'Etki ajanlığı' yasalaşma yolunda: İktidar kısmi geri adım attı ama belirsizlik sürüyor

'Etki ajanlığı" hakkındaki maddenin TBMM Genel Kurulu'nda onaylanarak yasalaşması bekleniyor. Peki maddeyle ne amaçlanıyor, sorunları neler? Ceza Hukukçusu Erdi Yetkin, soL'un sorularını yanıtladı.

Yalçın Cuğ

"Etki ajanlığı” düzenlemesinin de yer aldığı 23 maddelik "Noterlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi"nin görüşmeleri geçtiğimiz TBMM Adalet Komisyonu'nda tamamlandı. Komisyonda kabul edilen torba yasa teklifi, önümüzdeki günlerde TBMM Genel Kurulu'nda görüşülecek. 

Kanun teklifinin Genel Kurul'da kabul edilmesi halinde Türk Ceza Kanunu'nda (TCK) yapılacak değişiklikle birlikte casuslukla ilgili yeni bir suç ihdas edilecek.

TCK'nin "Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk" bölümüne eklenmesi muhtemel olan ve "etki ajanlığı" olarak bilinen 16. maddede, "Devlet güvenliği veya iç ve dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda suç işleyenler hakkında üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası verilir" ifadelerine yer verildi. Söz konusu eylemin "savaş sırasında veya askeri hareketleri tehlikeye sokacak bir süreçte işlenmiş olması" da cezayı 8 yıldan 12 yıla kadar çıkartılabilecek. Bahse konu suçtan dolayı kovuşturma yapılması ise Adalet Bakanı'nın iznine bağlı olacak. 

Düzenlemeye ilişkin resmi taslak yayımlanmadan önce Mayıs ayında kamuoyuna yansıyan taslak, haberler ve iddialar tartışmalara neden olmuştu. Basına sızan taslakta suç, "Türk vatandaşları veya kurum ve kuruluşları ya da Türkiye’de bulunan yabancılar hakkında araştırma yapmak veya yaptırmak” şeklinde tanımlanırken, onaylanan maddede değişikliğe gidildi. Maddede, "Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararlan aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda suç işleyenler..." ifadesi kullanıldı.

İstanbul Gedik Üniversitesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Dr. Erdi Yetkin, Mayıs ayında kamuoyuna yansıyan taslağı soL için değerlendirmişti. Yetkin, yaklaşık beş ay sonra değişikliklerle yeniden gündeme gelen taslağa ilişkin soL'un sorularını yanıtladı.

Söz konusu maddeye bu haliyle karşı çıkılması gerektiğini ifade eden Yetkin, taslaktaki sorunlu hususları şöyle sıraladı: Belirsizlik, yabancı güçle somut bir ilişkilenmenin talimat hariç aranmaması, vesile suç bakımından ağırlık ya da nitelik çerçevesinde bir sınırlamaya gidilmemesi...

'Moda tabiriyle 'yerli ve milli' bir norm ile karşı karşıya değiliz'

Önceki yasama dönemi bitmeden etki ajanlığı suçu yasalaşmadı. Aslına bakarsanız o dönem suç tipinin neleri kapsadığı da belirsizdi çünkü değerlendirmeler yalnızca basına sızan taslak üzerinden yapılıyordu. Geçtiğimiz günlerde ise etki ajanlığı suçu Adalet Komisyonu’nda kabul edildi. Yakın zamanda da söz konusu suç yasalaşacak gibi görünüyor. İlk olarak Adalet Komisyonu tarafından kabul edilen metin çerçevesinde etki ajanlığına ilişkin düzenleme hakkında genel olarak değerlendirmeniz nedir?

Suç tipi taslağına geçmeden evvel “Etki Ajanlığı” meselesine dair genel çerçeveyi hatırlatmak isterim. Sizinle bir önceki görüşmemizde, Rusya, İngilizce konuşulan ülkeler, Gürcistan ve AB’nin Üçüncü Ülkeler Adına Menfaat Temsilinin Şeffaflığı Direktifi Taslağı düzenlemeleri çerçevesinde etki ajanını şu şekilde tanımlamıştım: Yabancı bir oluşum tarafından (bir devlet, bir gerçek kişi, devletle bağlantılı ya da bağlantısız tüzel kişiliği olsun ya da olmasın bir yapılanma) maddi destek sağlanan ya da bir şekilde etki altına alınıp geniş anlamda politik faaliyette kullanılan kişilerdir.

