Dar Sokak 80: Yenilgiyi yeniden kurgulamak

Aksi, yenilginin kurucu değil yıkıcı bir öğreten olmasına çıkardı ve belki de Nemeçekleri bugüne kadar neden onlara küfredenlerin yazdığının nedenidir.

Emre Falay

“1970’lerin sonuna damgasını vurmuş, devrimi ciddiye alan ve çok erken toprağa ekilen “haytalar”... Onları anlatamadık. Fırsatı kaçırdık. Belki bizden sonrakiler, başarısızlıklarımızın üzerinden bir daha geçip geçmişi bir ruh mühendisine yakışır inceliklerle, yeniden kurgulayıp anlamaya çalışacak, anlatacak... Mümkündür.”

Osman Çutsay, Yeni Gelen Dergisi’nin 44. sayısında yer alan "Çocuk, Buğu, Bir de Biz: Asaf Güven Aksel’in Kaleminden Nemeçeklerimiz" başlıklı yazısında böyle yazıyordu. Devrimcileri estetiği kuşanarak anlatma işinin yine devrimciler tarafından yerine getirilmesi gereken ve geç kalınmış bir görev olduğu gerçeği bir sorumluluk olarak üzerimizde dursun.

Çutsay’ın yukarıda alıntıladığım pasajdaki “yeniden kurgulama” vurgusu sadece “edebileştirme” anlamına mı geliyordu? Değilse bu “yeniden kurgulama” neleri içermeli, neleri dışarıda bırakmalıydı?

Yeni Gelen’deki yazıda Asaf Güven Aksel’in “Çocuk, Buğu, Bir de Biz” kitabı üzerinden yanıtları örneklenen bu sorulara somut bir katkı Çutsay’ın kendisinden geldi. 

Ters Kule Yayınları tarafından yayımlanan Dar Sokak 80, Çutsay’ın yine Yeni Gelen’deki yazısında “edebiyata layıkıyla giremedi” dediği ve “Peki o bayrakları taşıyan insanlar nasıl insanlardı?” diye işaret ettiği 70’li yıllar gençliği ile buluşturuyor okuru.

2013 yılında Türkiye’de Haziran Direnişi ile halkın kendisine giydirilmek istenen deli gömleğini reddettiği günlerde Almanya’da yolları kesişen genç yazılımcı Necdet ile ömrünün son günlerini yaşayan Fuat üzerinden 70’lerin sonu 80’lerin başında yirmili yaşlarını yaşayan devrimcilerin yaşamlarına, onların dokunup dönüştürdüğü hayatların da
izini sürerek odaklanıyoruz.

“1980, o Dar Sokak’ta, yoksul insanların inanılmaz kararlar aldığı bir yıl olmuştu. Büyük sevgilerin, dayanılmaz ayrılıkların sessizce yaşandığı bir yıldı.” (s.18)

Karakterlerinin yaşamları ve kendileriyle hesaplaşmaları üzerinden tarihsel bir yolculuğa çıkarıyor roman bizi. 1979 Fatsa, Türkiye’nin en kitlesel devrimci hareketinin bölünmesiyle ayrılan yollar, darbenin ve yenilginin devrimcilerin üzerinden hiç kalkmayan gölgesi, 90’lı yıllar, sosyalizm ve devrim fikrinden kaçış... Tümü, Fuat ile Neco’nun, Necdet’in, Kati’nin, Asuman’ın, Ferda Bey’in, Şenay’ın, Cemal’in, Ceylan’ın hikâyelerinden, çatışmalardan, korku ve sevdalardan, sürgünlük halinin yabancılaştırmasından, ama ille de dayanışmanın ve dünyayı değiştirmeye adanmış hayatların güzelliğinden süzülerek ulaşıyor bize.

Yeni bir yaşamı kurmak için kendi yaşamlarından vazgeçebilecek, sevdiklerini onları terk etmeyi göze alacak kadar çok seven, hayatın öznesi olma uğraşındaki devrimcilere bir saygı duruşu gibi okunabilir roman.

Neco’nun Şeko’ya söylediği sözlerde bulunabilir belki bu coşkulu adanmışlığın hayalini kurduğu yaşam: “İyi insanı aramamız lazım. İyi insanı anlamamız lazım. İyi insan ol Şeko. Başkalarına yardım et, insanın başka insanların emeğini sömürerek yaşamasına karşı çık, özgür ol, eşit ol. Başkasını sömürme.” (s.74)

Fuat’ın, politik ayrılıklarının ardından bir tesadüfün 1980 yılında onları buluşturduğu Dar Sokak anılarından çekip çıkardığı Neco’ya sevgisinin temellerine bakılabilir: “Bir daha öyle bir saflığa, Neco’da gördüğü o adanmışlığa, temizliğe hiç rastlamadığını düşündü.” (s.47)

Okur, romanın sonunda, Fuat’ın “Bizleri unutmayın kardeşim. Masumiyetimizi, saflığımızı, iyiliğimizi, halka adanmışlığımızı unutmayın...” (s.96) diye bitirdiği mektubunda da bulmak isteyebilir romanın kaygısını.

