Emperyalizmle mücadelede önceliğimiz hâlâ NATO

Türkiye’de NATO karşıtlığını güçlendirme görevimiz hem yurtseverliğimizin gereği hem de uluslararası sorumluluğumuzun bir parçası olarak giderek artıyor.

Cansu Oba

20.09.2023

“NATO topraklarındaki 1 milyar insanı korumak için 3 milyondan fazla asker var.”

Bu ifade geçtiğimiz günlerde Oslo’da toplanan NATO Askeri Genelkurmay Başkanları Konferansı’nın ardından NATO Askeri Komite Başkanı’nın yaptığı açıklamadan.

3 milyon asker, NATO’ya üye 31 ülkenin ordularının mevcudunun toplamı.

Bunun yaklaşık 500 bini Türk askeri. Sıralamada Türkiye, bir milyondan fazla askeriyle ilk sırada yer alan ABD’yi, Fransa ve Almanya da Türkiye’yi izliyor.

3 milyon askerlik NATO gücü, dünya nüfusunun yaklaşık sekizde birinin yaşadığı genişlikte bir coğrafi alanda hareket etme kabiliyetine sahip. En başta da ABD’nin bölgeye yayılmış askeri varlığıyla. Tek başına ABD’nin yalnızca Avrupa ülkelerinde konuşlandırılmış bulunan 70 binin üzerinde askeri bulunuyor.  Bu yerleşik askeri gücün üzerine bir de 5. maddenin sağladığı hareket esnekliğini ekleyelim. Üye ülkelerden biri saldırıya uğradığında tüm üye ülkelere bunu kendilerine yapılmış bir saldırı sayacağını söyleyen ve “koruma” görevini onlara da yükleyen meşhur 5. madde…

Hareket alanının bununla da sınırlı olmadığını biliyoruz. NATO güçlerinin NATO üyesi olmayan Ukrayna’ya savaş desteği sürüyor. Avrupa-Atlantik alanı dışına çıkan NATO operasyonları sır değil. Irak, Afganistan, Suriye…

Ama şu anda “koruma” alanının dışıyla değil içiyle ilgili kalalım.

NATO’nun 1 milyarlık  hareket alanından gelelim 85 milyonluk bir yarımadaya, kendi ülkemize odaklanalım. 

85 milyonu korumakla görevli NATO misyonunun envanteri kabaca şöyle: ABD’ninkiler de dahil olmak üzere yaklaşık 40 üs, 25 NATO radarı, sadece İncirlik Üssü’nde bulunan 50 B-61 hidrojen bombası. Bunlar bilebildiklerimizden bazı örnekler. Bir de güvenlik gerekçesiyle lokasyonu gizli tutulan üsler ve nükleer silahlar var.

Fiilen ülke sınırları içinde bulunan toplam NATO askeri gücünü ise sayısal olarak net bir şekilde ifade etmek zor. Çünkü 3 milyonluk NATO ordusunun 500 binlik parçası olan TSK bir süredir ülke sınırları içine sığmayı bırakmış durumda. 10’un üzerinde ülkede yer alan TSK personelinin bir kısmı NATO ve BM operasyonları kapsamında oradalar. 

NATO’nun 1991’den beri devam eden genişleme eğilimi Sovyetler Birliği’nden gelen tehdide karşı kurulduğu hikayesini boşa çıkaralı çok oldu. Elbette Sovyetler Birliği’nin ortadan kalktığı bir dünyada NATO’nun misyonunun olduğu gibi korunduğunu söylemek doğru olmaz. Ama temel fikir değişmiyor. NATO’nun kuruluşundaki koruma güdüsü Sovyetler Birliği’nden gelecek potansiyel saldırılara karşı batılı ülkelerin savunulmasına dayanmıyordu. Amaç, verdiği büyük kayıplara rağmen faşizme diz çöktürerek dünya haklarının sempatisini kazanmış işçi iktidarının dünyanın geri kalanında sömürülenler için örnek oluşturarak tehdit ettiği sermaye egemenliğini korumaktı.

Bunun için uluslararası tekellerin çıkarlarını her koşulda korumaya ve emperyalist hegemonyayı sürdürmeye ihtiyaç vardı. NATO bunun için yeri geldi açıktan ya da örtülü bir biçimde kontrgerilla örgütlenmeleriyle dünyada ve Türkiye’de doğrudan solu hedef alan eylemler gerçekleştirdi. Ama kaba kuvvetin ötesinde araçlar da her zaman devrede oldu. Prestiji defalarca kez zedelenmiş ABD emperyalizminin emperyalizm içi hiyerarşideki konumunu korumak için kaba kuvvetten başka araçlara da ihtiyaç olduğu ortada. Fransa, hinterlandında yer alan Afrika ülkelerini teker teker kaybederken baştan beri dillendirilen askeri müdahale seçeneğinin batı yanlısı Afrika işbirliği örgütlerinin eliyle dahi hayata geçirilemiyor olmasının Afrika ülkeleri arasındaki bu taraflaşmadaki askeri güç asimetrisi haricinde kaynakları var. 