Etki ajanlığı bakımından tartışmalar iki eksende yürüyor: 1) Bir sicile kaydolma, ayrıntılı biçimde raporlamada bulunma, maddi kaynaklarını açıklama, faaliyetlerini yabancı etki altında olma etiketi ile yürütme gibi yükümlülükler ile belirli faaliyetler yasaklanma ve/veya yükümlülüklere aykırılık durumunda idari yaptırımlara maruz kalma biçiminde özetleyebileceğimiz etki ajanlığına ilişkin idare hukuku düzenlemeleri. 2) Yükümlülüklerin ihlaline ya da yasak faaliyetlere aykırılık durumunda ya da doğrudan doğruya yabancı etki altında olduğu değerlendirilen belirli davranışların kriminalize edilmesi şeklinde tanımlayabileceğimiz etki ajanlığına ilişkin ceza hukuku düzenlemeleri.

Şu hususu vurgulamak gerekir, TCK m. 339/A taslağı dolayısıyla bütünüyle, moda tabiriyle “yerli ve milli” bir norm ile karşı karşıya değiliz. Birazdan konuşacağımız üzere taslak, mukayeseli hukuktaki örneklerinden önemli farklılıklar içeriyor ve daha başarısız bir nitelik arz ediyor. Ancak etki ajanlığı hususunda düzenleme yapılması hususunda bir furyadan bahsetmek doğru olacaktır. Aynı şekilde iki yıl önce yasalaşan yanıltıcı bilgi suçu (TCK m. 217/A) bakımından da uluslararası etkiler göz ardı edilmişti. Ancak yanıltıcı bilgi suçu Türkiye’de düzenlenmeden evvel pek çok ülkede “fake news” ve ceza hukuku ilişkisi tartışılmaktaydı ve hâlâ tartışılıyor. Etki ajanlığı bakımından da mukayeseli hukukta gelişmeler ve tartışmalar söz konusu. Türkiye, sanılanın aksine, çoğunlukla bu uluslararası furyaları yakından takip eder. Bu uluslararası gelişmelerin farkında olarak Mayıs ayındaki görüşmemizde, etki ajanlığı suçunun yasalaşmasını öngördüğümü ifade etmiştim. Süreç bu yönde ilerliyor. Türkiye’nin bir özelliği ise her ne kadar uluslararası furyalara kapılsa da en nihayetinde bu furyanın içinde özellikli olarak nitelenebilecek ölçüde anlaşılması güç ya da başarısız – sorunlu düzenlemelere kavuşması, zaten sorunun özü de sanırım bu fenomen.

Etki ajanlığına dair düzenlemelerin damgalayıcılık, temel haklar üzerinde ölçüsüz ve caydırıcı etki doğurma, ceza hukuku yaptırımlarına gereksiz/ölçüsüz şekilde başvurma yönlerinden eleştirildiklerini görmekteyiz. Cezai yaptırım ve temel haklar üzerindeki etkiler meselesine ayrıca değineceğim ancak kısaca etki ajanlığına ilişkin yasaların damgalama – etiketleme etkisine değinmek istiyorum.

'Etkilenme, yaftalanma, damgalanma...'

Nasıl bir etkiden bahsediyorsunuz ve TCK m. 339/A taslağı bakımından da bu etkiden, endişeden bahsetmek mümkün müdür?

Pejoratif anlamla yüklü yabancı ajan ya da etki ajanı terimleri yerine lobiciliğin şeffaflığı gibi terimlerin de tercih edildiğini görmekteyiz. Bununla birlikte yabancı oluşumlarla ilişkilenmenin cezalandırıldığı ya da kayıt altına alınma yükümlülüğü getirildiği düzenlemelerin genel olarak yabancı ajanlığı ya da etki ajanlığı düzenlemeleri olarak adlandırıldığını görüyoruz. Bu husus, basit bir adlandırma sorununun ötesinde böylesi yasaların bir etiketleyici ya da damgalayıcı niteliklerini gözler önüne seriyor. Her ne kadar AB, Rusya ve Gürcistan düzenlemeleri için damgalayıcılık eleştirisinde bulunsa da AB Şeffaflık Direktifi Taslağı da benzer eleştirilere maruz kalıyor.

