Cumhuriyet’in bize kazandırdığı bir isim: Sabiha Bengütaş

"Sabiha Bengütaş, henüz olmayanı başarmaktan motive olmuştu. Türkiye Cumhuriyeti de bunu başarmamış mıydı?"

Fide Lale Durak

Sabiha Bengütaş, Cumhuriyet’in ilk kadın heykeltıraşıdır. Aslında öncesinde kadın erkek fark etmeksizin pek heykeltıraş olmadığını söyleyebiliriz. Osmanlı’nın son döneminde, Batıcılık etkisiyle ve sanatsever bazı padişahların ya da veliahtların kişisel girişimleriyle resim sanatında gelişmeler yaşansa da, heykel sanatı için aynı şey söylenemez. Örneğin 1840’ta Gülhane Parkı’na yapılmak istenen Tanzimat Abidesi, tepkilerden çekinilerek bir türlü dikilmemiş, 1855’de Ermeni bir mimar tarafından tekrar önerilmiş ama bu girişim de başarısız olmuştur. Sonuçta, İslamiyet bir noktada resimle barışsa da bir çeşit put yaratımı olarak görülen heykel hep uzak durulan bir sanat dalı olmuştur. Ta ki 1867’de, savaşmak için değil de gezmek için Avrupa’ya giden ilk padişah olan Abdülaziz, başka hükümdarların kendi büstlerini yaptırdıklarını görüp özeninceye kadar. Döndüğünde ilk iş olarak kendi büstünü yaptırmak isteyecek, ancak o vakte kadar heykel sanatının uğramadığı bir memlekette heykeltıraş da olmadığı için İtalya’dan heykeltıraş ithal edecektir. 

İtalyan Fuller’in yaptığı, bugün Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan Abdülaziz büstü böylece tarihimizin ilk heykeli olmuştur.

Heykel eğitiminin verilmesi ise 1883’te Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kurulması ile başlar. Okulun ilk öğrencileri daha çok gayrimüslimlerden oluşur ama zamanla Türk öğrencilerin de ilgi gösterdiği bir bölüm haline gelir. Ancak heykel 1920’ye kadar sadece erkeklerin gidebildiği bir alandır. Heykel ile uğraşmanın zaten kolay olmadığı memleketimizde kadın heykeltıraş olmak bir kat daha zordur. 

Sabiha Bengütaş’ın hayatı, zorlukların direngen bir çalışkanlıkla ve sebatla aşılmasının en güzel örneklerinden biridir. Sabiha Bengütaş’ın kişisel başarısının yanına mutlaka, o dönemde Cumhuriyet’in değerlerini oluşturan idealist kurucu kadroların varlığı, Sovyetler Birliği ile kurulan ilişkilerin geliştiriciliği ve her şeyi sığlaştırıp, metaya dönüştürecek olan burjuvazinin henüz palazlanmamış olduğu da eklenmelidir.

Bengütaş soyadını almadan önceki adıyla Sabiha Ziya Hanım, 1904 yılında İstanbul’da dünyaya gelir. Eyüp’te ilköğrenimine başlar, babasının Şam’a tayinin çıkmasıyla bir yıl Fransız Katolik Mektebi’ne gider, İstanbul’a döndüklerinde ise Büyükada’ya taşınırlar. Ailesinin ısrarlarına rağmen liseyi tamamlamaz, çünkü aklındaki şey küçük yaşlardan beri ilgisinin olduğu resim bölümüne gitmektir. Bunun için önce ailesini ikna etmesi gerekir, ardından 1919 yılında İnâs (kız) Sanayi Nefise Mektebi’ne kaydolur. Resim bölümünde okumasına rağmen ikinci yılında girdiği bir modelaj dersinde desen yapması gerekirken hoşuna giden bir antik büstü kopya eder. Dersin sonunda hocası heykeltıraş İhsan Bey gülerek şöyle diyecektir: “Sen, çocuğum, evin temelini yapmadan çatıyı çıkmışsın.”1

Hocasının biraz alaylı eleştirisi onu yıldırmamış aksine daha fazla çalışmaya teşvik etmiştir. Tüm derslerini bir kenara bırakarak bütün haftayı büst üzerinde çalışarak geçirir. Sonunda İhsan Bey büstü görür ve şaşkınlık içerisinde beğenir. Sabiha Hanım, sonradan bir mektubunda o an heykelde daha fazla başarılı olacağını anladığını yazacaktır.2

