THTM’nin hafta sonu Ankara’da düzenleyeceği Cumhuriyetçiler Kurultayı öncesinde kurultaya katılacak isimlerden Ahmet Saltık, Melek Neslihan Özfidan ve Yalçın Özkütük sorularımızı yanıtladı.
Haber Merkezi
Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi (THTM) bu hafta sonu Ankara’da Cumhuriyetçiler Kurultayı düzenliyor.
24-25 Mayıs’ta gerçekleşecek kurultayda “Cumhuriyet nasıl kaybedildi?”, “Laikliği nasıl yeniden inşa edeceğiz?”, “Ülkemizi emperyalizmin tahakkümünden nasıl kurtarırız?”, “Ekonomide halk egemenliğini nasıl kuracağız?” sorularına yanıt aranacak.
Kurultaydan bir sonuç bildirgesi çıkması bekleniyor.
Cumhuriyetçiler Kurultayı’na katılacak isimler, Türkiye’nin içine girdiği güncel siyasi konjonktürde düzenlenecek kurultayın önemini vurguluyor, zor ama gerçek olanı seçmek için bir an önce harekete geçmenin bir zorunluluk olduğuna işaret ediyor.
Avukat Melek Neslihan Özfidan, Emekli Tuğamiral Yalçın Özkütük, halk sağlığı uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık kurultay öncesinde sorularımızı yanıtladı.
24-25 Mayıs 2025 tarihinde gerçekleşecek olan Cumhuriyetçiler Kurultayı’nın Türkiye’nin içine girdiği güncel siyasi konjonktürde nasıl bir anlama denk düştüğünü söylersiniz?
Av. Melek Neslihan Özfidan: 1923 Cumhuriyet Devrimi; emperyalizme karşı savaş meydanında kazanılan zafer sonrasında mutlakiyetten cumhuriyete geçişle rejim değişikliğini, şer’i hukuktan çağdaş hukuka ve dinsel eğitimden bilimsel eğitime geçişle laikliği, tebaadan yurttaşlığa geçişi sağlayan ekonomi, sağlık ve kültürel alanlar dahil her alanda bütüncül bir dönüşümdü.
24-25 Mayıs 2025 tarihinde gerçekleşecek olan Cumhuriyetçiler Kurultayı’nın; Cumhuriyet Devrimi’nden 102 yıl sonra bugün geldiğimiz süreçte laiklik karşıtlığı, bilimsellikten uzak eğitim, ülkenin doğal kaynakları, sağlık ve eğitim sistemindeki özelleştirmeler, piyasacı ekonomi politikalarının yarattığı ekonomik kriz, cumhurbaşkanlığı hükumet sisteminin demokrasiyi salt seçim sandığına hapsetmesi, emperyalizmin iç ve dış siyaset, ekonomi ve kültürel alanda yarattığı güdümlü ortamın güncel siyasi konjonktürde 1923 Cumhuriyet Devrimi’nin bütüncül dönüşümüne benzer bir bakış açısıyla tartışılacağı, Cumhuriyetçilerin örgütlenmesini sağlayacak bir gereklilik olduğu görüşündeyim.
Yalçın Özkütük: Genel ve güncel bir tespit olarak; toplumun belirli bir kısmının Cumhuriyet’in varlığına yönelik tehditlerin farkında olduğunu ve devamında endişelendiğini, çoğunluğunun ise öncelikle yoksulluk, yolsuzluk, liyakatsizlik, kayırmacılık vb. olumsuzluklardan ciddi seviyede rahatsız olduğunu söylemek mümkündür.
Bahse konu sorunların çözümü noktasında ise; toplumun yaklaşık üçte birlik kesimi AKP ve ortakları ile kurdukları farklı seviyelerdeki ve alanlardaki çıkar ilişkileri sebebiyle iktidara destek vermektedir. Toplumun diğer üçte birlik kesimi, ana muhalefet partisini ve diğer belli başlı muhalefet partilerini canı gönülden olmamakla birlikte ayrı ayrı ve zoraki çözüm yerleri olarak görmektedir. Çünkü bahse konu partiler AKP’nin ve ortaklarının sergilediği olumsuzlukların bir kısmını bünyesinde barındırmakta, sistemle uyumlu hareket etmekte ve bu sebeple toplumda ciddi seviyede “güvensizlik” yaratmaktadır. Geri kalan üçte birlik kesim ise, sorunları çözebilecek bir parti ve zihniyet göremediklerinden mevcut partileri desteklemeyen, seçimde oy kullanmayacağını belirten, çözüm adresi arayışında olan kesimdir.