Taslak TCK m. 339/A hükmünde ise yabancı ajan, etki ajanı gibi bir ifadeye yer verilmemektedir ve suç tipinin başlığı da “devletin güvenliği veya siyasal yararları aleyhine suç işleme” şeklindedir. Ancak suç tipinde “yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda” biçiminde bir ifade söz konusudur ve de bu yüzden TCK m. 339/A da, eğer yasalaşırsa, etki ajanlığına dair düzenlemeler kapsamında değerlendirilecektir. Bu suçtan mahkûm olacak bir kişinin maruz kalacağı ceza yaptırımı, TCK m. 339/A nedeniyle üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ve işlenen suç casusluk suçlarının dışındaki bir suç ise ayrıca o suç nedeniyle tespit edilecek cezadır. Bir de TCK m. 339/A hükmünden mahkûm olan kişilerin, etki ajanı ya da yabancı ajan olarak kamuoyunda yaftalanacağını hesaba katmak zorundayız. Her ceza mahkûmiyetin bir neticesi de, “suçlu” olarak kişinin etiketlenmesidir, yaftalanmasıdır, damgalanmasıdır. Etki ajanlığına ilişkin düzenlemeler bakımından da önemli bir çekince, bir kişinin etki ajanı ya da yabancı ajan olarak etiketlenmesi durumunda ilgili kişinin artık ilgili ülkede kamusal bir faaliyete katılmasındaki güçlüktür.

Türkiye’deki genel sorunları düşünelim. Bir kişi hakkında yalnızca bir ceza soruşturması açılsa dahi kamuoyunda ilgili kişinin suçlu olarak damgalandığını görüyoruz. Bir de bir akademisyen, yazar ya da gazeteci hakkında etki ajanlığı iddiasıyla soruşturma yürütüldüğünü düşünelim. Sonuçta ilgili kişi hakkında belki kamu davası açılmasa ve açılsa dahi sanık beraat etse, yine de soruşturma ve kovuşturma süreçlerinde bu kişi etki ajanı olarak yaftalanacaktır ve ilgili normun bu etiketleme potansiyeli nedeniyle öngördüğü ciddi cezai tehdidin de ötesinde bir öneme sahip olduğunu düşünüyorum.

'Öncelikle olumlu değişimi anarak başlayayım'

Peki, Mayıs ayında basına sızan haberlerdeki taslak ile bugünkü taslağı karşılaştırdığınızda, önceki görüşmemizde bahsettiğiniz sakıncalar devam etmekte midir?

Ne yazık ki büyük ölçüde evet. Öngörülen suç tipi taslağı şu şekildedir:

"Devletin güvenliği veya siyasal yararları aleyhine suç işleme

Madde 339/A- (1) Bu Bölümde düzenlenen suçları oluşturmamak kaydıyla, Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararlan aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda suç işleyenler hakkında üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası verilir. Fail hakkında hem bu suçtan hem de işlediği ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunur.

(2) Fiil, savaş sırasında işlenmiş veya Devletin savaş hazırlıklarını veya savaş etkinliğini veya askerî hareketlerini tehlikeyle karşı karşıya bırakmış ise faile sekiz yıldan on iki yıla kadar hapis cezası verilir.

(3) Suçun, milli güvenlik açısından stratejik önemi haiz birimler ile proje, tesis ve hizmetleri yerine getiren kurum ve kuruluşlarda görev yapanlar tarafından işlenmesi halinde verilecek ceza bir kat artırılır.

(4) Bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması, Adalet Bakanının iznine bağlıdır."

