Devlet Opera ve Balesi (DOB) şirketleşirken… (1)

Balede özel sektörün en büyük şirketine sahip olan Tan Sağtürk’ün DOB Genel Müdürü yapılması, İslamcıların hem siyasal programlarının, hem de liberal hasat iştahlarının doğal sonucudur.

Melis Gönenç

Gazeteci Melis Gönenç'in 7 bölümlük yazı dizisinin ilk bölümünü yayımlıyoruz. Gönenç, Devlet Opera ve Balesi üzerine soL'da çok sayıda makale yayımladı, "İslamcı Yıllarda Devlet Opera ve Balesi" kitabı Yazılama Yayınevi'nden çıktı. Gönenç'in yeni yazı dizisinin gelecek bölümlerini önümüzdeki haftalarda pazar günleri soL'da okuyabilirsiniz.

Bale sanatında özel sektörün en büyük şirketine sahip olan işadamı Tan Sağtürk’ün Saray tarafından DOB Genel Müdürü yapılmış olması, DOB’un şirketleşmesini hızlandırarak kamusal kimlik ve kurumsal yapısını “özelleştirmek” isteyen İslamcıların hem siyasal programlarının, hem de liberal hasat iştahlarının doğal sonucudur.

Milli tacir Tan Sağtürk’ün neden, nasıl ve hangi koşullarda genel müdür yapıldığını, DOB’u bundan sonra nelerin beklediğini, İslamcıların ajandasının hangi yönü işaret ettiğini önceki bir yazıda kaleme almıştık (Tan Sağtürk Company: DOB A.Ş., Sol Haber, 16 Eylül 2023). 

Erişim engeli getirildi.

Tacirin atanışının üzerinden bir yılı aşkın süre geçtikten sonra, DOB’da olup bitenlere yönelik ilk değerlendirme için gerekli somut veriler ortaya çıkmış durumda.

Ama önce, erişim engelli yazımızı ana hatlarıyla özetleyelim; şirketleştirme/ özelleştirmenin içeriğini anlayabilmek için, Laik Cumhuriyet’in yüksek sanat kurumlarının hangi nitelikleri taşıdığını anımsamak gerekir.

Laik Cumhuriyet’in yüksek sanat kurumları,

a) Kamusal niteliklidir. Yani, bütçeleri devlet tarafından sağlanır. Sanatçılar, diğer çalışanlar gibi, devlet memurlarıdır. Böylelikle, yüksek sanatların devamlılığı güvence altına alındığı gibi, farklı siyasal çıkar grupları ve mali güçlerin olası etkilerine karşı kurumsal ve sanatsal korunma da öngörülmüştür. Dolayısıyla, liberal bir yaklaşıma mesafeli durulacağına yönelik şifreleme yapılmıştır.

Öte yandan, bu kurumlara yüklenen temel görevlerden biri, kamusal nitelikleri gereği, halkın düzeyli sanatsal eğitimine katkı sağlamaktır. Kamusal eğitim işlevi, ancak piyasa/kâr sarmalının baskılandığı bir ortamda sağlıklı biçimde gerçekleştirilebilir. Bu işlev, turnelerden, farklı il ve bölgelerde yerleşik olmaya, bilet ücretlerinden, yüksek sanat ile kan uyuşmazlığı taşıyan ek gelir amaçlı işler yapılmasının yasaklanmış olmasına, sanatsal görgü ediniminden, örgün ve yaygın eğitime destek olmaya kadar, geniş bir yelpazeyi oluşturur.

b) Evrensel, yani, Batı sanatı icra ederler. “Batı” kavramı coğrafi olmanın ötesinde, tarihsel bir kavramdır ve Rus-Sovyet kültür alanını da içerir. Toplumsal evrimdeki “ileri” aşamayı temsil eder. Aynı şekilde, “Ulusal” kavramı da sosyolojik değil, tarihsel olana işaret ettiği için, yüksek sanatların yerel sanatlar ile kuracağı ilişkilerin meşruluk zeminini, yerel sanatların ulusal nitelik taşıyıp taşımadıkları belirler. Her yerel ulusal olamayacağı gibi, ulusal olan, yerellerin toplamı demek de değildir.