Bu kategorilendirmeyi yaptıktan sonra, muhalefet partilerinden çok da memnun olmayan ve hiçbir partiyi çözüm adresi olarak görmeyen/göremeyen, toplumun yaklaşık yarısına denk gelen özellikle emekçi ve/veya genç kitlenin, THTM’nin öncelikle iktidarı yönetimden uzaklaştırmak, ardından sistemi sorgulayarak değiştirmeye yönelik olarak örgütlemesi gerektiğini düşündüğüm kitle olduğunu görüyorum.
Dolayısıyla Türkiye’nin içine girdiği güncel siyasi konjonktürde, bahse konu kurultayın bu tespitler ve değerlendirmelerin ışığında çalışmalarını bahse konu kitlenin “en kısa sürede ve ne şekilde” örgütlü hale getirilmesi konusuna yoğunlaşmasının bir zorunluluk olduğunu düşünüyorum.
'Kurultay, bu potansiyelin ilk büyük sınavı olabilir'
Ahmet Saltık: 2025 yılında Türkiye, siyasal ve toplumsal dönüşümlerin eşiğinde, yeni arayışların ve seçeneklerin yoğun olarak tartışıldığı bir süreçten geçmekte. Bu bağlamda, 24-25 Mayıs 2025’te yapılacak Cumhuriyetçiler Kurultayı, salt bir siyasal partinin iç dinamiklerine ilişkin bir çaba olmanın ötesinde, Türkiye'nin güncel politik topludurumu (konjonktürü) içinde çok boyutlu ve anlamlı, umut verici bir girişim olarak görülmektedir.
1. Siyasal Denge ve Muhalefetin Yeniden Yapılanma Arayışı
2023 genel seçimleri sonrasında ortaya çıkan tablo, iktidar blokunun merkezi ve pekişik (konsolide) dokusunu koruduğunu, ancak muhalefet cephesinin çok başlılık, strateji eksikliği ve özeleştiri yetersizliğiyle adeta boğulduğunu göstermektedir. Bu durumda Cumhuriyetçiler gibi yeni siyasal odaklar, Cumhuriyetin kazanımlarını korumada etkili siyasal direnç ekseninde toplumsal muhalefetin sözcüsü olma yetisi taşımaktadır. Kurultay, bu potansiyelin ilk büyük sınavı olabilir.
Kurultay, Cumhuriyetçiler Hareketi'nin muhalefetin dağınıklığını toparlayacak, yeni bir uzgörü (vizyon) ve siyasal söylem geliştirecek güçte olup olmadığını ortaya koyacaktır. Bu sorumluluk, Partinin salt kendi geleceği açısından değil, Türkiye'deki muhalefet dinamiklerinin yeniden yapılandırılması açısından da belirleyici olabilir.
2. Toplumsal İstemler ve Olası Siyasal Yanıtlar
Türkiye'de 2025’te kurgulu ağır ekonomik bunalımın sürekliliği, demokratik bozunma, anlatım (ifade) özgürlüğüne dönük sistemli baskılar ve doruğa ulaşan toplumsal kutuplaştırma gibi sorunlar kamuoyunda dayanılmaz rahatsızlık yaratmıştır. Bu koşullarda düzenlenen Cumhuriyetçi Kurultay, bu sorunlara somut, uygulanabilir ve çözüme yönelik yaklaşımlar sunup sunmadığı ölçüsünde anlam ve işlev kazanacaktır.
Dinci – gerici emperyal karşıdevrimin hızla durdurulması yaşamsaldır.
Kurultayda, sürdürülemez yatay ve dikey yoksullaştırma doğuran kurgulu ekonomik sömürü (sermaye birikimini ne pahasına olursa olsun dayatma!), yaygın işsizlik, çökertilen adalet düzeni ve yargı yansızlığı-bağımsızlığı, teslim alınan medya ve TRT ile beyin yıkama, temel hak ve özgürlükler, ulusal eğitim politikaları, çevre ve yerel yönetimler, laiklik, sağlık hakkı, konut hakkı gibi alanlarda getirilecek politika önerileri, partinin toplumsal tabanı genişletme potansiyelini ortaya koyacaktır.
3. Yeni Siyasal Söylemin Olanakları
Cumhuriyetçiler Kurultayı, yeni bir siyasal söylem, yeni bir toplumsal imgelem (tahayyül) ve yeni bir demokrasi vizyonu taşımalıdır. Yılgın kitlelere moral ve umut aşılayabilmelidir.
- Kutuplaştırmayı şiddetle reddeden ama net bir ulusal-demokratik duruş sergileyen,
- Saydam, hesap verebilir ve katılımcı ilkeleri odağa koyan,
- Gençleri, kadınları, kentli orta sınıfı, yoksullaştırılan emeklileri özellikle hedefleyen
Kırılgan emekçi kesimlere özellikle dönük bir siyasal yönelim benimsenirse, bu Kurultay çok daha geniş bir taban edinebilir.
