Enerji krizinde yeni perde: Zam yağmuru geliyor

Dünyada artan gaz, petrol ve kömür fiyatları ile başarısız ekonomi yönetimi nedeniyle dolar kurundaki artış zammın habercisi.

Turgut Yıldız

Akaryakıtta ardı ardına gelen zamların arkasından elektrik ve doğalgaza da zam yapılması bekleniyor. Dünyada artan gaz, petrol ve kömür fiyatları ile başarısız ekonomi yönetimi nedeniyle dolar kurundaki artış zammın habercisi.

Ağustos ayında kesintilerle zirveye çıkan elektrik arzındaki sıkıntı, dünya genelinde artan doğalgaz fiyatları, başarısız ekonomi yönetimiyle birlikte yükselen döviz kuru ve yaşanan kuraklık nedeniyle krize dönüştü. Krizin yeni perdesi ardı ardına gelen akaryakıt zamlarıyla açıldı. Enerji patronlarının %40-45 oranında zam talebini dillendirebildiği koşullarda ana muhalefetin çözüm önerisi “o zaman tüketmeyiz” olabiliyor en fazla.

Ancak enerjiden faydalanmak yaşadığımız çağda sağlık, eğitim, barınma gibi temel bir ihtiyaca dönüşmüş durumda. Yaklaşan zam yağmuruna ve krizin iç yüzüne daha yakından bakmak gerekiyor.

Arz güvenliği: Bir planlama problemi

Yaklaşık 97 bin MWe kurulu güce sahip olan ülkemizde ani puant yük 45 bin MWe civarında seyrediyor. Buradan bakıldığında mevcut kurulu gücünün ve üretim kapasitesinin talebini karşılamaya yeterli olduğu ve muazzam bir atıl kapasite bulunduğu söylenebilir. Ancak santrallerin kapasite faktörleri, santrallerin piyasa koşullarında verimli ve planlı işletilememesi, altyapı sorunları, kaynak ve ekipmanlarda dışa bağımlılık, üretim ve tüketimde bölgesel dengesizlik, gerçekçi olmayan projeksiyonlar, kur riski ve dalgalanan fiyatlardan doğrudan etkilenme gibi sebepler yüzünden sadece verilere dayanarak olumlu bir tablo çizmek olanaklı değil. Saydığımız sorunların yansımasını bu sene talepte yaşanan rekorlar nedeniyle mevcut üretimin yetersiz kalması ve ülke genelinde planlı kesintiler yaşanması ile de görmüş olduk. Ancak asıl yetersiz kalan ülkenin santralleri ve kaynakları değil serbest piyasa ve piyasa işletmeciliği oldu.

Arz güvenliği sorunu piyasalaşma ve dışa bağımlılıkla iç içe geçmiş bir planlama sorunu haline gelmiş durumda. Uzun yıllardır hükümet bu sorunu sürekli yeni arz girişleri yaratarak çözmeye çalışıyor. Ancak başarısız ekonomi yönetimi nedeniyle kurların sürekli artması kaynak maliyetini yükseltirken, yeni yapılan santrallere enerji arzından ziyade inşaat yatırımı gözüyle bakılarak özellikle yenilenebilir enerji ve nükleer enerji alanında verilen yüksek garantiler de ülkenin geleceğini ipotek altına alıyor.

Dışa bağımlılık ve yüksek kur kriz getiriyor

Türkiye’nin arz güvenliği probleminin bir başka boyutu ise doğrudan kaynaklar ile ilgili. Dışa bağımlılık, fosil yakıtlar açısından çevre ülkeler kadar zengin olmayan ülkemizde uzun yıllardır tartışılan bir konu. Birincil enerji üretiminde kullanılan kaynakların yüzde 70, elektrik üretiminde kullanılan kaynakların ise yüzde 40’tan fazlası ithal kaynaklardan oluşuyor. Kaynak bazında ise doğalgaz ve petrolde yüzde 95’ten fazla dışa bağımlılık söz konusu.

Kuraklık nedeniyle doğalgazın ikamesinde kullanılan hidrolik kaynakların elektrik üretimindeki payının azalması, doğalgaza olan talebin artması, uzun yıllardır söylenegelen yerli kömür santrallerinin kurulamaması ve doğalgazda büyük kontratların 2021 yılında bitiyor olması enerji arzında sorunlara yol açtı. Azerbaycan ile yeni yapılan gaz anlaşması ve Rusya ile yapılan görüşmelerde bu açığın kapatılması çerçevesinde okunmalı. Dünya genelinde fiyatların yükseldiği, dolar kurunun rekorlar kırdığı bir ortamda yapılan anlaşmaların Türkiye’nin cari dengesini bozacağını düşünmek yanlış olmayacaktır.