Örneğin, alaturka müzik yerel ama ulusal değildir. Halk müziği ise hem yerel, hem ulusaldır.

c) Yüksek sanat ile popüler sanat arasında çok kesin ve kalın bir sınır öngörürler. Bunlar asla yan yana gelemez, geçişken olamazlar. Yüksek sanat kurumlarında yalnız yüksek sanat yapılır. Bu sanatların hangileri olduğu, eğitim süreç ve programlarıyla tanımlanmıştır. 

d) Kendi bünyelerindeki sanatçılar tarafından yönetilirler. İki önemli neden ile:

*Kurumu, başta siyasal iktidar olmak üzere, olası dış etmenlere karşı olabildiğince korumak.
*Kurumsal derinlik ve bilinci kökleştirmek.

Bunların doğal sonucu olarak da, bir yandan yasal düzlemde özerk modele yakın (bağlı kuruluş konumu ve merkezi olmayan iç yönetim), öte yandan tek adam rejimi riskine karşı denge arayışlı (anlamlı yetkilerle donatılmış yönetsel kurullar, kurum içi seçimle gelen temsilciler vb.) bir oluşum ortaya çıkmıştır.

Yüksek sanat kavramı ve kurumlarının sanatsal ve yönetsel nitelikleri böyle olunca, Laik Cumhuriyet’e düşman olan İslamcıların seyreltmek istedikleri niteliklerin de tamı tamına bunlar olduğu kendiliğinden açığa çıkıyor.

İslamcılar yüksek sanata liberal kapan kuruyorlar

Nasıl yapıyorlar?

Yüksek sanat kavramı ve kurumlarını liberalleştirerek.

1) Yüksek sanat kurumlarının kamusal niteliğini rendeliyorlar. Kurum bütçelerinin hallice bir kısmının sponsor marifetiyle edinilmesi için kurumlara baskı yapıyorlar. Bu ise kurumları holding sermayesine, doğal olarak da, piyasa/kâr/PR döngüsüne açık hale getiriyor. Yönetici ve sanatçılar bu sarmalın içinde giderek ticari kaygıları öne çıkan aparatlara dönüşüyorlar. Kurumların şirket mantığı ile yönetilmesi gereği kabul edildiği andan itibaren, hem başındakilerin, hem de sanatçıların “başarı” ölçütü, yeterli ölçüde tüccar zihniyeti taşıyıp taşımadıklarıyla ilişkileniyor. İş o noktaya varıyor ki, yüksek sanat kurumlarına yönetici-sanatçı atanırken, holdinglerin sanat birimlerini yönetmiş ya da yönetmekte olanlar ile bu birimlere hizmet arzında bulunanlar, veya sanatsal etkinlik şirketi sahip ya da ortakları yeğleniyor. Çift maaşlı hibritler; aynı başta iki kasket: Kamu ve özel sektör. Tabii, bunun sonucunda, kamusal olma niteliğinin tüm unsurları, eğitim işlevi dahil, birer birer yok oluyor.

İslamcıların amacı, bu kurumların başlarına, kurum bellek ve bilincinden yoksun, pragmatik zihniyetli, kamusal bakış açısı ve duyarlılığı düşük, doğrudan iş dünyasından tüccar yöneticiler getirmek. Bu kişilerin en azından yüksek sanat ile ilişkilerinin uygun kalibrede olup olmadığı, İslamcıların seçim ölçütleri arasında yer almıyor. “Şirket” ölçütü tek başına yeterli sayılıyor.

2) Yüksek sanatın evrensel niteliğini yozlaştırıyorlar. Laik Cumhuriyet tiyatro ve müziği “yüksek sanat” kavramına yerleştirirken, yukarıda belirttiğimiz gibi, ulusal ile evrensel arasında tarihsel bir ilişki kurmuştur. Bunun sonucu olarak da, Osmanlı artığı tuluata karşı Batı tiyatrosunu, yine Osmanlı artığı alaturka müziğe karşı çoksesli Batı müziğini benimsemiştir. Tuluat da, alaturka da estetik olarak geri, siyasal olarak ise gerici türlerdir. 

İlk evrede alaturkanın öz, yani, milli (ulusal) müziğimiz olduğu efsanesini, çoksesli müzik dünyasından bazılarına maddi, manevi çıkarlar sağlayarak yeniden dolaşıma sokturdular. Amaç, bu müzik ve arabesk tarzı türevlerini yüksek sanat ve kurumlarının doğal bileşeni yapmaktı. Çocuksu zorlamalar dışında bunun olanaklı olmadığı anlaşılınca, bu kez tarihsel bir meşruluk arayışına girdiler: Opera, bale ve senfonik müziğin Osmanlı’da köklü bir geleneği olduğu savı… İçinden geçtiğimiz süreçte, cahilane bile denemeyecek ölçüdeki bu hamşoluğu kabul ettirme peşindeler.