4. Zamanlama ve Seçim Dengeleri Bağlamında Önemi
Kurultay, anamuhalefetin epey güçlendiği 2024 yerel seçimlerinin ardından gelen önemli bir siyasal girişim olarak da önemlidir. Yerel seçimlerin sunduğu tablonun değerlendirileceği, yeni seçim stratejilerinin öngörüleceği bir dönemde yapılması, Cumhuriyetçilerin 2028 veya daha erken genel seçimlere yönelik tutum alması açısından katkı sağlayabilir.
5. Önderlik, Kadro ve Örgütsel Kapasite
Kurultay, Parti önderliğinin halkla ilişkisini, siyasal öngörü ve strateji yeteneğini de ortaya koyabilir. Görevdeki kadrolar, Partinin demokratik reflekslerini ve kurumsal kapasitesini test edebilir. Bu bağlamda, kollektif önderliğin seçkinci (elitist) olmayan, katılımcı ve ortak akla dayalı bir siyasal örgüt modeli sunması gündeme gelebilir.
Sonuç
24-25 Mayıs 2025’te Ankara’da yapılacak olan Cumhuriyetçiler Kurultayı, Türkiye'nin içine sürüklendiği karmaşık ve çok ağır siyasal ve toplumsal dönemde, toplumsal muhalefetin yeniden biçimlenmesi, yeni siyasal anlatıların geliştirilmesi ve demokratik toplumcu siyasetin alan kazanması açısından önemli bir eşik olabilir. Kurultayda üretilecek iletiler, salt bir partinin değil, belki de Türkiye'nin geleceğine yön verecek yeni bir siyasal dalganın habercisi olma potansiyeli taşıyabilir.
AKP hükümeti iktidarda olduğu yıllar boyunca Türkiye’de demokrasi ve özgürlüklere ilişkin başlıklarda faturayı Cumhuriyet Devrimi’ne çıkarması ile biliniyor. Üstelik AKP’nin cumhuriyetle bu bitmeyen hesaplaşmasında farklı zamanlarda farklı müttefiklerle hareket ettiğini de görüyoruz. Kimi zaman liberaller, kimi zaman islamcılar, kimi zaman milliyetçiler bu ittifakın tarafı oluyor. Siz bu sorunların kaynağında Cumhuriyet’le somutlanan değerlerin görülmesini nasıl yorumluyorsunuz?
Melek Neslihan Özfidan: Ekonomide kamucu politikalar yerine neo-liberal yaklaşımla Devletçilik, halktan, emekten yana değil de zenginlerden yana bir tutumla Halkçılık, çağdaş uygarlık seviyesinin de üstüne çıkmak yerine gericilikle Devrimcilik, din ve vicdan özgürlüğü yerine devlet dini yaratılmaya çalışılmasıyla Laiklik, Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkesin Türk olarak nitelendirilmesinin yerine vatandaşlık kavramı değersizleştirilerek etnik kökenlerin ön plana çıkarılmasıyla Milliyetçilik kurucu ilkelerinin yok sayılmaya çalışılması aslında Cumhuriyet’le somutlanan değerlerin yok sayılması girişimidir. Çünkü gerçekten demokratik bir hukuk devleti yerine, demokrasi ve hukukun üstünlerin lehine tasarlanmasıyla Cumhuriyet karşıtlığı somutlaşmaktadır. Bu sorunların kaynağında Cumhuriyet’le somutlanan değerlerin görülmesi, İsmail Hakkı Tonguç’un yıllar önce göreceğiz dediği çok şeylerden biri ve belki de en önemlisidir:
"Demokrasinin iki çeşidi vardır. Biri, zor ve gerçek olanı. Öbürü kolayı, oyun olanı. Topraksızı topraklandırmadan... İşçiyi sağlama almadan... Halkı esaslı eğitmeden... olmaz. Birincisi köklü değişim ister. Zordur ama, gerçek demokrasidir. İkincisi, sandık demokrasisidir. Okuma yazma bilsin bilmesin... Toprağı, işi olsun olmasın... Demagojiyle serseme çevrilen halk, elindeki kağıdı sandığa atar. Böylece... Kendi kendini yönetmiş sayılır. Bu, oyundur, kolaydır. Amerika bu demokrasiyi yayıyor. Biz de demokrasinin kolayını seçtik. Çok şeyler göreceğiz daha…"
'Malum kesim Cumhuriyet’e saldırarak eşitliğin geri plana itilmesine çalışmaktadır'