Öncelikle olumlu değişimi anarak başlayayım söze. Basına sızan ilk taslakta suç tipinin tipik hareketlerinden biri olarak “Türk vatandaşları veya kurum ve kuruluşları ya da Türkiye’de bulunan yabancılar hakkında araştırma yapmak veya yaptırmak” belirtilmişti. Araştırma yapma ya da yaptırma hareketleri bakımından iki sorun söz konusu idi. Birincisi araştırmadan kastın ne olduğu belirsizdi, ikincisi daha da önemlisi, sosyal uygunluğa sahip hareketlerin cezalandırılması söz konusu olabilirdi. Örneğin bir kişi, suç tipindeki diğer gereklerin yerine gelmesi koşuluyla, açık kaynaklar üzerinden bir internet araştırması yapsa, bu suç tipinin kapsamında değerlendirilebilir mi sorusu ortaya çıkmaktaydı. Araştırma yapma ya da yaptırma hareketlerinin, bilhassa akademisyenler ve sivil toplum faaliyetlerinde çalışanlar için tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini düşünmekteydim. Keza mukayeseli hukuktaki suç düzenlemelerinde de kapsama alınan davranışların cürmi niteliği vurgulanmaktadır ve sosyal uygun hareketlerin kapsanmaması, ilgili normların meşruluğu bakımından özellikle belirtilmekteydi.

Taslakta araştırma yapma ya da yaptırma hareketlerine yer verilmemesi ve suç işleme ile bağlantılı olarak suç tipinin yeniden formüle edilmesi, olumlu bir gelişme. Dün Türk Ceza Hukuku Derneği’nin taslağa dair bir açıklaması söz konusuydu; bu açıklamada taslakta yer alan suçun, bir nevi “suç işleme suçu” niteliğinde olduğu belirtilmiştir ki ben de bu görüşe katılmaktayım.

'Benzer sorunların etki ajanlığı bakımından da söz konusu olacağını düşünüyorum'

O halde suç tipine dair devam eden sorunlar nedir?

İlk olarak belirtelim ki ceza hukukçuları olarak “suç işleme suçu” sorununa yabancı değiliz. “Örgüt adına suç işleme suçları” (TCK m. 220/6 ve 314/3), yakın dönemde üzerinde sıklıkla tartışılan bir konu oldu. AYM, önce Hamit Yakut bireysel başvuru kararında, TCK m. 220/6 hükmünün iptal edilmiş eski versiyonunun kanuni bir müdahale gereksinimini karşılamadığına hükmetti; ancak yasama organı suç tipini düzeltme yolunda harekete geçmeyince de somut norm denetimi vasıtasıyla önüne gelen düzenlemeyi iptal etti. Bununla birlikte sorun çözülmedi, çünkü kanun koyucu, AYM’nin tespit ettiği sorunlu hususları düzeltmeden eski düzenlemeyi yeniden kanunlaştırdı.

Örgüt adına suç işleme suçunda AYM’nin tespit ettiği üç temel sorun vardı: Bir belirsizlik, iki temel haklar ve özgürlükler üzerinde caydırıcı etki ve üç örgüt adına suç işleyenin örgüt üyesi gibi cezalandırılması.

Elbette örgüt adına suç işleme ile yabancı güç adına suç işleme kavramlarının bağlam farkını aklımızda tutarak, benzer sorunların TCK m. 339/A yasalaşırsa, etki ajanlığı bakımından da söz konusu olacağını düşünüyorum.

'Taslak hüküm belirsiz'

Örneğin taslak hüküm belirsiz mi sizce?

Tek kelime ile cevap vermek gerekirse, evet.

Bir kere “Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları” ifadesi suç tipinde tanımlanmıyor; gerekçedeki açıklamalar ise bu kavramların somutlaştırılması bakımından hayli yetersiz.

İkinci olarak TCK m. 339/A, casusluk suçları arasına ekleniyor, taslak gerekçesinde bu durum “Böylelikle belge ve bilgi temini veya açıklanması dışında casusluk maksadıyla suç işlenmesi de ayrı bir suç olarak düzenlenmekte ve casusluk faaliyetleriyle daha etkin mücadele edilmesi amaçlanmaktadır” şeklinde açıklanmıştır. O halde bu suçun, casusluk suçları sistemi ile uyumlu olması beklenir. Ancak bu beklentimiz karşılanmıyor.

