1994’teki mücadelenin ruhunu taşıyan masadan kalkmış işçilerin, sadece masaya geri dönmeleri değil, mücadeleye de hazır olmaları gerekiyor.
Umur Yazman
Cuma günü öğleden sonra Almanya'daki haber ajansları, Volkswagen şirketi temsilcileriyle IG Metall sendikasının işyeri temsilcileri arasında sürdürülen ve kısa uyku araları dışında yaklaşık 70 saat süren son toplu sözleşme görüşmelerinde uzlaşmaya varıldığını duyurdular.
Halbuki daha iki gün önce, perşembe günü sendikanın verdiği bilgiye göre işveren temsilcilerinin bazı başlıklarda ayak diretmeleri nedeniyle görüşmelerin kısmen tıkandığı açıklanmıştı.
Anlaşma haberi duyulur duyulmaz, henüz her iki taraf da uzlaşmayı resmen onaylamadan önce, “uzlaşma”dan hangi tarafın kazançlı çıktığı borsadan gelen bir haberle belli oldu. Buna göre “borsa uzlaşmayla rahatlamış” ve VW hisseleri, Almanya'nın en önemli borsa endeksi DAX'ta yaklaşık yüzde 2,4 artışla zirveye yerleşmişti.
Gelen haberlere göre, varılan uzlaşma sonucu, daha önce birçok fabrikanın kapatılacağı duyurulmuşken, sadece Osnabrück’teki fabrikasının satılması kararlaştırılmıştı.
Ayrıca bu uzlaşmayla, planlanan tasarruf hedefine de ulaşılacaktı. Açıklamalara göre 4 milyar avro tasarruf edilmesi planlanıyordu.
Halbuki Volkswagen şirketi, sadece 6 ay önce, Haziran ayında hissedarlarına 2023 mali yılı için toplam 4,5 milyar avro tutarında temettü dağıttı. Şirket bu yıl da, araba satışlarının ve kârlılığın düşmesine rağmen sermayedarları memnun edecek şekilde temettü dağıtımına devam edeceğini de geçtiğimiz günlerde açıklamıştı.
Borsa endeksindeki son yükseliş de bu durumun bir sonucuydu, kapitalizmin neden olduğu sorunlar, işçilerin sırtına yüklenirken, işçilerin yarattığı zenginlik sermaye arasında dağıtılıyordu.
Fabrika sessiz, şehir sessiz, işçi yalnız
Almanya’da iki ay sonra yapılacak genel seçimler kapıdayken, on binlerce işçiyi hemen işsiz bırakacak bir adımın, hem de şirketin fabrikalarının bulunduğu Aşağı Saksonya eyaletinin Volkswagen'in en büyük hissedarlardan biri olduğu koşullarda, atılması gerçekçi değildi.
Hedeflenen aslında, işçilerin kazanılmış hakları üzerinden elde edilecek birkaç milyar avroluk tasarruftan çok, işçileri ve kamuoyunu seçimlerden sonra uygulanacağı sermaye çevreleri tarafından duyurulan büyük sosyal saldırının Volkswagen ayağına alıştırmaktı. Tabii bir de işçilerin verecekleri tepkileri ölçmek, önümüzdeki dönem atılacak adımlar için önemliydi.
Cuma günü akşam saatlerinde beklenen haber geldi. Volkswagen yönetimiyle sendika temsilcileri arasındaki uzlaşma, anlaşmayla sonuçlanmış ve yetkili kurumlar tarafından onaylanmıştı.
Sendika ve sermaye el ele işçilerle alay ediyorlar
Şirketle sendika temsilcilerinin verdikleri bilgiye göre 2030 yılına kadar Volkswagen fabrikalarından 35 binden fazla işçi çıkarılacak. Şirketin açıklamasına göre işten çıkarmalar “toplumsal olarak kabul edilebilir bir şekilde” yapılacak.
IG Metall temsilcileriyse müzakerelerin sona ermesini bir ''başarı'' olarak değerlendiriyorlar. Sendikaya göre, anlaşmayla fabrikaların kapatılması ve işten çıkarmalar büyük ölçüde önledi. Ayrıca iş güvencesi 2030 yılına kadar uzatılacak. Bunun karşılığında çalışanlar doğrudan ücret artışlarından vazgeçecek ve ikramiyeler azaltılacak.
Sendikaya göre işten atılacak 35 binden fazla işçi, geri kalan işyerlerinin korunması karşılığında ödenmesi gereken acı ama zorunlu bir bedel.
Sermaye somut olarak bir şey vermeden, pazarlık için öne sürdüğü taleplerin bir kısmından vazgeçerken, işçilerin hem ücretleri düşürüldü hem de tam tersi söylenmesine rağmen işten çıkarmalar meşrulaştırıldı.
Son uzlaşmayla görüldü ki, sendikalar günü kurtarmak için sermayeyle kavgasız gürültüsüz uzlaşmaya çalışırken, sendikaya “üye” olanlar da dahil, ezici çoğunluğu “örgütsüz” olan işçilerse bir bekleyiş içindeler.