Yalçın Özkütük: Osmanlının teokratik ve otokratik yapısını besleyen ve devamında bundan yararlanan kesimler ile bugün aynı zihniyete sahip olan kesimlerin; 19.yy. ortalarından itibaren bahse konu sisteme karşı duruş sergileyen İttihat ve Terakki esaslı kesimleri, ilave olarak sonrasında Cumhuriyet’e uzanan ve kuruluş sürecinde Mustafa Kemal’in liderliğini yaptığı grubu ve nihayetinde günümüze kadar olan süreçte aynı çizgideki tüm kurum ve kesimleri hedef alması, ülkenin yakın siyasi tarihindeki temel mücadelenin desenidir. Doğal olarak Cumhuriyet taraftarları ile karşıtları, bahse konu mücadelenin ana aktörleridir. 150-200 yıllık bu zaman periyodunda Cumhuriyet karşıtları konjönktüre uygun şekilde, içeriden temel olarak liberaller/neoliberaller, siyasal İslamcılar, Türk ve Kürt milliyetçileriyle, dışardan ise özellikle Batı emperyalizmi ile karşılıklı çıkar ilişkisine dayalı kimi zaman gizli kimi zaman açık birlikteliklere gitmiştir. Cumhuriyet karşıtlarının Batı emperyalizmi ile çıkarlarının örtüşmesine sebep olan ortak ana hedef ise, Cumhuriyet’in yıkılmasıdır.
Ulaşılan fotoğraftan anlaşılacağı üzere Cumhuriyet karşıtı zihniyetin özdeki mücadelesi Cumhuriyetçiler ve Cumhuriyet değerleriyle olurken, fotoğrafta yer alan diğer aktörler bu zihniyetin değişkenleri ve yardımcılarıdır. Bu noktadan hareketle Cumhuriyetçilerin verdiği mücadelenin odak noktasında da Cumhuriyet karşıtı zihniyet yer almalıdır. Bahse konu diğer aktörlere öncelikle odaklanıldığında mücadelenin “ağırlık merkezi” olan Cumhuriyet karşıtı zihniyet bu durumdan yararlanmaktadır. Malum kesim Cumhuriyet’e saldırarak Cumhuriyet’in temel değerleri olan eşitliğin ve sınıflar arası farklılığın azaltılmasının geri plana itilmesine çalışmaktadır. Böylece sermayenin, burjuvazinin daha az konuşulur ve sorgulanır olması hedeflenmektedir.
'Yeni Osmanlıcılık özlemi: Halifeliği de içeren bir neo-patrimonyal sultanlık rejimi'
Ahmet Saltık: AKP, 3 Kasım 2002 genel seçiminden günümüze dek Türkiye siyasetinde seçmen desteği ve kurumsal gücü açısından güçlü bir merkezi siyasal aktör olagelmiştir. 23 yılı bulan bu uzun ve kesintisiz, çoğunluğu tek başına iktidar döneminde AKP’nin demokrasi, temel hak ve özgürlükler ile Cumhuriyet Devrimi ile kurduğu ilişki, ciddi kırılmalar içeren karmaşık bir süreçtir. Soruda vurgulanan "Cumhuriyetle hesaplaşma" vurgusu bu sürecin ana eksenidir. Türkiye’de modernleşmenin, sekülerleşmenin ve devlet-toplum ilişkilerinin yeniden tanımlandığı bir döneme denk düşmektedir son çeyrek yüzyıl.
1. Cumhuriyet Devrimi'nin Siyasal ve Kültürel Kalıtı (Mirası)
Cumhuriyet’in kurucu felsefesi, özellikle 1920’ler ve 1930’lar boyunca Kemalist ilkeler olarak
- Laiklik,
- Halkçılık,
- Devletçilik,
- Devrimcilik,
- Milliyetçilik,
- Cumhuriyetçilik
“6 Ok” motoruyla biçimlendi. Kurtarıcı ve Kurucu önder Atatürk’ün geliştirdiği ve 1924 Anayasasına yerleştirdiği bu Anayasal ilkeler, Osmanlı teokratik din-tarım düzeninden köktenci bir kopuşu ve Batılı anlamda modern ulus-devlet ve çağdaşlaşmayı hedefliyordu. Bu bağlamda Cumhuriyet devrimi, Türkiye’de kaçınılmaz olarak otoriter bir modernleşme ürünüdür. Halkın doğrudan katılımından çok, yukarıdan aşağıya bir dönüşüm modelini zorunlu olarak benimsemiştir. Bu durum, demokratik meşruluk ve katılım bağlamında ilerleyen yıllarda eleştirilerin odağı oldu. Ancak, çok geri bıraktırılmış, ümmetleştirilmiş bir din-tarım toplumunda başkaca bir seçenek de söz konusu edilemezdi.