Bu iddiamı örneklendirmem gerekirse: Taslak TCK m. 339/A hükmünde iç veya dış siyasal yarar kavramı şu şekilde tanımlanmış: “Bu kapsamda iktisadi, mali, askeri, milli savunma, kamu sağlığı, kamu güvenliği, kamu düzeni, teknolojik, kültürel, ulaştırma, haberleşme, siber alan, kritik altyapılar ve enerji gibi diğer yararlar da Devletin iç veya dış siyasal yararları kavramı içinde kabul edilecektir”.

Kolaylıkla görebileceği üzere gayet geniş bir tanım ancak tanımın genişliğinin dışında da başka bir sorun var, TCK m. 326 hükmünün gerekçesinde de iç veya dış siyasal yarar kavramı şu şekilde tanımlanmıştır: “Madde, Devlet yararları arasında “siyasal” olanları göz önüne almış bulunmakta; bu nedenle, ekonomik, kültürel ve benzerî nitelikteki yararlara ilişkin belge veya vesikalar, bu suçun konusunu oluşturmamaktadır. Söz gelimi Devletin dış ilişkilerinin iyi tarzda sürdürülmesi hususundaki yarar gibi”.

Taslaktaki suç gerekçesiyle birlikte yasalaşırsa, bir mahkeme önüne gelen bir davada hangi iç veya dış siyasal yarar kavramını uygulayacaktır? Dikkat edelim, alıntıladığım iki açıklamada suç tiplerinde değil yalnızca madde gerekçelerinde yer alıyor ve madde gerekçesi bağlayıcı değil. Mademki casusluk suçlarına ilişkin bir boşluk kapatılmak isteniyor, öncelikle mevcut casusluk suçları sistematiği ile uyumsuz bir düzenlemenin yapılmaması gerekir. Ancak iç veya dış siyasal yararlar kavramına ilişkin muğlaklık ve madde gerekçelerindeki çelişki, baştan bir belirlilik sorununa neden olacaktır.

Suçun cezayı artıran nitelikli hal düzenlemesine göre fiil, “devletin savaş etkinliği” tehlike ile karşı karşıya bırakmışsa ceza miktarı önemli ölçüde artmaktadır. “Devletin savaş etkinliği” ise “devletin savaş bakımından bütün güç, kudret ve yetenekleri ile olanaklarını ifade etmektedir” biçiminde gerekçede tanımlanmıştır. Anlaşılan, devletin yalnızca askeri gücünün değil savaşma kapasitesinin tamamı, savaş etkinliği kavramının kapsamındadır. Takdir edilir ki devletin tüm mali, kültürel, insani ve diğer güç nitelikleri savaşma kapasitesi ile bir şekilde bağlantılıdır. İçtihadın ne şekilde gelişeceğini kestirmek güç ancak bu ifade dolayısıyla nitelikli hal düzenlemesini, hemen her olayda uygulanırsa büyük şaşkınlık yaşamam.

Son “yabancı gücün stratejik çıkarları” ifadesinin de büyük ölçüde sorunlara gebe olduğunu belirtelim. Düşünelim ki bir yargılama yapılıyor. Bir Türk mahkemesi, yabancı bir istihbarat örgütüne, “yargılama konusu fiil sizin stratejik amaçlarınız doğrultusunda mıdır?” şeklinde bir soruyu yöneltemeyecek pek tabiidir ki. O halde mahkemenin suça konu hareket ile yabancı bir devletin stratejik çıkarları arasındaki ilişkiyi kurması gerekecek. Böylesi bir faaliyet ve niteleme ise pirüpak politik bir değerlendirmedir, hukuki değil.

'Sorun bununla sınırla değil'

Belirlilik sorununun haricinde taslakta sorun görmekte misiniz?

Evet. Gözden kaçtığını düşündüğüm önemli bir sorun, taslaktaki haliyle suç işleme kavramının suç tipi ile uyumsuzluğudur.

Gerekçede şu şekilde bir ifadeye yer verilmiştir: “Örneğin, bu madde kapsamındaki amaç ve saiklerle kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun işlenmesi durumunda faile hem bu maddeden hem de 109 uncu maddeden ceza verilecektir”.