1920 yılında sadece kızların eğitim aldığı İnâs Sanayi-i Nefise ile erkeklerin eğitim aldığı Sanayi-i Nefise birleşince Sabiha Hanım da arzu ettiği heykel bölümüne geçebilir. Herkes gibi ailesinin algısında da heykeltıraşlık erkek işidir ve zaten üç erkek öğrenci arasında Sabiha Hanım tek kadındır. Tekrar ailesini ikna ederek başlayacağı bu serüvende yeteneğini ve başarısını sürekli yeniden ispat ederek ilerlemek zorunda kalacaktır. Örneğin 1925 yılında katıldığı üç yarışmadaki birinciliğinin yanı sıra, yurtdışına eğitime göndermek üzere öğrenci belirlemek için yapılan sınavda da başarılı olur. Ancak kadın olduğu gerekçesiyle onun yerine ikinci gelen Ratip Bey (Aşir Acudoğlu) gönderilecektir. 

Vazgeçmek yerine çalışmaya devam eder. 1926 yılında Taksim Abide Komisyonunun yaptığı, Taksim Meydanı’na Mustafa Kemal adına heykeltıraş Canonica’nın yapacağı anıt için İtalya’ya gönderilecek öğrenciyi belirleme sınavında da birinci olur. Aynı sınavda, bir başka önemli heykeltıraş olacak olan Hadi Bara da ikinci gelir. Osman Nuri Ergin, Canonica’ya ithafen Fransızca bir mektup yazarak 22 yaşındaki Bengütaş’ın evlenme ihtimali olan bir genç kız olduğunu, bu nedenle görevi başarma ihtimalinin düşük olduğunu söyleyecektir. Bu defa da yurtdışına sadece Hadi Bara gönderilmek üzereyken, araya Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati girer ve Bengütaş’ın Canonica’nın yanına gönderilmesinin vekâletçe uygun olduğuna dair evrakı imzalar.3

Buraya çok kısa bir Mustafa Necati parantezi açmak gerekir. Mustafa Necati, kısaca “Mustafa Kemal’in düşünce ve silah arkadaşı” olarak özetlenebilir. Hayatından örnekler vermek gerekirse; Mustafa Necati, Kurtuluş Savaşı öncesinde, Batı Anadolu’da Kuvayı Milliye örgütlenmesinin başını çekmiş, işgale karşı halkı uyaran Maşatlık mitinginde konuşma yapmış, İzmir’in işgalinin ardından İstanbul ve Balıkesir’e giderek İzmir’e Doğru gazetesini çıkartmış, 1920’de TBMM’nin açılması ile Saruhan Milletvekili olarak Birinci Büyük Millet Meclisi’nde görev yapmış, ardından ikinci yasama döneminde Adalet Bakanlığı başta olmak üzere çeşitli görevler almış, yaşamının sona ereceği 1929’a kadar harf devrimi gibi önemli gelişmelerin de yaşandığı dönemde Milli Eğitim Bakanlığı yapmış yurtsever bir hukukçudur.  Dolayısıyla Mustafa Necati’nin Bengütaş’ı desteklemesi şaşırtıcı değildir.

Pietro Canonica (Hadi Bara ve Sabiha Bengütaş yardımıyla), 1925-28, Taksim Cumhuriyet Anıtından ayrıntı, Taksim Meydanı

Böylece Bengütaş, Canonica ile İtalya’da kısa bir süre de olsa çalışır. Sunay Akın’a göre Canonica’nın Taksim Abidesi için yapılan yarışmada kazanan maketinin yan yüzlerinde kadın figürler yoktur; bu figürler Bengütaş’ın asistanlığı ile eklenmiştir.4 Heykelin döküm kısmında çalışmayacak olan Bengütaş, İtalya’da bulunmasından fırsatla Roma Güzel Sanatlar Akademisine yazılarak Ermenegildo Luppi’nin atölyesine devam eder. 1930’da yurda döner, 1933’te diplomat Şakir Emin Bengütaş ile evlenerek Bengütaş soyadını alır. Eşinin diplomatlık görevi vesilesiyle birçok ülkede bulunur; çoğunlukla da İtalya’da yaşarlar.1938 yılında Moskova’da bulundukları sırada burada açılan bir sergiye katılma fırsatı bulur.