Dünya genelinde kaynaklarda fiyat artıyor

Dünya çapında doğalgaz fiyatları, salgın sonrası Asya ülkelerinin yükselen talebi nedeniyle yılbaşından bu yana artıyor. Doğalgazdaki artış başta kömür olmak üzere diğer kaynakların da fiyatlarının yükselmesine yol açtı. Çin’in her ne pahasına olursa olsun üretimi durdurmama kararı enerji kaynakları anlamında Asya’yı bir kara deliğe çevirmiş durumda. Olayın zincirleme etkileri Asya ile sınırlı değil, büyük kömür tüketicisi Hindistan, Fukuşima sonrası nükleer santrallerini halen işletmeye alamayan LNG bağımlısı Japonya ve piyasa canavarının plansızlığa ittiği Avrupa da ciddi enerji krizleri ile boğuşuyor. Enerji krizi aslında geniş sebep yelpazesi ve bütüncül sonuçları ile kapitalizmin kırılganlığını gözler önüne sermesi açısından belki de yakın dönemin en önemli olaylarından birisi.

Kaynak maliyetlerindeki bu dengesizlikten Türkiye ise doğrudan etkileniyor. Kaynak maliyetlerindeki artışın üzerine bir de döviz kurundaki artış eklenince petrol, akaryakıt ve doğalgazda neredeyse tamamen dışa bağımlı olan Türkiye'de fiyatlar da buna bağlı olarak yükseliyor. Petrol ve petrol ürünlerindeki fiyat artışları lojistik sektörüne doğrudan yansıdığından ürün fiyatları artıyor. Doğalgazdaki artış ise ısınma ve elektrik maliyetlerini yükseltiyor.

Patronlar zam, yurttaşlar geçim derdinde

Türkiye’de enerji tesislerinin özelleştirilmesi ve yeni yatırımların alım garantileriyle özel sektör tarafından yapılması sonucunda elektriğin yüzde 80’den fazlası özel sektör eliyle üretiliyor. Petrol, elektrik ve doğalgaz sektörleri tamamen piyasalaşmış durumda. Üretimin yanı sıra dağıtım ve perakende satış faaliyetlerinin de ayrı ayrı özelleştirilmesi sinekten yağ çıkarırcasına enerji sektöründeki faaliyetlerden kâr edilmesini sağlıyor ve yurttaşların sırtındaki fatura yükünü artırıyor. Neticede bugün, evlere gelen faturalarda en az üç şirketin kârı bulunuyor.

Patronların kârını kısmak istemeyen hükümet doğalgaz ve akaryakıtta fiilen sübvansiyon uyguluyor ve patronları korumak adına kamuyu zarara uğratıyor. Buna rağmen sübvansiyon mekanizmaları da artık yetersiz hale geldi ve yılbaşından bu yana doğalgaza yüzde 19 zam yapıldı. Benzer şekilde akaryakıtta ÖTV sübvansiyonunun sonuna gelindi. Artık yapılan her zam pompaya yansıyacak.

Krizi gören patronlar, kamu kaynaklarının kendilerine yetmeyeceğini sezdi ve elektrik ve doğalgaza yüzde 40-45 civarı zam talebinde bulundu. Geçtiğimiz hafta enerji borsası için uygulanan tavan fiyat belirleme formülü değiştirilerek azami fiyatın EPDK tarafından yükseltilmesi Enerji Bakanlığının kömür ve doğalgaz patronlarına boyun eğdiğini gösteriyor.

Kriz nasıl aşılır?

Yukarıdaki çerçeveye bakınca içinden geçtiğimiz krizi enerji krizi olarak adlandırmak yetersiz kalıyor. Belki ekonomi, dış politika, çevre ve enerji konularında iç içe geçmiş bir yönetim krizi olduğu söylenebilir. Yükselen fiyatlar, enerji arz sıkıntısı, dövizdeki dalgalanma ve ihtiyaç duyduğumuz kaynakların en yakın ve “güvenilir” tedarikçisi Rusya ile yaşanacak olası gerilimler göz önünde bulundurulduğunda AKP’nin içinden çıkması zor bir sorunla karşı karşıya olduğu söylenebilir. Elbette AKP’nin ilk refleksi zamlarla yükselen maliyeti tabana yaymak olacak. Politik kaygılarla oranını ve sıklığını tahmin etmek zor olsa da yüksek zamların kaçınılmaz olduğu söylemiyle toplumun ikna edilmesine çabalandığını görüyoruz.

Ancak iktidarın mevcut araçlarla işin içinden çıkması zor görünüyor. Kapitalizmin kırılganlığının hem Dünya genelinde gün yüzüne çıktığı hem Türkiye’de piyasacılığın tıkandığı bu noktada enerjide piyasa egemenliğinin sonlandırılması meşru bir talep olarak gündeme daha güçlü getirilmeli. Bunu başarabilmek içinse elektrik üretimi, iletimi ve dağıtımı başta olmak üzere enerji arz ve talebini yönetmek üzere bütüncül bir merkezi planlama hedeflemek, piyasa anarşisi yerine çağdaş planlama araçlarını kullanmak ve kamu işletmeciliğine geçmek kaçınılmaz görünüyor.