AKP, özellikle erken döneminde (2002-2011) AB reform süreciyle örtüşen bir "demokratikleşme" söylemiyle öne çıktı. Bu dönemde, 1980 sonrası Türk sağı ve İslamcıların taşıdığı Cumhuriyet eleştirilerini hem içeriden hem dışarıdan (emperyal) destekle yeniden gündeme taşıdı. AKP, Cumhuriyetin laiklik ve otoriter modernleşme çabasını, geleneksel muhafazakârlık ve dinsel değerler uğruna sürekli ve artan dozda eleştirerek, bu söylemi “halkın iradesi” ve “sivil siyaset” kavramlarıyla meşrulaştırmaya çalıştı. Atatürk’ten çalarak “Yeni Türkiye”(!) jargonu üretti.
Ancak bu saldırılar çoğu zaman demokratikleşmeyi derinleştirmekten çok, eldeki kurumsal dengeyi kendi yararına dönüştürme aracı oldu. Örneğin yargı, medya ve sivil topluma müdahaleler; Cumhuriyetin vesayetçi mirasıyla mücadele adı altında ideolojik temelli totaliter bir yapı dayattı. Dolayısıyla, kimilerine göre AKP’nin Cumhuriyetle girdiği savaşım, onu tümüyle reddeden değil; kendi hegemonik vizyonuna göre dönüştüren bir savaşımdır. Bize göre, BOP kapsamında daha köktencidir ve Anadolu Federe İslam Cumhuriyeti hedeflidir. Erdoğan, TV’lerde kezlerce, övünerek BOP eşbaşkanı olduğunu açıklamıştır. Türkiye bu süreçte, ülkesi ve ulusuyla bölünecektir!
3. Değişik Dönemlerde Farklı Bağlaşıklar (Müttefikler)
AKP’nin Cumhuriyetle olan bu hesaplaşmasında farklı dönemlerde değişik toplumsal ve siyasal oyuncularla (aktörlerle) ittifaklar kurduğunu görüyoruz:
- 2002–2010 arasında liberaller, vesayetçi devlet yapısına karşı “sivil anayasa” ve “AB reformları” (!) çerçevesinde AKP’ye destek verdi.
- 2010 sonrasında İslamcılar, özellikle Gülen Cemaati-FETÖ ile ittifak içinde devlet bürokrasisini ele geçirdi ancak ABD güdümlü bu simbiyotik ilişki 2013’te çatışmaya, 15 Temmuz 2016’da silahlı kalkışmaya dönüştü.
- 2015 sonrası dönemde ise milliyetçi-mukaddesatçı blok, özellikle MHP ile kurulan Cumhur İttifakı bağlamında, Cumhuriyet’in milliyetçi söylemleri -bir süreliğine- yeniden sahiplenilerek farklı bir meşruluk zemini edinildi.
Bu iniş-çıkışlar, AKP’nin “Cumhuriyetle hesaplaşma”sını sabit bir ideolojik çizgi üzerinden değil, iktidar stratejileri ve ittifak ilişkileri bağlamında devingen olarak taktiksel sürdürdüğünü gösterir.
4. Sorunun Kaynağında Cumhuriyet ve O’nun Temel Değerleri mi var?!
AKP’nin demokrasi ve özgürlükler alanındaki sorunları Cumhuriyet’in modernleşmeci kalıtına (mirasına) bağlaması, özenle irdelenmelidir. Cumhuriyetin otoriter yönleri (tek parti dönemi, merkezileşmiş devlet yapısı, laiklik anlayışının uygulama biçimi) anakronizmaya düşmeksizin eleştirilebilir. Ancak bu eleştiriler yapıcı bir demokratikleşme amacı taşımıyor ve AKP’nin iktidar uygulamalarıyla çelişiyor.
Bugün Türkiye’de çok boyutlu ve ağır rejim bunalımının temel nedeni, Cumhuriyetin kurucu ilkelerini ortadan kaldırarak hesaplaşma ve yeni Osmanlıcılık özlemidir. Bu özlem, Halifeliği de içeren bir neo-patrimonyal sultanlık rejimidir. AKP siyaseti her tür denetimin dışındadır.
Temel hak ve özgürlüklerin kabul edilemez kertede sınırlanması, Güçler Ayrılığı ilkesinin kökten kaldırılması, siyasal kuramda yeri olmayan anomalik “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” uydurması ve ana muhalefetin araçsallaştırılan hatta mafyalaştırılan yargı eliyle tuzaklarla (kumpaslarla) suça bulaştırılması gibi ayak oyunları Cumhuriyet’in temel değerlerinin altının oyulması ve ayaklar altına alınarak Cumhur İttifakı iktidarının hedefine erişim çabasıdır.