1930’lar SSCB ve Türkiye ilişkilerinin sanatın yanı sıra birçok alanda sıcak olduğu zamanlardır. 1930’da Sovyet ressamı Kiriçenko Türkiye’ye gelir, aynı zamanda Abidin Dino Moskova’ya davet edilir. Bu ressam gidiş gelişleri iki ülkede karşılıklı açılan sergilerle devam eder. Önce 1934’te Ankara’da Sovyet Resim Sergisi, ardından 1936’da Moskova’da Türk ressamlar sergisi açılır. Sergide Türk heyeti başkanı Salah Cimcoz ve ressam İbrahim Çallı konuşurlar.5 Sovyet ve Türk sanatçıları arasındaki ilişki, o dönem Türk ressamlarında öne çıkan konstrüktivist biçimin ve Anadolulu içeriğin de kaynaklarından biri olarak dikkat çekicidir.

Sabiha Bengütaş, 1938-1946, Mütareke Anıtı ve İsmet İnönü Heykeli, Mudanya Mütareke Meydanı

Sabiha Bengütaş, 1938-1946, Atatürk Heykeli, Çankaya Köşkü

Bengütaş bu yıllarda İtalya’da yaşar ama gözü ve kulağı Türkiye’dedir. 1938’de Atatürk ve İsmet İnönü’nün heykellerini yapmak üzere iki ayrı yarışmayı kazanır. Eskizlerini Türkiye’de yapar ve heykelleri yapmak üzere Roma’ya döner. Bu sırada savaş halinde olan İtalya’da zorluklara rağmen geç de olsa eserlerini tamamlar. Savaş artık bitmiş, yıl 1946 olmuştur ancak 3 metre boyundaki heykelleri yurda getirecek araç yoktur. Heykellerin Türkiye’ye gelişi, vefat eden Washington Büyükelçisi Münir Ertegün’ün naaşını taşıyan Amerikan zırhlısı Missouri refakatindeki Providence kruvazörünün Napoli’ye uğramayı ve Sabiha Bengütaş’ın heykellerini almayı kabul etmesiyle mümkün olmuştur. 

Bengütaş, Atatürk heykelini İtalyanların meşhur Carrara mermerinden, İnönü’yü ise tunç döküm olarak yapmıştır. Yıllar sonra yayınlanan bir habere göre Bengütaş bu heykellerle ilgili kırgındır. Çünkü devletten heykellerin parasını alamamış ve tüm masrafları kendi karşılamıştır. Onu asıl sinirlendiren Mudanya’da İnönü heykelinin açılış törenine davet edilmemesidir.6

Bengütaş ne kadar kızgın olsa da ülkesinden vazgeçmez. Eşinin emekliliğinin ardından Ankara’ya yerleşirler. En son bilinen kişisel sergisi 1965 yılında Ankara’dadır. 1992’de noktalanacak olan uzun hayatı boyunca hem resim hem de heykel yapmaya devam etmiştir. Bu direngen sürekliliğinin kaynağını, heykele başlamaya karar verişini vurguladığı bir yazıda bulabiliriz: 

“Heykeltıraşlığı diğer sanatlara tercih etmem evvela ve hiç şüphesiz bu sanata karşı fazla meclûbiyyetim (tutkunluk) dolayısıyla olmuş ve bana belki biraz da orijinaliteye olan meylim inzimam etmiştir (eklenmek, katılmak). Çünkü o zaman memleketimizde hiçbir kadın heykeltıraş mevcut değildi.”7

Sabiha Bengütaş, henüz olmayanı başarmaktan motive olmuştu. Türkiye Cumhuriyeti de bunu başarmamış mıydı? 101. yaşını kutladığımız Cumhuriyet’in, bir kez daha ve bu kez eşit ve özgür bir ülke olarak yeniden kuruluşunun başarılmasına ihtiyaç var. Bunun için gerçekten tutkuyla çalışacak sanatçılar, gençler, kadınlar kısaca öncüler lazım.

  • 1Halil Özyiğit, “İlk Kadın Heykeltıraş: Sabiha Ziya Bengütaş”, Turkish Studies, 9/10, 2014, s. 853-866.
  • 2Age.
  • 3Vikipedi, Sabiha Bengütaş maddesi (https://tr.wikipedia.org/wiki/Sabiha_Bengütaş)
  • 4Vikipedi, Taksim Cumhuriyet Anıtı maddesi (https://tr.wikipedia.org/wiki/Taksim_Cumhuriyet_An%C4%B1t%C4%B1)
  • 5Dimitri Vandov, Atatürk Dönemi Türk-Sovyet İlişkileri, Kaynak Yayınları, 2014, s. 270-271.
  • 6 https://www.dergibursa.com.tr/ebedi-bir-bengutas-sabiha-bengutas-mudanya-mutareke-aniti/
  • 7Halil Özyiğit, age.