Bunların hepsi var, evet. Ama Dar Sokak 80 bunlarla yetiniyor olsaydı eksikli olurdu sanırım. Yazının başında açtığım “yeniden kurgulama” bahsine geliyorum yeniden. Osman Çutsay, Yeni Gelen’deki yazısında şöyle yazıyordu:
“(...) geçmiş, bugünün filtresinden geçmeksizin, önümüze bir edebi metin olarak düşemez. (...) Bugünün nabzı atmayan bir geçmişe dair metin üretemezsiniz. Bu, işin asıl önemli yanı. Bugünsüz dün yok (...).”

Öyleyse, “Neco ile Cemal’i birbirine benzeten şey, karanlığın içinde bir ışık görme hırslarıydı. Kimse görmüyor, ama onlar görüyordu.” (s.81) diye anlatılan görme işine girişmek, kendi öznelliğine burada bir yanıt aramak zorunlu. Romanın baş karakterlerinden Fuat ölümün eşiğinde basit bir geçmiş muhasebesine girişmiyor bu yüzden. Bugünle ve yarına kalacak olanla bağ kurmaya çalışıyor:
“Fuat 2013 Haziran’ında, artık çok uzak olduğu Türkiye’de yaşanan ani kalkışmayla 1970’lerde yaşanan toplumsal hareketliliğin bir anda geri geldiğini düşünüyordu. Ama yanıtını bulamadığı şey, kendisinin Siyasal’a adım attığı günden 40 yıl sonra, böyle bir zaman kesitindeki rolüydü.” (s.42)

Sosyalizmsiz bir dünyada sorulan sorular, roman boyunca aslında bir “yenilgi”nin taşınan yükünün hangi eşikte ve nasıl aşılacağına odaklanıyor. Fuat’ın kendisini sorguladığı her uğrakta, gencecik yaşamlarını halklarına adayanların mücadelelerinde belki eksik kalan hedefte, 90’lı yılların “sınıftan kaçış”lı masallarını sorgulayan ve çöpe atan aklın vardığı yerde romanın sosyalist iktidarın istenmesine, aranmasına varması şaşırtıcı değil.

“Yenilgi öğretmen”den öğrenmenin de başka yolu yok zaten. Aksi, yenilginin kurucu değil yıkıcı bir öğreten olmasına çıkardı ve belki de Nemeçekleri bugüne kadar neden onlara küfredenlerin yazdığının nedenidir.

Galip Munzam’ın Gelenek Dergisi’nin 108. sayısında yazdığı "Türkiye'de Sol Düşünce: Diz Çökerek İsyanyazısında belirttiği üzere, “Yenilginin önemli tezahürlerinden bir tanesi solun ve solcu aydınların sosyalist iktidar perspektifi ile kurmuş olduğu bağlantıyı deforme etmesidir.” Bunu aşmanın yolu Çutsay’ın Dar Sokak 80 ile giriştiği ve başardığı “yeniden kurgulama” işinden geçiyor.

Aynı makaleden alıntıyla:

“Bu tablodan görülüyor ki yenilginin tecrübe anlamında kattıklarının tahrip ettiği çerçeveye eklemlendiği düşünüldüğünde, yenilgi, öğretmen misyonundan çok kuruluştan bu yana büyük bir bozucu olarak işlev görmüştür. Yenilginin yanlış kavramsallaştırılmasını bu durumun en önemli nedeni olarak görüyorum. Yenilgi (tabii ki başarı ve zafer de) kendi başına anlam ifade eden bir durum veya olgu değildir. Kuramsal ya da siyasal bir sistemin yanlışlığını sadece pratik düzlemde aldığı yenilgi ile kanıtlamak olanaksızdır. Dolayısıyla, yenilgiye (ve başarıya) ithaf edilen anlam(lar), mutlaka belli bir biçimde işlenmiş olmalıdır.”

Dar Sokak’tan çıkış orada buluşanların tarihsel haklılığını hatırlayıp onu bugüne taşıyarak mümkün. Osman Çutsay’ın geçmiştekine benzer bir kopuşla özneleştirdiği -ve romana dair tek “keşke” notu olarak “onu da anlatsaydı” dediğim- Necdet’in eşi, onun Almanya’daki görece konfor alanını terk edip İstanbul’a gitmesi, Gezi’ye omuz vermesi bayrağın düştüğü yerden kaldırıldığına ve elden ele taşınmaya devam ettiğine işaret ediyor.

Hikâye, onu kuranlar tarafından yeniden kurgulanmayı, ileriye taşınmayı bekliyor.

Künye: Osman Çutsay, Dar Sokak 80, Ters Kule Yayınları, 2022