Tabii, bu arada, yüksek sanat ile popüler sanat arasındaki makası daraltıp, geçişkenliği dayatarak, Laik Cumhuriyet’in kültür-sanat anlayışını, sözde demokrat tutum adına, avamfirip söylem ve uygulamalarla torpillemiş oluyorlar.

3) Yüksek sanat kurumlarını bir yandan merkezileştirip, tek adam yönetimlerine kilitlemek, öte yandan, kurum dışı unsurlara yönettirerek, kurumsal derinlik ve bilincin bütünüyle yok edilmesini sağlamak. Bu yolla da, tüm özerklik/esneklik alanlarını ortadan kaldırmak.

Bu sürecin ayrıntılarını önceki yazılarda kaleme almıştık.

Neden Tan Sağtürk?

Tan Sağtürk’ün genel müdür yapılması, liberalleştirmenin sondan bir önceki durağıdır. 

İslamcıların liberal projelerine son derece uygun biri:

* Katıksız işadamı. Yani, tüccar. Dolayısıyla, “kamu/kamusal” kavram alanı ve reflekslere uzak. 2000 yılında kurduğu ve sonradan Tan Sağtürk Akademi adını verdiği, bale tarihimizin en büyük dans okulu zincirine sahip şirketin patronu. Dünyaya ve her tür sanatsal etkinliğe şirket/kâr penceresinden baktığı için, DOB’un para kazanan, kâr eden şirket modelinde yönetilmesini, DOB’un etkinliklerinin, Laik Cumhuriyet-yüksek sanat ilişkisinin kimyasından çok, bu perspektife göre düzenlenmesini doğal ve gerekli kabul ediyor.

Devletin de şirketin de genel müdürü; her ikisi de onun kasasını dolduruyor.

* Kamu kurumu deneyimi hemen hiç yok. “Kamusal” ile tek anlamlı ilişkisi, eğitimini tamamladığı Ankara Devlet Konservatuarı öğrencilik yılları. Okulu bitirir bitirmez yurt dışına gidiyor. 28 yaşında, 1997’de dönüp DOB’a giriyor. Fakat yetersiz bulunduğu için, bir yılı zor tamamlayıp, DOB’u yerden yere vuran basın demeçleriyle ayrılıyor. 21 yıl sonra, 2019’da, 50 yaşında, DOB’a Saray’ın isteğiyle, DOB sanatçı ve çalışanlarının şaşkın bakışları arasında, 1309 sayılı yasanın saçı başı yolunarak alınıyor. Cumhuriyet tarihinde bir ilktir. İslamcılar için ise çok meşrudur çünkü kamu-kaç tutumu, DOB’un tahribi sürecinde en önemli kozları olacaktır.

* Sanatsal anlamda sıradan olmanın ötesinde, entelektüel bilgi ve görgü düzeyi, yerleştirildiği makamın gerektirdiği liyakati asla karşılayabilecek ölçüde değil. Birkaç basit dershane ve müzikal koreografisi yapmak dışında, devlet balesinde ne dansçı, ne koreograf, ne de bale eğitmeni olarak bir yere sahip. Bu boşluğunun getirdiği zafiyet, İslamcıların avucunda her şekle girmesini sağlayacağı için, onlarca makbul sayılıyor.

 Türkiye’ye baleyi sevdiren iki yüksek sanat dâhisi: Tan Sağtürk ve Asena.

* Popüler figür. Ancak bu özelliğini yüksek sanata değil, televizyon dizileri ve sefil magazin programlarına, magazin basınındaki sağlam yerine borçlu. Bu da İslamcıların yüksek sanata popüler kültür virüsü zerk etmelerini kolaylaştırıcı bir etmen. Unutmamalı ki, Tan Sağtürk baleye arabeski bulaştıran kişidir. Tam bir Orhan Gencebay hayranıdır. İlk dans klibini, 2003’te, Gencebay’ın Bir Teselli Ver’i eşliğinde çekmiştir. Baleyi arabesk ile sentezlemekle övünür. Bu sentezi, baleyi halka indirmenin sağlam ve gerçekçi yollarından biri olarak önerir. Baleyi popüler kültür unsuru olarak değerlendirdiğinin son göstergesi ise, İslamcıların 2020’de ısıttıkları, 2021’de kamuoyuna yansıması ardından DOB’un büyük tepkisine yol açan, “bale spordur” yaklaşımının mimar ve baş destekçilerinden olmasıdır. 

DNA’sında popüler kültür bataklığının tüm değer ve unsurlarını taşıyor.