NATO kuşkusuz ki bu nedenle askeri bir pakttan fazlası. 3 milyonluk ordunun emperyalizmin üç kuruş kalmış itibarını koruyabilmesi için zorun tek başına sağlayamayacağı meşruiyet kaynaklarına ihtiyacı var. Toplumun ideolojik ve kültürel kodlarına işlenmek üzere NATO destekli girdiler sivil toplum, medya ve başka pek çok kanaldan bulaşıyor.

ABD emperyalizminin ve onun koruma kalkanı olarak NATO’nun meşruiyet kaynaklarında uzunca zamandır kuraklık hasıl olduğunu biliyoruz. Dahası Türkiye emperyalizm ve NATO karşıtlığı açısından tarihsel referansları sağlam ve bol bir ülke. Fakat güncel referansların bu tarihsel kaynakları beslediğini gönül rahatlığıyla söyleyebileceğimiz koşullar yok ortada.

NATO ile NATO’nun felsefesinin temelinde yatan sermaye iktidarı kutsalı görmezden gelinerek kurulan ve gerçek olmayan her karşıtlık NATO’culuğun mevzi kazanmasıyla sonuçlanıyor. Türkiye’de bir yıl içinde ABD ve AB yanlısı bir dış politikaya öncelik verilmesi gerektiğini söyleyenlerin oranının yüzdesinin on puan artarak yaklaşık yüzde 47’ye ulaştığını gösteren anket sonuçları biraz da bununla ilişkili. Emperyalist sistem içi rekabet artarken dünya düzeninin mutlak bir dengeye yaklaştığını söylemek imkansız. Üstelik bazı açılardan daha da tahmin edilemez bir hale geliyor. Hırçınlaşıyor. Neredeyse tek freni karşılıklı nükleer tehdidin öngörülemezliği olan bir dünya düzeninden söz ediyoruz.

Bu tabloda NATO üyesi bir ülke olarak Türkiye’ye yerleştirilmiş bulunan yerini bildiğimiz bilmediğimiz onlarca nükleer silah halkı korumuyor. Tek koruduğu kendi sınıfsal hegemonyasının devamlılığı olan ve hiçbir ahlaki sınırlama tanımadan hareket eden suç örgütü, üye ülkelerin halklarından başlayarak tehdit saçıyor.  

Yani 3 milyonluk ordusuyla NATO en başta o 1 milyarı tehdit ediyor. 

Türkiye NATO üyesi bir ülke olarak kalmaya devam ettiği müddetçe Türk ordusu da bu tehdit unsurunun bir parçası. Ve NATO kurumsal yapısı itibariyle başka herhangi uluslararası girişimin sahip olmadığı bir bağlayıcılığa ve yaptırım gücüne sahip. İsveç’in NATO üyeliğinin yakın zamanda meclise gelmesi bekleniyor. Oylanan NATO’nun genişlemesi olacak. 

NATO’nun Türkiye’nin güvenliğinin teminatı olduğu ve genişlemiş bir NATO’nun daha güvenli bir Türkiye anlamına geleceği yalanını tamamen bir kenara bırakalım. Ve meseleye bir de Türkiye’nin zorunlu olarak olası bir çatışmanın içine sürüklenebileceği alanın genişlemesi olarak yaklaşalım. NATO’nun Karadeniz ilgisi artmaya devam ederken Bulgaristan’a yeni inşa edilecek çok uluslu NATO üssüyle NATO üyelerinin Ukrayna geriliminin içine biraz daha çekilmesi söz konusu. Ve bu esnada genişlemenin güncel aktörü İsveç’e de baktığımızda görüyoruz ki, meselenin özünü sağlıklı bir biçimde tartışan İsveçli komünistlerin yaklaşımını dışarıda bıraktığımızda, çıkan en eleştirel ses NATO’nun temellerine yönelmeden konunun özgür batının otoriter Türkiye’ye boyun eğmesi eksenine indirgendiği utanç verici bir seviyeye gerilemiş durumda. Bu koşullarda Türkiye’de NATO karşıtlığını güçlendirme görevimiz hem yurtseverliğimizin gereği hem de uluslararası sorumluluğumuzun bir parçası olarak giderek artıyor.