Engelsiz bir yaşam için 1 Mayıs’a

Biliyoruz ki engelliler her ne kadar toplumsal hayattan izole edilmiş olsalar da aileleriyle birlikte işçi sınıfının önemli bir kısmını oluşturuyorlar. O halde engelliler ve engelli yakınları işçi sınıfı bayrağı altında toplanmalı ve 1 Mayıs kortejinde yerini almalıdır.

Aysel Çakır

“Engelli kişileri işe almak size para kazandırabilir ve işinizin karlılığını artırabilir.” 1

Böyle diyor şirketlere yatırım tavsiyelerinde bulunan bir internet sitesi. Haklılar. Çünkü engelli çalışanların işe devamsızlık yapmalarının ve işten ayrılma oranları daha az, işe bağlılıklarının ve adanmışlıklarının ise daha fazla olduğu araştırmalarla kanıtlanmış durumda. Engel durumlarına bağlı olarak bazı özel yeteneklere sahip oldukları, işgücü devrinin sık sık yaşandığı günümüzde iş yerindeki varlıklarının diğer çalışanlar için de örnek teşkil ettiği de araştırma sonuçları arasında. Üstelik marka değerini arttırıp yeni müşteri çektikleri de bir gerçek. Bunun yanında engelli çalıştıran şirketler devlet destekleri, teşvikler almakta. Tüm bunlardan yola çıkarak önde gelen işletme dergilerinde “engelli istihdamını sosyal sorumluluk olarak görüyorsan hata yapıyorsun, fırsatları tepiyorsun” diyorlar patrona. Engelli çalışanları önemli bir rekabet avantajı olarak görüyorlar.2

İş yerindeki bu mekanizma siyasette de benzer şekilde işliyor demek yanlış olmaz. Engelli toplamı oy deposu olarak görülür. Engellilerin sorunlarına duyarlı bir siyasetçi izlenimi vermek çok kolaydır çünkü toplumun sosyal yardımlara en çok ihtiyaç duyan kesimi engellilerdir. Sosyal yardım olgusunun yanlışlığı bir tarafa Türkiye’de aslında sosyal yardım bile yok denebilir. Engelli aylığı alma koşulları ve miktarı incelendiğinde bu hemen farkedilir. Hane içi toplam gelirin asgari ücretin üçte birinin yani 7 bin 300 liranın altında olduğu, hiçbir sosyal güvenlik kurumuna bağlı olunmadığı durumlarda yüzde 40-69 arası engellilik oranına sahip bireylere 3 bin 723 lira, yüzde 70 ve üzeri engellilik oranına sahip bireylere ise 5 bin 584 lira ödenmektedir. Üstelik sosyal yardımdan engellilerin tümü yararlanamadığı gibi aslında engelli olmayanları engelli gibi gösterip yandaşlara kaynak aktarmak da mümkün. Şirketlerin düşük ücretle çalışmaya ikna edebildikleri gibi AKP de komik olmanın ötesinde, hakaret olarak algılanması gereken miktarlardaki sosyal yardımlarla engelli sadakatini sağlayabiliyor. Yerel yönetimlerde de benzer tablo ortaya çıkıyor, insanca yaşam koşullarını yaratmak yerine düzeni aynen devam ettirip engellilere belediye üzerinden sosyal yardım yapıyorsunuz, böylece daha az maliyetle daha çok kazanç elde ediyorsunuz. Sonra marka değeri artıyor, müşteriler yani seçmenler için cazip hale geliyorsunuz. Seçimlerden önce hemen hemen her adayın tekerlekli sandalyedeki bir çocukla veya yaşlıyla sarılırken çekilmiş fotoğraflarını görürüz. Hem engellilerin ve engelli ailelerinin hem de diğer kişilerin oyları alınır, seçimden sonra da birkaç göstermelik proje dışında engelli konusu açılmaz. Düzen siyaseti açısından da engelli sorunlarıyla ilgilenmek iyilik değil, aslında akıllıca hareket etmektir, tıpkı şirketlerin yaptığı gibi.

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre dünya nüfusunun yüzde 16’sı engelli ve bu toplamın yaklaşık yüzde 80’i yoksul ülkelerde yaşıyor.3 Türkiye’de de toplum yoksullaştıkça engelli sayısının arttığı çok açık. Ancak Türkiye’de toplam kaç engelli olduğu tam olarak bilinmiyor, çünkü devlet güncel verileri paylaşmıyor. Öyle ki Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın 2023 yılında yayınladığı Engelli ve Yaşlı İstatistik Bülteni’nde engelli sayısına ilişkin veriler aslında 2011 yılında yapılan araştırmanın sonuçları. Bu bültenin 2022 yılına ait verileri içerdiği iddia ediliyor ancak aradan geçen onbir yılda neden yeni veri açıklanmadığı belirtilmiyor. Dijitalleşmenin geldiği noktada basitçe ortaya çıkarılabilecekken bunun yapılmaması AKP’nin engellileri görmediğinin, dahası varlıklarını inkar ettiğinin bir kanıtıdır. Dünya Sağlık Örgütü verileri ve kriterlerine göre bir hesap yapıldığında Türkiye’de en az 8.5 milyon engelli olduğu tahmin edilmektedir. Yoksulluğun artmasının engelliliğin artışıyla doğru orantılı olduğu düşünüldüğünde bu sayının artmakta olduğu anlaşılır. Ancak sayıları bu kadar fazla olmasına rağmen sokaklarda engelli bireyleri kolay kolay göremiyoruz. Bunun sebebini anlamak için soL TV tarafından hazırlanan Plansız Kent: Engelsiz Kent belgeseli izlenebilir. Engelliler toplumsal hayatın dışına itilmiş durumdadır.