* Siyasal konum olarak katıksız liberal. Tabii, Türk usulü; iktidarda kim varsa, ona yanaşan türden. FETÖ varken FETÖ’cü, sonra Saraycı, aynı zamanda Atatürkçü vb. İslamcıların en rahat iş gördüğü kıkırdak omurgalı bu yaratıklar tek bir yaşam ilkesine bağlıdırlar: Dolar. Dolayısıyla, siyasal inanç ve konumları üzerinde belirleyici etkiye sahip olmak hiç de zor değildir.

* İslamcılar, laik cumhuriyet yaklaşımının tersine, yüksek sanat kurumlarını, hem kurum, hem de yüksek sanat dışı unsurlarla yönetmeyi amaçlamaktadırlar. Nitekim Saray, 15 Temmuz 2018 tarih ve 4 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile, DOB genel müdürünün kurum dışından atanabileceğini, ayrıca, yüksek sanat ile ilişkili olma zorunluluğunun da kaldırıldığını karara bağlamıştır. 

12 Eylül rejimi, 1983’te, genel müdürün sanatçı olması gerekmediğine hükmederken (24 Mayıs 1983, kanun no: 2832. Resmi Gazete, 27 Mayıs 1983, sayı 18059, s.26), ki 1983 revizyonu, sanatçı olma zorunluluğunu kaldırmış olmasına karşın, genel müdürün yüksek sanat alanında meşruluk taşıyan, liyakat sahibi kişi olma gereğinde herhangi bir gevşemeye gitmemiştir, Saray, 2018’de, genel müdürün yüksek sanat ile ilişkisinin de kopartılabileceğine karar vermiştir; yüksek sanat ile popüler sanat arasındaki farkın kalkmasını istemektedir. Yüksek sanatı popüler kültürün türevlerinden birine dönüştürme çabası, Laik Cumhuriyet’in kültür temeline doğrudan saldırıdır.

Ancak, 2018’deki seçim başarısı tartışmalı olduğundan, Saray, Laik Cumhuriyet’in bu kurumuna, DOB’a, radikal bir saldırıyı göze alamaz; yasalaştırdığını uygulamayı daha uygun koşulların ortaya çıkacağı bir zaman dilimine erteler. Zaten Tan Sağtürk adı da DOB nezdinde hiçbir sanatsal çağrışım yapmıyordur; en ufak bir sanatsal otoriteye sahip değildir. DOB ile ilişkisinin sanatçılar açısından tek sempatik boyutu, onun dershanelerinde çalışarak ek gelir elde etmeleridir. Böyle birini birdenbire genel müdür yapmak, DOB’un kurumsal sert tepkisine yol açabilir. Koşulların olgunlaşmasını beklerlerken, DOB’un başına Murat Karahan’ı getirirler. Kurum içindendir ve yüksek sanat alanında fiilen çalışmaktadır. Yani, her şey biçimsel açıdan Laik Cumhuriyet’in kitabına uygundur.

Ah şu arabesk! Ne yüce sanat; insanın içini lime lime ediyor.

Ondan istenen, “yüksek sanat” kavramını seyreltmesi ve yönetsel anlamda kurumu zayıflatmasıdır. Yani, kendisinden sonra gelecek işadamına, sanatsal ve yönetsel olarak elverişli bir mekân hazırlaması. Köprü işlevi görecektir. Nitekim 5 yıllık görev süresinde DOB’u, onların arzusu yönünde, gazinoya çevirir. Hanendeli, sazendeli bir DOB yaratır. Yönetsel işlerlik bütünüyle felç geçirir. Siyaseten ise, 10 Kasım 2022’de yaşanan kepazelik, laik cumhuriyet değerlerine yabancılaşmanın doruk noktası olacaktır.

Ancak, Karahan 2018 düzenlemesinin ruhuna uygun değildir; işadamı, yani tüccar niteliği eksiktir. Şirketi yoktur. Dolayısıyla, işletmeci becerileri sınırlıdır. Yalnız kendi cebini düşünen o bildik açgözlü memurlardan biridir. Kurum umurunda değildir. Oysa İslamcılar, kurumun bir bütün olarak dönüştürülüp, piyasa oyuncusu olmasını istemektedirler. Bu da ancak “şirket” zihniyetine sahip bir işadamının yapabileceği iştir. Öte yandan, Karahan’ın popüler figür de olmayışı, popüler kültürün yüksek sanat kurumlarına doğal ve kalıcı biçimde taşınıp, geniş kamuoyu nezdinde, Saray’ın arzuladığı ölçüde kabul görmesinin önünde, göreli de olsa, engel oluşturmaktadır. Yanı sıra, Karahan yüksek sanat ile organik ilişki içindedir. Saray bendeliği, İslamcı projeyi koşulsuz uygulama kabulü, onun doğru seçilmiş kişi olduğunu göstermekle birlikte, 2018 model genel müdür, doğrunun doğrusu olmalıdır: Kurum dışı, yüksek sanat dışı, popüler ve tüccar.