Bu koşullarda işçilerin bu anlaşmayla büyük bir hayal kırıklığına uğrayacakları belliyken, nasıl bir tavır takınacakları henüz belirsiz.
Yine de geçtiğimiz günlerde Volkswagen’in Hannover fabrikalarında çalışan işçilerle yaptığımız sohbet, bu konuda bir fikir veriyor.
Hannover'de bir tek Volkswagen patronu konuşuyor
Geçtiğimiz hafta sonu Hannover’in kahvehanelerinde, Volkswagen iş güvencesi anlaşmasının feshiyle ilgili olarak taraflar arasında görüşmeler sürerken, göçmen işçilerle sohbet ettik.
Hannover’deki fabrikada 14 binden fazla Volkswagen işçisi çalışıyor. Özellikle Türk işçilerin yoğunlukta olduğu bu mekânlarda, fabrikadaki sessizliğin ne kadar derin olduğunu hissetmek mümkün. Konu dışarıda büyük tartışmalara yol açmışken, içeride neredeyse hiç konuşulmuyor.
Görüşmelerimiz sırasında, farklı hikâyelerle aynı tablo ortaya çıktı: Sessizlik, belirsizlik ve örgütsüzlük.
Emekli işçi "Yalçın" ile yaptığımız sohbette, 1994’te kazanılan hakların nasıl bir mücadeleyle alındığını anlattı. “O zaman herkes bir aradaydı, sendika da vardı, biz de vardık” dedi. Ancak bugüne dair sorular yönelttiğimde, “Ama artık kimse konuşmuyor” demekten başka bir şey söylemedi.
Bugün hâlâ fabrikada çalışan ve çıraklık eğitimini bile orada almış olan 20 yıllık işçi "Erdem" ise durumun ciddiyetini başka bir açıdan gözler önüne serdi: “İşten çıkarılacaklar kim, bilmiyoruz. Fabrikada bu konuda hiçbir duyuru yapılmadı. Zaten kimse bir şey konuşmuyor.”
Fabrikada yaşanan bu iletişimsizlik, işçilerin kendi aralarındaki örgütsüzlük ve çekingenlikle birleşince, belirsizlik iyice derinleşiyor.
Kahvehanelerde konuştuğumuz diğer işçiler de benzer ifadeler kullandı. Kimi, sendikanın etkisizliğinden şikâyet etti, kimiyse işten çıkarılma korkusuyla kimseyle bir şey konuşamadığını söyledi. Bir işçi, “Biz sendikayla görüşsek bile, onların gündeminde bizim sorunlarımız yok. Zaten fabrikanın içinde kimse kimseye derdini anlatmıyor” diyerek sessizliği özetledi.
Elbette işçiler, aynı bantta çalıştıkları ve aynı işi yaptıkları taşeron firmadan gelen işçilerin, bir günden diğer güne atılma korkusuyla kendilerinden çok düşük ücretlerle çalıştıklarının da farkındalar. “Emekliliğe zaten 5-10 yıl kaldı, ben atlatırım; benden sonrakiler düşünsün’’ avuntusunun artık bir geçerliliğinin kalmadığını herkes bir şekilde yavaş da olsa kavrıyor.
1994’teki mücadele, sendika ve işçilerin birlikte hareket etmesiyle kazanılmıştı. O zamanlar, masanın bir tarafında işçiler bizzat yer alıyordu. Ancak bugün, masada işçilerin yeri boş. Sendikaların durumu ise işçilerle iletişim kurmaktan çok uzak. Bu tablo, yalnızca Volkswagen işçilerinin değil, tüm işçi sınıfının ne kadar güçsüzleştiğini gösteriyor. Diğer deyişle ne kadar örgütsüz olduğunun ispatı bu durum.
Peki, şimdi ne olacak?
Bu sürecin işçi çıkartmalarıyla sonuçlanacağı neredeyse kesin; bu artık herkesin bildiği bir durum. Ancak bunun şehri ekonomik, sosyal ve psikolojik açıdan derinden etkileyeceği de kaçınılmaz. Volkswagen gibi devasa bir fabrikanın iş gücünü azaltması, yalnızca çalışanları değil, tüm şehri sarstığı bir gerçek. İşçiler arasında bu durumu konuşmaya başlamanın, onların güçlerini yeniden hatırlamalarını sağlamanın bir yolu var mı?
Bugün, bu sorunun yanıtını bulmak belki de gelecekte daha güçlü bir şekilde patronların karşısına çıkmanın ilk adımı olabilir. Ama şu kesin: 1994’teki mücadelenin ruhunu taşıyan masadan kalkmış işçilerin, sadece masaya geri dönmeleri değil, mücadeleye de hazır olmaları gerekiyor. Ancak bu, yalnızca basit bir örgütlenme meselesi değil; aynı zamanda işçilerin, kentteki diğer emekçilerle birlikte hareket edebilecekleri bir dayanışma duygusunu mücadele içinde yeniden inşa etmeleriyle mümkün olacak.