‘İnşallah çocuğum benden önce ölür’

Bu söz engelli çocuğu olan ebeveynlerin, özellikle annelerin en sık tekrarladıkları cümlelerden biri. Engelli çocuk dünyaya geldiğinde annenin ilk hissettiği duygu genellikle suçluluk olur. Bu duyguyla baş etmek hiç kolay değildir. Toplumdaki asli görevinin ailenin bakımı olmasının üstüne suçluluk duygusu eklenince kadın artık daha çok fedakarlık yapmaya itilir. Çocuğunun bakımı için işten ayrılmak, ömür boyu eve kapanmak kaçınılmaz olur. Kapitalizm koşullarında engelli çocuğun eğitim alması, sosyalleşmesi, toplumun üretken bir bireyine dönüşmesi neredeyse mümkün değildir. Engelli çocuğuyla birlikte anne de bir ömür sosyal hayatın dışına itilir. Eğitim demişken özel eğitim de kamusal kaynakların yağmalanmasının önemli araçlarından biri haline getirildi. Buna göre devlet özel eğitim okulları açmak yerine özel kurumları teşvik eder, özel kurumlara öğrenci başına ücret öder. Aileler için ücretli değildir ancak kamusal kaynaklar gerçekçi denetimden yoksun bu kurumlara akar. Kolay para kazanan rehabilitasyon merkezi patronlarının çoğu neredeyse mafyaya dönüşmüş durumdadır denebilir. Öğretmen ve uzmanları düşük ücretle ve ağır koşullarda çalıştırdıkları ve hakkını arayanları işsiz bırakmakla tehdit ettikleri yetmezmiş gibi bölgeleri paylaşırlar, öğrenci bulmaya çalışırlar ve öğrencileri ellerinde tutmak için her şeyi yaparlar. Bazen kağıt üstünde usulsüzlük yaparak öğrenci sayısını çarpıtırlar hatta bazen eğitimini tamamlamış olmasına rağmen öğrencileri mezun etmemek için direnirler. Bunun için aileleri kandırmaktan ve yanlış yönlendirmekten de geri durmazlar. Bu kurumların yöneticilerinin önemli bir kısmı anneler üzerinde hegemonya da kurmakta, hangi etkinliğe katılacakları hangisine katılmayacakları konusunda direktif vermekten çekinmemektedirler. Yine de çocukların eğitim alabilmesi için tek seçenek bu okullardır ve anneler bu okullardaki uygulamalara göre çocuklarının hayatına yön vermeye çalışırlar. Dolayısıyla sermaye sınıfı bu başlıkta da engelli bireyler ve onların aileleri üzerinden para kazanmaktadır.

Engellilik, en başta engelli olarak doğmak sınıfsaldır. Akraba evliliği, hamilelik ve doğum sırasında yaşanan sağlık problemleri, bebek ve çocukluk döneminde sağlık hizmetine erişememe, yetersiz beslenme, çocuk yaşta çalışmaya başlama gibi durumlar yanında yetişkinlikte de iş kazasıyla engelli kalma ihtimali çok fazladır. Benzer şekilde onbinlerce yurttaşın canına mal olan depremler, onbinlercesini de engelli bırakmıştır. Tabii Türkiye’de şubat depremlerinden sonra kaç yurttaşın engelli olduğu da resmi kaynaklarda açıklanmamaktadır. Engelliler sokaklarda yok, resmi raporlarda yok; sadece düzen siyasetçilerinin fotoğraflarında, belediyelerin ne kadar engelli dostu olduğunu anlatan göstermelik projelerinde, şirketlerin marka değerini yükseltmek için yürüttükleri sosyal sorumluluk faaliyetlerinde varlar. Ancak biliyoruz ki engelliler her ne kadar toplumsal hayattan izole edilmiş olsalar da aileleriyle birlikte işçi sınıfının önemli bir kısmını oluşturuyorlar. O halde engelliler ve engelli yakınları işçi sınıfı bayrağı altında toplanmalı ve 1 Mayıs kortejinde yerini almalıdır.

TKP'den 1 Mayıs açıklaması
  • 1

     https://www.nibusinessinfo.co.uk/content/advantages-employing-people-disabilities

  • 2

     https://hbr.org/2023/07/disability-as-a-source-of-competitive-advantage

  • 3

     https://www.who.int/news-room/fact-sheets/detail/disability-and-health