Yasin Aktay hayatımızda hiçbir anlam ifade etmeyebilir. Ancak AKP Genel Başkan Başdanışmanı olan Yeni Şafak yazarının “akademik bir sosyolog” olduğu düşünülünce söyledikleri önemsenmeli ve çürütülmeli
Ogün Eratalay
Yasin Aktay 1966 Siirt doğumlu, ODTÜ Sosyoloji bölümü 1990 mezunu. Sonrasında aynı bölümde yüksek lisans ve doktorasını tamamlıyor. Doktora tezini Temmuz 1997’de savunuyor. “Beden, metin, kimlik: Modern Türkiye'de İslamcı otantisite söylemi” başlıklı tezinin danışmanı Bahattin Akşit. Jürisinde eski YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan ve günümüzde İlim ve Hikmet Araştırma Merkeziyle tanınan Abdullah Topçuoğlu var. Yasin Aktay AKP’li. Dış İlişkilerden ve İnsan Haklarından sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı yapmış, 2015-2018 arasında Siirt milletvekilliği olmuş. Şimdi ise AKP Genel Başkan Başdanışmanı. Aktay aynı zamanda Türkiye Bilimler Akademisi üyesi. SETA Vakfı, Stratejik Düşünce Enstitüsü gibi düşünce kuruluşlarında aktif. 2006 yılından bu yana Yeni Şafak’da yazıyor.
*
Aktay, 25 Kasım tarihli yazısında Endonezya’daki müslümanlığın güzellemesini yapıyor. Hayalindeki toplumu orada gördüğünden emin, analizlerini teorileştirmeye doğru adım atıyor.
"Endonezya, tarihi itibariyle sömürgeciliği yaşadığı kadar ona karşı direnişi de iki yüz yıl boyunca bütün alanlarda yaşamış bir halk. Bu direniş büyük ölçüde İslam ulemasının ve onun etrafında şekillenen çok güçlü bir sivil toplum geleneğiyle mümkün olabilmiş. Bugün Endonezya’nın 1945’ten beri kavuşmuş olduğu bağımsızlığı, bedeli bütün halk tarafından ödenmiş, dolayısıyla değeri çok iyi bilinen bir durum. O yüzden bağımsızlıktan sonra gelişen demokrasi diğer İslam ülkelerine nazaran çok daha güçlü temellere oturmuş duruma.
Bağımsızlık hareketlerine öncülük etmiş olan ve bu esnada birbirleriyle belli şekillerde işbirliği içinde olmuş olan Muhammediye, Nedvetu’l Ulema, İttihadu’l-İslam ve irili ufaklı sayısız İslami cemaatlere dayanan İslami hareket, toplumun bütün kırsal damarlarına kadar toplumu işlemiş ve Hollanda’nın temsil ettiği Batılı sömürgeciliğe karşı kendi kültürünü, kimliğini sürekli besleyerek canlı tutmuş, bağımsızlık mücadelesi için en büyük gücü oluşturmuştur. Bu açıdan Endonezya’da İslam toplumun en karakteristik özelliği. Genellikle Türklerin Hac ve Umre günlerinde bembeyaz ve tertemiz kıyafetleriyle, disiplin ve intizamlarıyla haklarında ortak intibalar oluşturdukları Endonezyalıların bu durumları kendi ülkelerindeki hal ve tavırlarının bir yansıması. Tesettür, mesela, olabildiğince hayatın tabii bir yanı olarak yaygın ama bu tesettürü tercih etmeyenleri dışlayan veya yokeden bir davranış değil. Seküler bir hayatı benimseyen insanlar da var ve onlar için de her türlü imkân ve ortam mevcut. Kendisiyle, halkıyla halkı da birbiriyle barışık bir toplum."
Endonezya bu örnekte de görüldüğü gibi bugün ülkemizdeki gericiliğin en sevdiği örneklerin başında geliyor. Gerçek tarihi kimsenin araştırmayacağından o kadar eminler ki, kendi fikirlerini tarihsel bir gerçekmiş gibi arka arkaya sıralayıp, teorize edebiliyorlar. Okuduğumuzda bizlere “huşu veren” Hac anılarından o kadar farklı ki gerçekler. Bunu onlar da biliyor gibi bal gibi ama yine de tekrar etmekten vazgeçmeyelim.
İddia-1: Endonezya direnişi büyük ölçüde İslam ulemasının ve onun etrafında şekillenen çok güçlü bir sivil toplum geleneğiyle mümkün olabilmiş.
Yanıt: Endonezya, 20.yüzyılın başında Hollanda sömürgesiyken hem ülke içinde hem de sömürgeci Hollanda’nın bağrında Marksist aydınlar bağımsızlık fikrini ortaya atmış ve bunun için çalışmaya başlamışlardır. Ekim Devriminin de etkisiyle kurulan Endonezya Komünist Partisi (Partai Komunis Indonesia) PKİ bağımsızlık mücadelesinin önde gelen unsuru olmuştur. Ülkede önemli bir Cumhuriyetçi damar mevcuttur ve sömürgeciliğe karşı boyun eğmez.