Sonuç
Cumhuriyet’in temel değerleri laiklik, yurttaşlık temelli eşitlik anlayışı, kamusal akıl ve seküler modernlik Türkiye’de çağdaşlaşmanın motoru olan önemli devrimsel kaldıraçlardır. AKP’nin bu değerlerle gerilimli karşıtlık ilişkisi, hatta yıkıcılığı zaman zaman bu değerleri hedef alarak zaman zaman da sözde yeniden yorumlayarak siyasal meşruluğunu zoraki sürdürme arayışına yönelmiştir.
Sorunun kaynağında Cumhuriyet değil, Cumhuriyetin değerlerinin AKP = RTE iktidarı hedefleri uğruna yıkılmak istenmesi yatmaktadır. Rejim, Cumhuriyetle barışık değildir!
Bu bağlamda, gerçek bir demokratikleşme-çağdaşlaşma, Cumhuriyet’in devrimci kalıtını (mirasını) yıkmayı değil; içtenlik ve kararlılıkla demokratik-laik-sosyal hukuk devleti ve anti-emperyalist, anti-kapitalist, tam bağımsızlık ilkelerini yaşama geçirmeyi gerektirir.
'Demokrasinin zor ve gerçek olanını seçmek için örgütlenme vakti'
Ülkede Cumhuriyet devrimine sahip çıkan çok büyük bir çoğunluğun siyaset düzleminde dağınık, örgütsüz kaldığı görülüyor. Halkın çok büyük bir kesiminin hassasiyetleri siyasal alanda yeterince dile getirilmiyor. Buna dair, Cumhuriyetçi bir siyasal platformun oluşturulması neden önemli ve bunun başarılabilmesini mümkün görüyor musunuz?
Melek Neslihan Özfidan: Cumhuriyetçi bir siyasal platformun oluşturulması önemli ve zorunludur, bunun başarılabilmesi de zorunludur ve zorunlu olduğu konusunda hemfikirsek mümkündür, mümkün olmak zorundadır. Kolay olan sandık demokrasisi oyununu bozmak için; çoğunluktaki halkın, aydın ve çalışmaya gönüllü olacak hukukçular, doktorlar, mühendisler, muhasebeciler, esnaf, işçiler, memurlar, atanmış/atanamamış öğretmenlerin katılımıyla kurulacak ve gezici veya çevrimiçi çalışacak halk okullarıyla eğitim olanaklarından yararlanması sağlanarak zor ve gerçek olan sandık demokrasisine geçişin ilk adımı atılmalıdır. Bu halk okullarıyla, okuma yazma bilsin bilmesin, işi olsun olmasın, sistematik demagojiyle yönlendirilmeye çalışılan yurttaşlara ulaşılmalı ve yurttaş olmaktan kaynaklı sahip oldukları hakları anlatılmalı, hak arama ve meslek edinme yolları öğretilmeli, bunlara erişemedikleri için nelerden yoksun kaldıkları konusunda bilinçlenmeleri sağlanmalıdır. Artık demokrasinin zor ve gerçek olanını seçmek, bunun için örgütlenmek ve fiilen çalışmak vaktidir. Bilenlerin örgütlenerek bilmeyenlere ve Cumhuriyet’e borcunu ödeme vakti gelmiştir.
'Emperyalizminin takviminde ülkemize yönelik hedeflerin gerçekleştirilme zamanı işaretli, bir an önce yürümeye başlanmalı'
Yalçın Özkütük: Bu sorunuz ilk soruyla ve cevabıyla bir bütünlük oluşturmakta. Bu sebeple sorunuzun son kısmındaki “örgütleyici siyasal platform”un gerçekleştirilip gerçekleştirilemeyeceğine yoğunlaşmak istiyorum.
Hiç kuşkusuz söz konusu platformun yaşama geçirilmesinin, “farkındalık” sahibi tüm Cumhuriyetçilerin ortak arzusu olduğunu değerlendiriyorum. Ancak isteklerimizle, ülke ve dünya gerçekliklerinin uyuşma oranının çok düşük seviyede olduğunu da görmemiz gerekmektedir. Bu durumu umutsuzluk olarak değil gerçekçilik olarak yorumlamak daha doğru olur. Çünkü ortada bir mücadele varsa umut da vardır.
Bu isteğimizi çok kısa bir süre içerisinde (birkaç yıl) yaşama geçirmemiz gerekmektedir. Çünkü Batı emperyalizminin ve dahili işbirlikçilerinin takviminde, ülkemize yönelik hedeflerinin gerçekleştirilme zamanının işaretli olduğu anlaşılmaktadır. Son aylarda içeride ve dışarıda artan seri faaliyet yoğunluğu, bahse konu zamana çok yaklaşıldığını göstermektedir.