2023 seçimleri, Saray için konforlu bir başarı sayılamayacak olmasına karşın, muhalif cephede yarattığı moral çöküntü nedeniyle, ona, sayısal sonuçlar ile orantılı olmayan güçlü bir psikolojik üstünlük sağlar. Beklenen an gelmiştir; 2018 düzenlemesi devreye alınabilir. Ne kurum, ne de yüksek sanat olarak bale ile ilgisi olan, DOB’a Truva Atı olarak sokulup, zamanı gelince genel müdür yapılmak üzere nadasa bırakılmış Tan Sağtürk DOB’un başına getirilir. Dansçı, koreograf, eğitmen olarak, bu ülkenin bale sanatında hiçbir zaman anlamlı bir yeri olmamıştır ama, bale ticaretinin ikonudur. Bale dershanesi sahibi ve işletmecisi olarak çok başarılı bir işadamıdır. Türk balesinin gelmiş geçmiş en büyük tüccarıdır. Yüksek sanat anlamındaki balede değil, para makinesi bale dershaneciliğindeki başarı öyküsü, İslamcılar için deliksiz güvencedir. Çünkü Karahan’ın tersine, cebini doldurmak ile kurumu şirketleştirmek misyonunu iç içe geçirip dengeli biçimde götürebilecek büyük tüccar kumaşına sahiptir.

Kuruma alınışından genel müdür yapılmasına kadar geçen birkaç yıllık süre, bir taşla üç kuş vurulmasını sağlar: Genel müdür yapıldığında, “kurum içi sanatçı” denilerek, olası tepkiler minimize edilir; bu bekleme süresinde, başta baleciler, birçok sanatçıya ek gelir temin ettiğinden, gönüllerin ve DOB manzarasının doğal figüratif unsuru meşruluğunu kazanıp, DOB’un aşina yüzlerinden biri olarak algılanması sağlanır; Troya ve Göbeklitepe operalarında sahneye çıkarılıp, Saraydan Kız Kaçırma rezaletine hafif tertip kaynatılarak, “yüksek sanat” ile yoğun ilişkili biriymiş izlenimi yaratılır.

İşadamı mavi boncuk dağıtır

Karahan DOB’u yönetemedi. Eline yüzüne bulaştırdı. Bunun iki temel nedeni var: 

a) DOB’un en iyisi, aynı zamanda dünya çapında olduğuna yönelik çok güçlü inancı, kurumsal yönetimin iki temel ilkesinden uzaklaşmasına yol açtı: İç dengeleri gözetmek ve ekip oluşturmak. Kendini herkes ve her şeyin üzerinde konumlandırdığı için, avurt-zavurtla yönetmeyi meşru saydı. Sonunda yalnızlaştı, etrafında kimse kalmadı. Kurumda sevilmeyen, itici bir genel müdür rolüne yerleşti. İslamcıların DOB’a yönelik kurumsal hedefleri dikkate alındığında, böyle biriyle yola devam etmeleri çok amatörce olurdu.

b) Ergen kişiliği ve aşırı benmerkezciliği, kendi dışında olan ile iletişim kanallarını tıkadı. Bu durum, basın, yüksek sanat ve bürokrasi çevreleri ile ilişkilerini olumsuz etkiledi. Zamanla, yalnız DOB için değil, diğerleri için de sorun olmaya başladı. Oysa İslamcıların bu evrede, genel müdür olarak, tam tersi bir kişiliğe gereksinimleri vardı.

Tan Sağtürk’ün Karahan’a göre en önemli avantajı, sanatsal olarak sıradan biri oluşudur. Para kazanmak dışında hiçbir iddiası olamaz. Bu da yüksek sanat kurumlarının yönetimde sık yaşanan gerginlikleri yatıştırıcı önemli bir etmendir.

Tamam da, böyle biri sahnenin ağır toplarına sözünü nasıl geçirecek? Zorunlu olarak, etrafına vasatlardan bir duvar örüp, kendini koruma refleksi geliştirmez mi?

