Çıkar ve nefret ilişkisi temelinde gölge boksu: Seçimler arasında Türk-Alman ilişkileri

Tabak sevdiği deriyi, burjuvazi ise işine yarayan siyasetçiyi yerden yere vururmuş! Alman egemenlerinin Erdoğan’a yaklaşımı da bu temele dayanıyor.

Haluk Arıcan

Türkiye’de yapılan genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimleri birçok ülkede olduğu gibi Alman kamuoyu ve siyaset çevreleri tarafından da yakından takip ediliyor. Almanya için Türkiye, sıkı ekonomik ilişkiler, AB ile bağları, NATO üyesi olması, Ukrayna savaşındaki tutumu ve göçmenlerin AB’ye akışını engelleyen baraj ülke konumu nedeniyle önemli bir dış politika başlığı. Diğer yandan bu ülkede yaşayan Alman vatandaşlığına geçmiş veya Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını koruyan 3 milyon civarında Türkiye kökenli insan, bunların Türkiye’ye de uzanan siyasi tercihleri, her iki ülkenin bu kitle üzerinde birbirleri aleyhine hegemonya kurma mücadelesi, Türkiye başlığını Alman iç siyasetinin de önemli bir konusu haline getiriyor.

Türkiye’deki seçimlerin Almanya’da değerlendirilmesi, hatta Almanya’nın seçimleri etkilemeye yönelik müdahale ettiği iddiaları (Frankfurter Rundschau) kadar, iki ülke arasında geçtiğimiz yıllarda sorun teşkil eden, kimi kriz başlıklarının 14 Mayıs seçimlerinde bir iki gün sonra, sanki tesadüfen ve olaylar birbirleriyle bağlantısızmış gibi ardı ardına kontrollü bir şekilde patla(tıl)ması da biraz daha ayrıntılı incelenmeyi hak ediyor. 

Sevilmeyen ama işe yarar adam, sevilen ama işe çok yaramayan adama karşı

Alman medyasında (özellikle de 14 Mayıs öncesi) Türkiye’deki seçimler hem AB, dolayısıyla Almanya, hem de Türkiye için “kader seçimi” (Frankfurter Rundschau) ve ‘’bu yıl Avrupa’da yapılacak en önemli seçim’’ (ZDF) olarak nitelendirilirken, CHP önderliğindeki muhalefete olan açık destek de gizlenmiyordu. 

Bir dönem Erdoğan’ı ve AKP’yi yere göğe sığdıramayan “sol”dan sağa federal parlamento üyelerinin açık veya dolaylı Erdoğan karşıtı açıklamaları, seçimler yaklaştıkça daha yüksek sesle dile getirilmeye başlandı. Söylenen, Erdoğan’ın bir kez daha seçilmesi halinde, Türkiye’de -kaldığı kadarıyla-  demokrasinin çok büyük bir yara alacağı ve Avrupa Birliği üyeliği perspektifinin ortadan kalkacağıydı.

Alman resmi makamları Türkiye’deki seçimlerle ilgili olarak alışa geldik ‘’demokrasi’ye vurgu yapan ve partilerle adaylar arasında taraf tutmuyor izlenimi veren açıklamalarda bulunurken, konumları gereği Almanya’nın resmi bakış açısını yansıttığından kuşku duyulmayacak bazı siyasetçilerin açıkça Kılıçdaroğlu’nu destekleyen açıklamaları, ilk bakışta çelişkili bir duruma işaret ediyor.

Türkiye’de seçimlere kısa bir süre kala Yeşillerin Eş Başkanları Ricarda Lang ve Omid Nouripour, Kılıçdaroğlu’na oy verilmesi için açıkça çağrı yaptılar. Bu açıklamanın Dışişleri Bakanı Baerbock’un (Yeşiller) bilgisi dahilinde gerçekleştirildiği açık. 

Son yirmi beş yılın sekiz yılında Alman Dışişleri Bakanlığı koltuğunda Yeşillerin oturduğunu ve bu partinin uzun bir süredir düzenin ana aktörlerinden biri olduğu dikkate alındığında, bu tür açıklamaların anlık tepkilerin sonucu olamayacağı belli oluyor. 1998’den 2005’e kadar Dışişleri Bakanı olan Fischer (Yeşiller) bu durumu çeyrek yüz yıl önce veciz bir şekilde formüle etmişti: “Yeşillerin dış politikası olmaz, Almanya’nın dış politikası olur.”