Bu kısıtlı zaman diliminde sistemden memnun olmayan kitleyi nasıl örgütlü hale getireceğimiz, hepimiz için en önemli konudur. “Nasıl” sorusuna yanıt verebilmek için geniş, derin bir analiz gerektiğinden şu anda somut bir yanıt veremiyorum. Nitekim bu sorunun yanıtı, ortak akılla çalışan kurultaylardan çıkması gerekmektedir.
Gelecekten umutlu olabilmek, belirlenen hedefe ulaşabilmek için; teorik safhaları atlayarak somut çözüm önerilerini ortaya koymak ve bir an önce yürümeye başlamak, bu süreçte karşımıza çıkacak engellerden yılmamak temel stratejimiz olmalıdır. Tahmin edebileceğimiz iç ve dış engellerin çokluğu ve büyüklüğü ile bizlerin kararlılığı, mücadelemizin başarısında belirleyici olacak esas faktörlerdir.
'Cumhuriyetçi söylem salt geçmişe övgüyle değil geleceğe dönük uzgörüyle yeniden kurulmalı'
Ahmet Saltık:
Cumhuriyetçi Toplumun Siyasal Temsili Bunalımı ve Yeni Siyasal Düzlem Gerekliliği
1. Toplumsal Temsilde Cumhuriyetçi Boşluk: Demokrasi Açığının Görünmeyen Yüzü
Atatürk - Cumhuriyet Devrimi, Türkiye’nin modernleşme sürecinde ulus egemenliğine dayanan, laiklik ve anayasal yurttaşlık (Yurttaşların eşitliği değil, Anayasa m.66) temelli bir toplum tasarımı sunmuştur. Bu değerler, aradan geçen yüzyıla karşın, toplumun çok geniş kesimlerinde hâlâ moral (ahlaksal) ve siyasal meşruluk kaynağı olmayı sürdürmektedir. Ancak güncel siyasal ortamda bu değerleri savunan toplum kesimlerinin güçlü ve örgütlü bir siyasal temsil olanağı bulamayışı, önemli bir "siyasal katıl(ma)ma - depolitizasyon" sorunu doğurmuştur. Bu durum, ulusun demokratik yaşama katılımını sınırlayan hatta engelleyen ve siyasal aidiyet duygusunu kıran bir bunalımdır. Kitleler adeta siyasal felçle politik yaşama ve rejime yabancılaştırılmıştır: Sürü toplum!
2. Cumhuriyetçi Toplumun Siyasallaşamama Sorunu: Neden Dağınık, Neden Örgütsüz?
Cumhuriyetçi duyarlılıklara sahip toplumsal kesimlerin siyasallaşamamasının birkaç nedeni akademik olarak tartışılabilir:
- Kurumsal Yıpranma: 12 Eylül 1980 askeri darbesi ve sonrasındaki neo-liberal dönüşüm, geleneksel kitle örgütlerini (sendikalar, meslek odaları, demokratik kitle örgütleri) zayıflattı. Bu da Cumhuriyetçi kitlelerin örgütlü siyaset üretme yetisini aşındırdı.
- Merkez-Sol Krizi: CHP gibi Cumhuriyetçi gelenekten gelen partilerin neo-liberal politikalarla veya kimlik siyasetleriyle eklemlenmesi, halkın gereksinimlerine yeterince değmeyen bir temsil boşluğu doğurdu. Siyaset üstü “devlet aklı” yaklaşımı, geniş kesimlerin siyasal özneleşmesini engelledi. Kitlesel politik bilinç edinimi istendik biçimde, on yıllar içinde dumura uğratıldı.
- Sınıfsal ve Kültürel Kırılmalar: Türkiye’de laiklik ve Cumhuriyet değerleri genellikle kentli, eğitimli ve orta sınıf kimliklerle özdeşleştirilmiştir. Bu durum, geniş halk kesimlerinin (özellikle yoksul ve muhafazakâr tabanların) Cumhuriyetle olan ilişkisini ikincil ya da dışlayıcı bir indirgeme doğurmuştur.
- Siyasal Alanın Daralması: Medya, yargı ve ifade-örgütlenme özgürlüğü üzerindeki giderek artırılan baskılar, seçenek (alternatif) siyasal tasarımların (projelerin) kitlelerce sahiplenilmesini çok kısıtlamıştır. Bu da yeni Cumhuriyetçi düzlemlerin (platformların) doğuşunu yapısal olarak zorlaştırmaktadır.
