın mücadelesine ihtiyaç ve böyle bir mücadelenin meşruiyet alanı giderek büyüyor. Bir yandan, bu alanda liberal söylemler giderek gerçeklikten kopuk, adeta meczup bir hale geliyor. AKP rejiminin gerçekleri karşısında, hem emeğe saldırının, yoksulluğun hem de günlük yaşamı çekilmez kılan her türlü zorluğun, kısıtlamanın, hükümetten gelen her türlü baskının karşısında, anlamını kaybeden liberal söylemler giderek daha fazla tepki görüyor.

Türkiye’de kadınlar artık giderek farkına varıyorlar ki, AKP’li 20 yılın sonunda karşımızda şu gerçeklik var: yurttaşlık hakları ve laiklik mücadelesi, günlük yaşamımızı devam ettirebilmemizin temel gerekliliğidir. Bu gerekliliğin farkına varmak, varanları örgütlemek, bu gericilik döneminin sonunu getirecek bir mücadele ortaya çıkaracaktır. Cumhuriyet’in bize kazandırdıklarının ve dinci gericiliğin kaybettirdiklerinin hesabını sorarken, daha fazlasını istediğimizi de unutmayacağız.

Eşit ve özgür bir ülkenin, emeğin sömürülmediği bir ülkenin, hayatın her alanında var olan kadınları olmayı istiyoruz. Gerçek bir toplumsal dönüşümün önde gelen parçası olmak, hak ettiğimiz ülkenin kurucuları olmak istiyoruz. Tavizsiz bir laiklik ve eşit yurttaşlık mücadelesi ile emeğimizin sömürülmemesi için verdiğimiz mücadele ile, hak ettiğimiz ülkeyi kuracağız. Bizden aldıklarını geri almakla kalmayıp, daha iyisini biz kuracağız.