Federal Meclis Dışişleri Komisyonu Başkanı Michael Roth (SPD) da 14 Mayıs seçim sonuçlarının Türkiye’de demokrasi ve hukuk devleti isteyenler için hayal kırıcı olduğunu açıklıyordu. Roth bir önceki Merkel’in başında olduğu hükümette, SPD adına 8 yıl boyunca Avrupa ilişkilerinden sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yapmıştı.

Sosyal demokrat SPD ve Yeşillerin üç partili koalisyon hükümetinin iki ana unsuru olduğu hatırlandığında, bu açıklamaların önemi belli oluyor. 

Seçimleri değerlendiren çoğu siyasetçinin ve Avrupa Parlamentosu adına seçimleri Türkiye’de izleyen resmi heyetin Alman siyasetçilerden oluşan üyelerinin bir ağızdan çıkmışçasına ‘’Türkiye’deki seçimler genel olarak serbest ama adil değildi’’ değerlendirmelerini de bir kenara yazmakta yarar var.

'Tavşana kaç…' veya 'Yıpratarak destek'

Peki, Türkiye’yi yakından takip eden gazetecilerin ve muhalefet partileri milletvekillerinin “Alman siyasetçilerinin, özellikle de Berlin’in Türkiye’de muhalefeti destekleyen açıklamaları Erdoğan’a yarar, onun eline muhalefete karşı kullanacağı koz verir” uyarıları niye dikkate alınmıyor?

Özellikle de son 12-13 yıldır, Erdoğan’ın Rusya ve Çin’e yönelmesini engellemek, Türkiye içinde tutulan göçmenlerle AB’ye baskı (şantaj) yapmasına mani olmak ve Almanya içindeki Türkiye kökenli ve Erdoğan destekçisi kesimde huzursuzluk yaratmama adına “alttan alan” bir siyasi dil kullanmayı tercih eden Almanya’nın tutum değiştirmesinin ve tam da seçimler sırasında Erdoğan’a bilinçli olarak açıkça koz vermesinin nedeni ne olabilir?

Bununla ilgili, bir kısmı Alman siyasi çevrelerinde de dillendirilen siyasi varsayımlarda bulunabiliriz:

  • Kılıçdaroğlu'nun cumhurbaşkanı seçilmesi zor; Meclis’te çoğunluğu kazansaydı bile, ittifakın firesiz birlik oluşturması zor olurdu.
  • Seçilirse, Kılıçdaroğlu dış politikada Erdoğan’dan çok farklı bir siyaset izle(ye)meyecek. 
  • Cumhur ittifakının yapısı gereği, Erdoğan gibi (kendi içinde) istikrarlı bir politika uygulaması zor.
  • Rusya ile ipleri ekonomik zorluklar nedeniyle kopartması çok zor.
  • Kılıçdaroğlu, Rusya ile ilişkileri bozarsa da, ekonominin gereksinimini duyduğu mali kaynakları AB’nin sağlaması çok zor. Yardımı reddetmek de kolay değil.
  • En önemlisi ise, Türkiye’nin AB’ye alınması söz konusu değil. Erdoğan iktidarda olduğu müddetçe kimsenin bunu açıkça dillendirmesi gerekmiyor. Kılıçdaroğlu kazanır ve üyelikte ısrar ederse, bunu açıkça dillendirmek, ‘’sol-liberal’’ olarak bilinen hükümetler için sorun olur. Doğu Avrupa’daki üye devletlerle olan sorunlar bile çözülemezken, Türkiye çapındaki bir ülke mevcut sorunlarıyla AB’yi felç eder.
  • Az bir farkla seçimleri kazanan iç sorunlarla ve ekonomik bir krizle boğuşacak bir Erdoğan’ın ise savrulmalarını engellemek daha kolay olur. 
  • Erdoğan atacağı adımlar her zaman öngörülemez olsa da, istekleri hep aynı: Daha fazla güç, ama her daim para.
  • Son dönemde, NATO’nun genişlemesi konusunda Rusya’yı asıl rahatsız eden Finlandiya’ya onay verdi ve Akdeniz’de ABD’nin ve AB’nin öncelikli taleplerini yerine getirdi.