Bir kere madde kapsamında amaç ve saik belirlemesi yoktur. Amaç, failin suçu işlerken gelecekte gerçekleşmesini tasavvur ettiği hedef iken saik ise faili suç işlemeye sevk eden güdü, motivasyon olarak tanımlanabilir. Amaç ve saik, kural olarak önemsizdir; yani failin saikini ya da amacını araştırmayız. Ancak eğer suç tipinde özel olarak bir saik (örneğin kasten öldürme suçunun nitelikli hali - kan gütme saiki) ya da amaç ( hırsızlık suçu - yarar sağlama maksadı) öngörülmüşse, suç tipinin gerçekleştiğinden bahsedebilmek için suç tipinde öngörülen amaçla ya da saikle failin hareket etmesini ararız. Suç tipinde ise açıkça bir amaç ya da saik düzenlemesi yer almıyor. “Yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda suç işleyenler” ifadesinin ne şekilde yorumlanacağı meçhul. Örneğin “stratejik çıkarlar doğrultusunda” ifadesi amaç olarak anlaşılabilir.

Bununla birlikte taslak suç tipinde doğrudan doğruya amaç belirlenimi söz konusu olmadığından bu ifadenin de amaç kapsamında değerlendirilemeyeceği kanaatindeyim.

O halde düşünelim. Rusya – Ukrayna savaşı devam ediyor. Galatasaray Meydanı’nda Rusya – Ukrayna savaşı bakımından Rus yanlısı bir gösteri yürüyüşü düzenliyoruz. Mevzuatımız toplantı ve gösteri yürüyüşleri bakımından o kadar sınırlandırıcı hükümleri ihtiva ediyor ki muhtemelen gösteri yürüyüşümüz kanuna aykırı nitelikte olacaktır. Ancak bu hususu ihmal edelim, gerçekten de kanuna açıkça aykırı bir gösteri yürüyüşü düzenledik. Böylesi bir gösteri yürüyüşünü düzenlemek ya da yönetmek suç, dağılma ihtarına ve zor kullanmaya karşın dağılmamak da suç. Şimdi, 2911 sayılı Kanun’un 28. ve 31. maddelerinden cezalandırılacağız. Peki, bu gösteri yürüyüşümüz aynı zamanda Rusya’nın stratejik çıkarları doğrultusunda mıdır? Bir talimat ilişkisi yok, bizim de Rusya’nın stratejik çıkarlarını savunalım şeklinde bir amacımız yok; yalnızca düşüncemizi gösteri yürüyüşü formunda açıklamak istedik ve fakat bizim düşüncemiz Rusya’nın çıkarları ile paralel. Denilebilir ki bu durum Türkiye’nin çıkarlarına aykırı değil. Açıkçası bunu ben söyleyemiyorum, çünkü Türkiye’nin dost – düşman kavramsallaştırması kısa zaman aralıkları ile değişiyor ve suç tipinde bu çıkarların nelerden ibaret olduğu da tanımlanmamış durumdadır.

Evet, uç bir örnek verdim ama Türkiye’de kimse bahsettiğim şekilde bir örneğin asla cezalandırılmayacağını söyleyemez. Sorunu teknik olarak ifade etmem gerekirse, tıpkı örgüt adına suç işleme suçlarında olduğu gibi, ne işlenecek suçlar ağırlıklarına ya da niteliklerine göre belirlenmiştir ne de failler ile yabancı güç arasındaki ilişkiye dair, talimat hariç, somutluk aranmıştır.

Suç tipi belirli olsa dahi, bu söyleyeceğim hususlar örgüt adına suç işleme suçuna ve şu anda etki ajanlığı suçuna dair tartışmalarda ihmal ediliyor, iki hususun düzeltilmesi gerekir:

  1. Failin davranışı, görevlendirme, talimat alma veya anlaşma gibi yabancı bir güçle ilişkilenme niteliğine sahip olmalıdır. Yabancı gücün stratejik çıkarları doğrultusunda ifadesi, belirsizliğinin ötesinde sorunlara gebedir. Yukarıda verdiğim örnek, yabancı güçle ilişkilenmenin suç tipinde somutlaştırılmaması durumunda, uç bir örnek olarak kalmayabilir. Örgüt adına suç işleme suçu bakımından genel çağrıların ya da örgüt adına önemli kabul edilen günlerde suç işlemenin ya da örgütün genel stratejik planlarına uygun olarak suç işlemenin Yargıtay tarafından yeterli kabul edildiğini vurgulamak istiyorum. Bu şekilde “örgüt adına suç işleme” kavramının genişliği, TCK m. 220/6 hükmündeki en önemli sorunlardan biridir. Taslak TCK m. 339/A bakımından da “yabancı güç adına suç işleme” kavramı bakımından da, talimat hariç, bir somutluk yoktur ve bu haliyle suç tipinin uygulamasında hayli geniş ve kolaylıkla esnetilebilen bir yabancı güçle ilişkilenme içtihadına sahip olabiliriz.
  2. Yabancı güç ile ilişkilenme nedeniyle işlenecek suçların ağırlıkları ya da nitelikleri itibarıyla somutlaştırılması gerekir. Yabancı bir güç ile ilişki içerisinde herhangi bir suç işlenmesi durumunda bir de ayrıca TCK m. 339/A hükmünün tatbiki, hem ölçüsüz bir ceza anlamına gelir hem de gerekçede açıklanan casusluk suçlarına dair boşlukları kapatma amacıyla ilgisizdir. Her halde casusluk, yabancı ajanlığı, etki ajanlığı gibi “ciddi” bir suçlama, ağır ya da belirli nitelikleri haiz suçları gerektirir. Örgüt adına suç işleme suçunun pratiğinden biliyoruz ki böylesi bir sınırlama olmadığında örgüt adına işlendiği kabul edilen vesile suç, uygulamada çoğunlukla temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı suçlar olmaktadır. Aynı sorun TCK m. 339/A bakımından da cari olabilir.

İngilizlerin muadil suç tipine ilişkin resmi bilgi notunda, muadil suç kapsamında değerlendirilebilecek şöyle bir örneğe yer verilmektedir: C adlı bir kişi, yabancı bir güce ait Birleşik Krallık merkezli bir şirkette çalışmaktadır. C’ye yabancı güç tarafından, milletvekilleri ile gelecekte kullanılmak üzere ilişkiler geliştirmesi istenir ki bu talimat ilişkisi, yabancı istihbarat örgütüne dahi bağlanabilmektedir. C, milletvekilleri ile ilişki kurar ve hassas nitelikte bilgiler edinir. Yabancı güç tarafından C’nin, elde ettiği hassas nitelikteki bilgileri zorlayıcı bir şekilde kullanması sağlanarak, ilgili milletvekillerinin yabancı güç ile ilişkili kamusal tartışmalarda yabancı güç lehine kamuoyu oluşturması ya da belirli konularda yabancı güç lehine beyanda bulunması ve oy kullanması sağlanır. İngiliz muadil suç tipine dair örnek ile benim yukarıda kurguladığım uç ama gerçekleşmesinden haklı endişelerle korktuğum örnek arasındaki farkı sizin ve okuyucuların dikkatine sunuyorum.

'Bu haliyle karşı çıkılmalıdır'

Son olarak belirtmek istediğiniz bir husus var mı?

Bu haliyle, taslak TCK m. 339/A hükmüne karşı çıkılmalıdır.

Taslaktaki sorunlu hususlar ise: 1) Belirsizlik, 2) Yabancı güçle somut bir ilişkilenmenin, talimat hariç, aranmaması, 3) Vesile suç bakımından ağırlık ya da nitelik çerçevesinde bir sınırlamaya gidilmemesi, casusluk suçlarının işlenmesi durumu hariç, şeklinde özetlenebilir.

Tartışmalar bakımından da naçizane önerim, yalnızca belirlilik sorununa odaklanmakla yetinilmemesidir. Normda, yabancı güçle ilişkinin somutlaşmaması ve vesile suç bakımından sınırlama olmaması gibi iki çok ciddi sorun daha bulunmaktadır.

Pek umutlu olmasam da umarım ki taslak yasalaşırken bahsettiğim sorunlar Meclis Genel Kurulu’nda tartışılır ve düzeltilir. Mayıs ayındaki son cümlemi tekrarlayarak bitireyim: Olası norma dair bilinçlenmek ve kamusal bir tartışmayı örgütlemek gerekir.