Olağan biri için evet. Ancak burada onu sıra dışı yapan bir özellik ortaya çıkıyor: Tüccarlık. Yüzlerce kişilik şirketini yıllardır başarıyla yönetmesinin ona kazandırdığı nitelikler var: Hizmet satışının ilk koşulu olan güçlü iletişim; para kazanabilmenin temel koşulu olan, sorunları kişiselleştirmeden, pragmatik zihniyetle çözebilme; kazancı maksimalize edebilmek için, dengeleri gözeten, gerginlikleri birebir ilişki ile aşmaya yönelen, herkese mavi boncuk politikası.

* Malum, bale, yüksek sanatlar içinde, İslamcıların “büyük şeytan” kabul ettikleri dal. İzlemesi bile günah. Oysa ülkenin siyasal topografyasının kültür-sanat alanında dayattığı gerçeklerden biri, laik cumhuriyet değerlerine aykırı radikal yönelimler arifesinde, karşı kampa ödün jesti olarak baleden birini DOB’un başına geçirmenin oldukça işlevsel olduğu yönünde. Kritik bir dönemde Meriç Sümen’i genel müdür yapıp (2005-2007), merkezileştirme tasarısını ona hazırlatmışlardı. Şimdi de DOB’un şirketleştirilmesi söz konusu.

Baleden birinin genel müdür yapılmasının bir diğer önemli nedeni, DOB’un bale ayağının, operaya göre liberal alana daha yatkın ve yakın oluşudur. Devlet balesinden birçok ismin özel dershanesi/kursu var. Yıllardır işletiyorlar. Bazıları hatırı sayılır paralar kazanmış, kazanıyor. Buralarda, genelde, baledeki diğer arkadaşlarına da iş veriyorlar. Yani, balenin piyasa-ticaret ile ilişkisi, operanınkine göre çok daha derinde. Bu da, fıtratları liberal olan İslamcılar için doğal çekim alanı anlamına geliyor.

İslamcılar için başka bir çekici etmen, balenin “modern dans” ile bulaşık hale getirilmiş olmasıdır. Başlı başına bir yazı konusu olmakla birlikte, çok kısaca özetlemek gerekirse; devlet balesi klasik bir topluluk olarak kurulmuştur. Yüksek sanat niteliği taşıyor olmasının temel nedeni budur. II. Dünya Savaşı sonrasının siyasal koşullarında, siyasal bir karar ile İngilizlere kurdurulması  (1948) uygun görülmüş, çeyrek yüzyıl sonra başka bir siyasal karar ile tasfiyelerine gidilip, yerlerine Sovyet koreograf ve eğitmenler getirilmiştir. 1968’den 1992’ye kadar modern dans, klasik devlet balesi içinde değişik ölçülerde ama hep “sorun” olarak, marazi bir meşruluk zemininde kalmıştır. Sovyetler Birliği’nin tarihin kulisine çekilmesiyle birlikte, neoliberal kültür öğeleri başat konuma gelince, modern dans da tabloda yerini almakta gecikmeyecektir. 1992 yılında, DOB Genel Müdürü Şeyh Rengim Gökmen’in telaşlı onayıyla, DOB bünyesinde MDT (Modern Dans Topluluğu) kurulacak, başına da, kamusal ve klasik olana alerjik bir isim, Beyhan Murphy getirilecektir. MDT’yi, Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’ne bağlı bir topluluk olarak kurmak yerine, Devlet Balesi içine yerleştirmenin hiç de masum bir karar olmadığı yıllar sonra, özellikle İslamcı iktidar döneminde anlaşılacaktır; modern dans İslamcıların Laik Cumhuriyet’in yüksek sanat anlayış ve kültürüne karşı kurum içi savaş atlarından biri olacaktır. 

Yüksek sanat olmadığı halde, devlet balesi içinde kurumsallaştırılan modern dans, İngilizlerin tasfiyesinden 20 yıl sonra, onların kurumsal düzeyde rehabilite edilmeleri anlamı taşıdığı gibi, DOB bünyesinde cemaat ve dinsel yapılanma/kültür yoğunluğunun en yüksek noktasını da temsil etmektedir. Beyhan Murphy’nin İslamcı kesimler ile yakın ilişkisi, yıllar içinde, MDT ve modern dansın klasik bale aleyhine önemli oranda yer kazanmasıyla sonuçlanmış, bu ise İslamcıların Laik Cumhuriyet’in yüksek sanatına yönelik dönüştürme projelerinin sağlam payandalarından birini oluşturmuştur.

