Erdoğan ile Sisi el sıkıştı: Dış politikada rotayı kim belirliyor?

'Görüldüğü üzere, dış politikada bir sermaye uzlaşması oluşuyor, iktidarı ve düzen muhalefetiyle… Yeni açılımlara hazır olun.'

Aşkın Süzük

AKP'li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Katar Emiri’nin daveti üzerine katıldığı 2022 FIFA Dünya Kupası açılış resepsiyonda diğer bazı liderlerin yanı sıra Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah Sisi ile de bir araya geldi. İki liderin Katar’ın başkenti Doha’da el sıkışması ile karakterize olan buluşma, Erdoğan’ın izlediği dış politika pratiğinin bir kez daha yaygın biçimde eleştirilmesine neden oldu. Erdoğan ve AKP’nin izlediği politikaların Süleyman Demirel’in “Dün dündür, bugün bugündür” veciz (!) sözü ile tartışılmasına rağmen, konunun bu basitlikte ele alınamayacağı görülüyor. Erdoğan’ın Sisi ile el sıkışmasının perde arkasında, AKP’nin son dönemde yeniden güncelleyerek yükselttiği “Osmanlıcı” açılımlar var. Osmanlıcılık ise sağlam bir ekonomik rasyonaliteye sahip.

Her ne kadar Mısır, dış politikada doğrudan bir nüfuz alanı haline getirilemeyecek ölçüde bölgede “eksen” ülkelerden biriyse de, AKP’nin dış politikası büyük bir sermaye iştahından ve patronların uzlaşmasından güç alıyor. Türkiye sermayesinin pazar ve yatırım ihtiyaçları, geçmişte bölgede nasıl bazı çatışmaların körüklenmesini gerektirmişse, bugün birçok ülkeyle kopan ilişkilerin tamir edilmesini gerektiriyor.

Önce patronlar el sıkıştı

Erdoğan ve Sisi’nin el sıkışmasından sadece üç gün önce, Mısır Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’ndan bir açıklama yapıldı. Açıklamada BM İklim Zirvesi vesilesiyle Mısır Sanayi ve Ticaret Bakanı Ahmed Semir ile Koç Holding’e bağlı Arçelik’in CEO’su Hakan Bulgurlu’nun şirketin Mısır’da yapacağı yatırımın ayrıntılarını konuşmak üzere bir araya geldikleri belirtildi.

Arçelik, Mısır’da yıllık 1,5 milyon elektronik cihaz üretim kapasitesine sahip 100 milyon dolarlık bir yatırım yapacak. Fabrikada 2 bin kişilik istihdam sağlanacak. Arçelik’in Mısır’a ilgisi, iki ülke arasındaki ilişkilerin kopmasından çok daha önceye dayanıyordu. Ancak yatırımın gerçekleşmesi için Türkiye’nin Mısır ile ilişkilerinin yeniden rayına sokulması gerekiyordu. Bu garantiye alınınca, Arçelik CEO’su ile Mısırlı Bakan Ahmed Semir’e el sıkışmak kalıyordu.

Yine bu yılın Ocak ayında Ankara’da TOBB (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği) ve Mısır’daki muadil patron örgütü FEDCOC işbirliği ile Türkiye-Mısır Yuvarlak Masa Toplantısı düzenlenmişti. TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu bu etkinlikteki konuşmasında siyaset ile ekonomiyi hep ayrı tutmaya çalıştıklarını vurgulamış olsa da, böyle bir etkinlik asıl “siyaset ve ekonominin” çakıştığı bir dönemde yapılabilirdi. Nitekim, konuşmalar ve temenniler, iki ülke arasında alt seviye yetkililer nezdinde başlayan diyaloğun derinleştirilmesi yönündeydi. Öyle ki, iki ülke patronları bu diyaloğun sıkılaştırılması için görev üstlenebileceklerini de açıklamışlardı.

Mısır’da Türkiye sermayesinin 2 milyar doların üzerinde yatırımı bulunuyor. Sadece 2021 yılında bu yatırımlara 250 milyon dolar daha eklendi. Türkiye sermayesine ait 40 tanesi büyük ölçekli olmak üzere 200 dolayında şirket, Mısır’da üretim faaliyeti sürdürüyor. Mısır’da Türkiye’den müteahhitler, demiryolu ve havayolu yatırımları dahil 26 altyapı projesini tamamlamış durumda. Ayrıca, 2020 yılından 2021’e iki ülke arasındaki ticaret hacmi yüzde 35 artış ile 6 milyar doların üzerine çıktı.

Mısır’da tekstil ve gıda gibi AKP’ye yakın sermaye kesimlerinin daha çok faaliyet yürüttüğü sektörlerden oldukça fazla yatırım bulunuyor. Bu nedenle, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Türkiye-Mısır İş Konseyi Başkanlığı’nı Diktaş Dikiş İplik Sanayi Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Mustafa Denizer yürütüyor.

Yatırımları sağlam kazığa bağlamak

Türkiye sermayesinin yaptığı yatırımlarla yayılması ve yeni pazar arayışları, AKP’li yıllarda izlenen dış politika pratiğini doğrudan belirlerken, sermaye sınıfı Erdoğan’ın manevralarından da sonuna kadar yararlanıyor.