3. Cumhuriyetçi Bir Siyasal Yapı (Platform) Neden Önemli?
Cumhuriyetçi bir siyasal düzlemin oluşturulması hem tarihsel hem güncel açıdan önemlidir çünkü:
Toplumsal meşruluğun güçlendirilmesi: Cumhuriyet değerleri, hâlâ halkın büyük kesiminin vicdanında karşılık bulmaktadır. Bu değerlerin siyasal zemine taşınması, sistemin meşruluk bunalımına (krizine) karşı panzehir (antidot) işlevi görebilir.
Demokratikleşmenin yeniden kurulması: Cumhuriyetin kurucu ilkeleri –özellikle laiklik, hukuk devleti ve anayasal eşit yurttaşlık– Türkiye’deki demokratik gerilemeye karşı güçlü bir zemin sağlar. Bu ilkelerin yeniden yorumlanarak siyasal savaşıma (mücadeleye) dönüştürülmesi, Türkiye'nin otoriter hatta despotik savrulmadan çıkışına katkı sağlayabilir.
Yeni bir kolektif kimlik inşası: Türkiye’nin çok parçalı toplumsal yapısında, Cumhuriyet değerleri farklı kimlikleri (Aleviler, seküler Sünniler, kadınlar, gençler, emekçiler) bir arada tutabilecek bir tutkal, ortak zemindir. Yeni bir Cumhuriyetçi platform, bu kolektif kimliğin örgütlü bir biçimde siyasal arenaya taşınmasını sağlayabilir. Bu ortak yurttaşlık kimliği, Anayasa m.10 ve m.66’da açıkça tanımlıdır.
4. Bu Yapının (Platformun) başarısı olanaklı mı, neye bağlı?
Evet, böyle bir yapının (platformun) başarısı olanaklıdır. Ancak kimi koşullarla:
- Programda yenilenme: Cumhuriyetçi söylemin salt geçmişe övgüyle değil; geleceğe dönük, sosyal adaleti, çevreyi, kadın haklarını ve gençliği içeren bütüncül bir uzgörüyle (vizyonla) yeniden kurulması gerekir. Her tür sömürü, ahlak-etik dışılık reddedilecektir.
- Toplumsal tabanla etkileşim: Cumhuriyet değerlerinin daha geniş kitlelerle yeniden bağ kurması gerekir. Bu da yukarıdan kurulan seçkinci (elitist) söylemler yerine, yerel taban örgütlenmeleri, mahalle düzeyinde katılımcı yapılarla olanaklıdır.
- Yeni kadrolar ve siyaset biçimi: Geleneksel siyasal oyunculardan bağımsız, sivil alandan ve genç kuşaktan gelen yeni aktörlerin sürece katılması gerekir.
Halka, yaşadıklarını anlamlandıracak politik bilinç kazandırılması kilit yükümdür.
- İttifak kurma yetenekleri: Böyle bir düzlem (platform), salt benzer düşünenlerle değil, Cumhuriyet değerlerine mesafeli de olsa, demokratikleşmeden yana kesimlerle de konuşabilen bir esneklik geliştirmelidir.
Sonuç
Cumhuriyetçi bir siyasal düzlem (platform), hem tarihsel meşruluk hem de toplumsal karşılık bulma açısından Türkiye’nin demokratik geleceği için önemlidir. Bu düzlemin (platformun) başarısı, yalnızca varolan iktidara muhalefetle değil, aynı zamanda siyasal katılımı, çoğulculuğu ve eşitliği temel alan, ayrıştıran değil birleştirici-kaynaştıran insan hakları öngörüsü ortaya koymasıyla olanaklı olacaktır.
Bilimsel akılcılık ana rehberdir.
Türkiye Cumhuriyetimizin 2. yüzyılında, bu kurucu temel değerlerin yeniden güncellenerek politik bilince yerleştirilmesi siyasallaştırılması ve örgütlü bir kitlesel harekete dönüştürülmesi, demokratik düzen ve yaşam için ve ülkenin-ulusun bölünmez bütünlüğü için zorunluktur.
Türkiye, 2. yüzyılının şafağında sağkalım (beka) emperyal tehdidiyle ciddi biçimde yüz yüzedir.
Yakın ve açık tehlikenin büyüklüğü, ciddiyeti ve ne yapılması gerektiği halka anlatılmalıdır.
Kemal Paşa’nın 22 Haziran 1919 Amasya Genelgesi hâlâ geçerli bir pusuladır: "Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır."
Cumhuriyetçiler Kurultayı’na doğru: Siyasi bir merkez oluşturulabilir mi? Hangi sorulara yanıt aranacak? | ![]() |