Tan Sağtürk’ün modern dans ve Beyhan Murphy ile yakınlığına ayrıca vurgu yapmaya gerek yok, sanırım. 

Geldik Milli Tacir Tan Sağtürk’ün genel müdür yapılmasındaki son nedene;

* Karahan’a gelene kadar, İslamcı dönemin DOB genel müdürleri -Remzi Buharalı, Meriç Sümen, Rengim Gökmen, Selman Ada- Laik Cumhuriyet düşmanı yönetimler ile iş tutmalarına karşın, laik cumhuriyetçi/Atatürkçü görünme kaygısını ceplerinde hep taşımış, bu imajın, meşrulukları açısından en önemli pazarlama unsuru olduğunu asla unutmamışlardır. Bu özellik, DOB’u yönetebilmek için gereken niteliklerin başında geliyor. Basit bir nedenle: DOB Laik Cumhuriyet’in saf kan kurumlarından biridir. Tarihsel dokusu nedeniyle tersi yöne bükülmesi kolay değildir. 1950-1960 Demokrat Parti (DP) döneminde, Vatan Cephesi rezaletiyle doruğa çıkan DOB-DP yakınlaşmasının, 27 Mayıs’tan sonra DOB’a maliyeti, kurumun belleğinde derin izler bırakmıştır.

Karahan laik cumhuriyetçi/ilerici kamuoyu nezdinde gerekli meşruluk imajını önemsemeyen ilk genel müdürdür ve faturasını ödemiştir.

Tan Sağtürk’ün, hem tüccar kumaşı, hem medyatik/popüler alan pratiği, hem de Karahan vakasından çıkardığı ders ile imaj konusunu listenin başına yerleştirmesi doğaldır.

Bilin bakalım DOB Genel Müdürü Tan Sağtürk hangisi?

İyi de, sicili epey sorunlu… Sefil magazin programları, arabeskçiliği, önce FETÖ’ye, ardından Saray’a yüz sürmesi, liberal damarından akan sonsuz para hırsı ve kamusal olana nefreti… Bunlar İslamcıların işini görür ama laik cumhuriyetçi/ilerici kamuoyunda hiç de hoş karşılanmaz.

Peki, ne yapmalı?

Muhalif basının amiral gemisinden, Cumhuriyet’ten temiz kâğıdı almalı.

Olacak şey değil!

Ama oldu…

Gerçi uzunca bir süredir Cumhuriyet’in kültür-sanat bölümünde, hadi şimdilik çoksesli müzik yazı ve haberleri ile sınırlayalım, neoliberal damarlar çok görünür halde. Müthiş bir holdingseverlik, suya sabuna dokunmaktan özenle kaçınma, sipariş kokan övgü arsızlığı vb… Bu zincire, sipariş bir Tan Sağtürk haberinin eklenmiş olması tesadüf sayılmamalı ama, rötuşlanamayacak ölçüdeki bu karanlık sicilin hangi gerekçelerle, üstelik temel gazetecilik ilkeleri bile çiğnenerek, parlatılmaya çalışıldığı yine de belirli bir giz dozu içeriyor. 

Şöyle:
24 Ağustos 2023’te, Öznur Oğraş Çolak imzalı, iki paragraflık bir haber yayımlanıyor: “Devlet Opera ve Balesi yeni genel müdürünü arıyor!”. Haber metninde, Tan Sağtürk ismi, eski genel müdürler Muhsin Ertuğrul, Cüneyt Gökçer, Aydın Gün, Gürer Aykal, Rengim Gökmen, Meriç Sümen’inkiyle yan yana konularak, böyle bir atama olasılığının, DT’nin başına atanan Tamer Karadağlı’nınkinin aksine, sanatçılar arasında sevinç yarattığı ifade ediliyor. Üstelik Tan Sağtürk’ün genel müdürlük teklifi aldığı ve “değerlendirme sürecinde” olduğu kendi ağzından doğrulatılıyor.

Böylece, Tan Sağtürk’ün sanatsal ağırlık ve meşruluğu tescil edilmiş oluyor. Aynı anda, o koltuğa çok da hevesli olmadığı, Saray’a bazı koşullar öne sürebilecek konumda, başı dik olduğu izlenimi köpürtülüyor.