Sisi ile Erdoğan’ın el sıkışmasından üç gün önce duyurulan Arçelik’in Mısır yatırımı, nasıl zamanlama açısından bir tesadüf olarak değerlendirilemezse aynı şirketin Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş devam ederken yaptığı bir satın alma işlemi de tesadüf olamazdı. Birçok Batı sermayeli şirket Rusya’dan çıkarken, bu yılın Haziran ayında Arçelik ABD'li beyaz eşya üreticisi Whirlpool'un Rusya'daki üretim ve eski Sovyet cumhuriyetlerindeki satış ve pazarlama faaliyetlerini azami 220 milyon Avro tutarla satın almak için anlaşma imzaladı. Ve neticesinde Eylül ayında bu satış tamamlandı ve Arçelik Whirlpool’un Rusya, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan, Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan, Kazakistan, Belarus ve Moğolistan pazarlarındaki varlığını ele geçirmiş oldu.

Türkiye sermayesinin yurtdışı faaliyetleri ve yatırımlarını izleyerek, AKP hükümetinin dış politikadaki güncel rotasını okumak mümkün. Sermayenin çıkarlarının Erdoğan ve Sisi’nin o resepsiyonda el sıkışmasını gerektirmesi gerçeği ile Türkiye’nin NATO üyesi bir ülke olarak Rusya ile ikili ilişkilerini güçlendirmesi ve Türkiye sermayesinin Batı yaptırımlarına takılmadan Rusya ve bağlantılı pazarlarda rahatça faaliyet göstermeye devam edebilmesi birbirine paralel gelişmeler.

TÜSİAD Osmanlı’yı istiyor

TÜSİAD’ın 50. Kuruluş yılı olan 2021’de yayımladığı ve PR çalışmaları sürdürülen “Yeni Bir Anlayışla Geleceği İnşa” adlı raporu sermaye sınıfının nasıl bir dış politika rotasını tercih ettiğine ilişkin çok sayıda saptamayı içeriyor. Aslına bakılırsa, tüm dünyanın yaptırım uyguladığı Rusya ile hiçbir şartta köprülerin atılmaması gerektiği de, Mısır ve Suriye gibi ülkelerle ilişkilerin yeniden tesis edilmesi gerekliliği de TÜSİAD’ın yayınladığı o raporda açık açık yazıyor.

Raporda ilgili bölümlerdeki çeşitli saptamalar şöyle:

“Dış politikada, ittifaklara ve tarihsel birikime yaslanan, değer ve ilkelere dayalı, uzun vadeli ve öngörülebilir bir anlayışın hâkim olması, birçok komşu ülkeyle zayıflayan ilişkileri de yeniden güçlendirecek.

Türkiye’nin çevre coğrafyada uluslararası hukuk gözetilerek ekonomik ve siyasi ağırlığını artırması, 2000’li yıllarda olduğu gibi, önümüzdeki dönemde de Türkiye hikayesinin tamamlayıcı bir ögesi olacaktır. Tarihsel ve kültürel mirasıyla Türkiye’nin Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Orta Asya’da etkili ve saygın bir güç olma potansiyeli yüksektir.

Bölgesiyle olan tarihi ve kültürel bağları, Türkiye’nin küresel sistem içindeki konumunun güçlendiği dönemde bir etki alanına dönüşebilmektedir.”

Peki TÜSİAD’ın raporundaki bu satırlarda dikkatinizi bir başka konu çekti mi? TÜSİAD raporunda Osmanlıcılığın maddi zeminini tarif etmiyor mu?

AKP’nin sermayenin ihtiyaçlarını iyi okuduğu ve dış politikayı bu ihtiyaçlar doğrultusunda belirleyebilme kapasitesinin yüksek olduğu görülüyor.

Buna karşılık Millet İttifakı içerisindeki partilerle beraber, uzun süredir dış politika başlıklarında ya tavırsız kalıyor ya da yalpalıyordu. Sermaye sınıfından daha güçlü sinyaller gelmeye başlayınca Millet İttifakı bileşenlerinin de paralel bir çizgiye doğru çekildiği anlaşılıyor. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun 18 Kasım’da Kilis Sanayi ve Ticaret Odası’nda yaptığı açıklamada bazı sözleri dikkat çekiciydi ama üzerinde durulmadı. Kılıçdaroğlu, Türkiye’deki Suriyeli mültecileri geri göndereceklerini söyleyip, “(Suriye’de) Bizim fabrikalarda çalışacaklar, ücretlerini alacaklar. Böylece herkesin memnun olduğu bir düzen inşa edeceğiz” dedi. TÜSİAD’ın Türkiye için inşa etmeyi tasavvur ettiği gelecek ile Kılıçdaroğlu’nun Suriyeli mülteciler ve Suriye’de yatırım yapmak isteyen patronlar için inşa etmeyi vaat ettiği düzen çakışıyor.

Görüldüğü üzere, dış politikada bir sermaye uzlaşması oluşuyor, iktidarı ve düzen muhalefetiyle… Yeni açılımlara hazır olun.