İddia-2: Bağımsızlıktan sonra gelişen demokrasi diğer İslam ülkelerine nazaran çok daha güçlü temellere oturmuş durumda.
Yanıt: Endonezya, 2. Dünya Savaşı sırasında Japonya işgaline uğrar. Sömürgeci Hollanda altyapısını tasfiye eden Japonlar kendi emperyal gündemlerini ülkeye dayatır. Japonlar, savaşın son dönemlerinde askeri yenilgilerin etkisiyle bölgeden geri çekilmek durumunda kalır. Ancak geri çekilmeden önce 1944 yılı Eylül ayında Japon Başbakan Kuniaki Koiso (1880-1950) Endonezyalı direnişçileri yatıştırmak için ülkenin bağımsızlığının tanınacağını ilan eder. Sukarno ve burjuva İslamcı liderler bu sözler üzerine başta komünistler olmak üzere cumhuriyetçileri maceraperest olmakla suçlayıp, işgalcilerle işbirliği yaparak ülkede huzurun sağlanması adına saldırıların başlamasını sağlar. Japonların ayrılmasından sonra ülkede denetimi kurmak için gelen İngilizler ve sonrasında yeniden sömürgelerine kavuşan Hollandalılar Sukarno ve İslamcı liderler nezdinde sadık işbirlikçiler bulurlar. Komünistlere karşı hem sömürgeciler hem de işbirlikçileri cephe almıştır. İslamcılar ise gelişmekte olan Soğuk Savaş ortamında güvenilir bir müttefik adayı olmuştur.
İddia-3: İslami hareket, toplumun bütün kırsal damarlarına kadar toplumu işlemiş ve Hollanda’nın temsil ettiği Batılı sömürgeciliğe karşı kendi kültürünü, kimliğini sürekli besleyerek canlı tutmuş, bağımsızlık mücadelesi için en büyük gücü oluşturmuştur.
Yanıt: Yukarıda anlattığımız gibi ihmal edilebilecek bir azınlık hariç tüm İslami örgütler düzen adına sömürgecilerle işbirliği yapmış, ulusal kurtuluş mücadelesinin işçi sınıfı iktidarına yönelmemesi için sübap görevi görmüştür. Gerçek bağımsızlığın ancak sömürgecilerden, onlarla işbirliği yapan asalaklardan kurtulmakla olacağını savunan komünistler Endonezya halkının güvenini kazanmıştır. 2. Dünya Savaşı sırasında Japonlara karşı gerçek anlamda mücadele eden tek örgütlü güç olan komünistler, üye sayısının milyon mertebesinde ölçülür hale gelmesiyle halkın gerçek öncüsü olmuştur.
İddia-4: Tesettür, mesela, olabildiğince hayatın tabii bir yanı olarak yaygın ama bu tesettürü tercih etmeyenleri dışlayan veya yok eden bir davranış değil. Seküler bir hayatı benimseyen insanlar da var ve onlar için de her türlü imkân ve ortam mevcut. Kendisiyle, halkıyla halkı da birbiriyle barışık bir toplum
Yanıt: Endonezya bağımsız olsa da Sukarno iktidarı emekçilerden yana bir rejim olmaktan uzaktı. Ülkede komünistlerin etkisi ve örgütlülüğü artıyordu. Bu aşamada emperyalizm ve egemen güçlerin komplosu sahneye koyuldu. Günümüzde artık CIA tarafından gerçekleştirildiği şüpheye yer olmadan kanıtlanan bir askeri darbe sonrasında komünist partiye yönelik saldırılar başlatıldı ve işçi sınıfı örgütleri dağıtıldı, sınıfa müdahale edildi. Yaklaşık 1 milyon komünist ve sempatizanın öldürüldüğü sürecin sonunda 30 yıl sürecek olan Suharto (1921-2008) diktatörlüğü başlamış oldu. Komünizm karşıtı ve işçi düşmanı politikaları tarafından emperyalist ülkeler tarafından yıllarca el üstünde tutulan rejim, bugün güzellemesi yapılan İslami anlayışın ülkeye zorla dayatılmasında doğrudan rol oynamıştır. Dolayısıyla yazarımızın bahsettiği Endonezya’daki hayatın bir parçası olan İslami kültürel zenginlikler ve güya sekülerle gösterilen tolerans ve barış resmi, halka karşı işlenmiş inanılmaz vahşilikte bir katliamın üzerindeki ciladır, kazınınca altından emperyalizm, işbirlikçilik ve işçi sınıfı düşmanlığı çıkar.
*
Yazıya Aktay’ın doktora tezinin başlığını anarak başlamıştık. Yine bir akademik başlık önererek bitirelim: Sömürgesever darbeciler ile emperyalizm arasında siyasal İslam: İşbirlikçiliğin otantisitesi!