Bununla yetinilmiyor; Tan Sağtürk’ün amiri ve ruh ikizi Batuhan delikanlı, yani, Bakan Yardımcısı İslamcı Batuhan Mumcu, Türkiye’de opera ve balenin resmi savunucusu olarak sunuluyor. Hani şu kendisine bağlı olan Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın (CSO) arabeskçi İbrahim Erkal ve benzerlerine albüm yapmasını öneren; Opera ve balenin Osmanlı’da en az 400 yıllık bir geleneğe sahip bulunduğunu, opera geleneğimizin kanıtı olarak, “arya yerini tutacak geleneksel saray müziğinin bir formu olan gazellerin” konduğunu, 1524’ten beri de bale sanatının icra edildiğini ileri sürecek kadar kültür ile haşır neşir olan Batuhan Mumcu…

İnsanın ağzı açık kalıyor…

Cumhuriyet’in genel siyasal çizgisi ile hiç de uyumlu olmayan bu tutumun, o tarihten bugüne önemli bir değişikliğe uğramamış olması, daha da dikkat çekicidir. 

DOB’da yaşanacaklar mı?

Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir DOB genel müdürü, işadamı/tüccar niteliğiyle o koltuğa oturtuluyor. Bir başka ilk daha var: Bakan, bakan yardımcısı, DOB genel müdürü… Üçü de işadamı/tüccar. Opera-baleden sorumlu ilk üç isim… 

Bakan, yardımcısı ve genel müdürünü birbirlerine bağlayan halkalardan biri de turizm.

Paranın kokusuyla neşelenen ast ile üst.

Tan&Batuhan: Her zaman kazan kazan…

Bakan, turizm sektörünün ağır toplarından biri. Kulis bilgilerine göre, Batuhan delikanlı da Antalya’da bir otelin sahibiymiş. DOB Genel Müdürü ise Akademi’si bünyesinde “Kültür ve sanat turları” adıyla yurt dışına turlar düzenliyor.

Bitmedi; hem bakan yardımcısı, hem DOB genel müdürü TV dizisi oyuncusu…

Yorum yapmaya gerek var mı?

Tüccarın kutsal kitabında yazar: “Kabı olmayanın kazancı olmaz.

Artık kutsal kap DOB’dur.

Herkes yolunu bulacak… 

Laik Cumhuriyet’in yüksek sanat kavramı içinde yer alan “kamu kurumu-kamu sahnesi-kamu okulu” organik ilişkisi, özel sektör lehine bozulacağından, DOB Genel Müdürü Tan Sağtürk’ün “Tan Sağtürk Akademi” zinciri müşteri akınına uğrayacak; DOB’a girmek isteyen herkesin, Tan Sağtürk Akademi’nin saygın ve sevilen, yani, Genel Müdür’e güzel para kazandıran müşterilerinden olma ölçütü Allah’ın emri hükmünde telakki edilecek.

Her zaman ve her yerde, dansın en zarifi parayla yapılanıdır.

Güler Sabancı’yla bile dans etmiş olan Genel Müdür, sponsor bulma konusunda da, kurum içindekileri kendi Akademi zincirinde çalıştırmakta da, sanatçıların ücret ve özlük haklarını düzeltmek konusunda da cennetler vaat edecek. 

Genel müdürlük makamındaki her anını PR zeminli şova dönüştürerek… DOB bünyesine, giderek artan oranlarda, “çocuk” odaklı etkinlikleri dayatarak… Kendi dershanelerinin gösterileri için AKM’yi rahatlıkla kullanıp, kişisel kazanç ve müşteri portföyü geliştirme olanaklarına kavuşarak… Her konuda, AKM Sanat Yönetmeni Remzi Buharalı’nın tam desteğini görerek… 

Malum, Pansuman Remzi halden anlar. Hem de nasıl! Eski kulağı kesiklerdendir. Rakamları çok çabuk toplayıp çıkarabiliyor. Yıllarca holdinglerde çalıştı. Şirket sahipliği de var. Omurga da kıkırdak… Amiri konumundaki Batuhan delikanlıyla zaten aynı dili konuşuyorlar. 

Rabbim taşları ne de güzel diziyor!
Bakan yardımcısı delikanlı, DOB’un iplerini eline alacağından, her türlü personel, alım-satım, ihale vb. işlemleriyle yakından ilgilenecek. Derdi olan sanatçı ona koşacak. Fisebilillah hizmet anlayışı çok gelişkin olduğu için, kişisel tatmin duygusu da o derece yüksek olacak. 

Sizin anlayacağınız, Laik Cumhuriyet’in DOB’u, İslamcıların DOB A.Ş.’sine dönüşecek.

[email protected]

Haftaya: MİLLİ TACİR TAN SAĞTÜRK DOB’UN BAŞINDA