Kılıçdaroğlu’nu açıkça destekleyen açıklamalar ve son bir haftadaki kriz başlıklarındaki gelişmeler bu çerçevede anlam kazanıyor. Kılıçdaroğlu’na açıkça destek verilerek, Erdoğan’ın seçilmesi kolaylaştırılıyor. Elbette herkesin kulağına bir şeyler üflenmiyor. Erdoğan karşıtlığı için zaten özel bir çaba gerekmiyor. Kılıçdaroğlu’na verilen desteğe engel olunmayarak yol veriliyor. Çeşitli dolaylı mesajlarla da, Erdoğan'ın oyun alanının daraltılmasına çalışılıyor. Olur da Kılıçdaroğlu seçilirse, o da zaten ‘’destekledikleri’’ aday.

Terbiye aracı olarak hukuk

Tabak sevdiği deriyi, burjuvazi ise işine yarayan siyasetçiyi yerden yere vururmuş! Alman egemenlerinin Erdoğan’a yaklaşımı da bu temele dayanıyor.

Almanya’da Sabah gazetesine casusluk suçlaması

Türkiye’de seçim sonuçlarının belli olmasından sadece üç gün sonra Almanya'daki iki Sabah gazetesi üst düzey yöneticisi evlerine yapılan baskınlarla kısa süreliğine gözaltına alındılar. Baskının, Alman gazetelerinin verdiği haberlerine göre polis, iki gazetecinin açıklamalarına göre ise Alman iç istihbaratı, Anayasayı Koruma Teşkilatı (VS) tarafından yapıldığı belirtilse de, kesin olan baskının VS’nin casuslukla ilgili yürüttüğü bir soruşturma sonucu gerçekleştirildiğiydi. Almanya'da resmi makamların bilgisi dahilinde ikametgah adresleri gizli tutulan Fethullah Gülen taraftarlarının adres ve kimlik bilgilerinin Sabah gazetesinde yayımlanması, kişisel bilgilerin ihlali olarak değerlendirilirken, işin arkasında MİT’in olduğu iddia ediliyor.

İlginç olan, aylardır süren soruşturmanın, Türkiye’deki seçimlerden hemen sonra ve iki gazetecinin kısa süreliğine de olsa gözaltına alınmasıyla sonuçlanması. Uzun bir süredir soruşturması süren ve -dolaylı da olsa- casusluk gibi ağır bir suçla bağlantılı bir fiilin sanıklarının sadece birkaç saat süren gözaltından sonra serbest kalmaları alışıldık bir uygulama değil. Beklendiği gibi Türk hükümeti bu baskını ‘’basın özgürlüğüne’’ karşı bir saldırı olarak değerlendirirken, Erdoğan taraftarları da ‘’Batı’ya kafa tutan Erdoğan’ın seçim başarısına karşı dış güçlerin hazımsızlığı’’ olarak değerlendiriyorlardı. 
Almanya Büyükelçisinin Dışişleri Bakanlığına çağrılmasından sonra, durumun -şimdilik- sakinleştiği görülüyor.

Deniz Yücel’e yakalama kararı

Bu olaydan bir gün sonra ise Almanya ile ilişkilerin gerildiği dönemlerin Türkiye’de gelenek haline gelen adım geldi. Alman Die Welt gazetesi yazarı Deniz Yücel’in "Cumhurbaşkanına hakaret" ve "Devleti ve yargı organlarını alenen aşağılamak" suçlarından yargılandığı davada savunmasının alınması için yakalama kararı çıkarılmasına karar verildi. Yücel Almanya’da olduğu için bu kararla ilgili bir gerilim beklenmiyor.

FinFisher casusluk yazılımları

Yücel kararından birkaç gün sonra, bu sefer Almanya’da, çoktan iflas başvurusu yapmış casusluk programları üreten FinFisher firmasının yöneticilerine Türkiye’ye muhalefeti fişlemek için uygulamaları yasa dışı olarak satma suçlamasıyla Münih savcılığınca iddianame hazırlandığı açıklandı. Münih Başsavcılığının şirket hakkında 2019 yılında soruşturma açtığı bilinirken, iddianame açıklamasının tam da Türkiye’deki seçimlerin hemen ertesine gelmesi artık şaşırtıcı olmasa gerek.

Bütün bu olayların seçimlerin hemen sonrasında bir haftalık zaman içinde gerçekleştiği dikkate alınırsa, adım atma sırasının, tabii zaman yeterse, Türkiye’ye geldiği anlaşılıyor.

İkinci tur seçim öncesi Türkiye bu tür yeni bir girişimde bulunur mu? Bunu bilmek kolay değil.

Bilinen, ülkeler arasında dostluk ilişkisi kurmanın bu düzende mümkün olmadığıdır.