ÇEVİRİ | Dani Rodrik: Yüksek enflasyona karşı fevri faiz kararları verilmemeli

Harvard Üniversitesi'nde görevli iktisat profesörü Dani Rodrik, ülkelerin enflasyona karşı para politikalarını belirlerken sabırlı olması gerektiğini ifade etti.

Haber Merkezi

Harvard Üniversitesi'nde görevli Türk iktisat profesörü Dani Rodrik, dünya genelinde görülen yüksek enflasyona ilişkin bir makale kaleme aldı.

Rodrik, 'Enflasyon sapkınlığı' başlıklı yazısında, ülkelerin yüksek enflasyona karşı para politikalarını ve faiz oranlarını belirlerken ihtiyatlı davranması gerektiğini ifade etti. Rodrik, ortodoks para politikalarından vazgeçerken dikkatli olunması gerektiğini ifade ettiği bölümde AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın politika faizini düşürme kararını örnek verdi.

Yazının tamamını soL okurları için çevirdik:

"Enflasyonun hayaleti, politikacıların daha çok fiyat deflasyonuyla meşgul olduğu uyku döneminin ardından bir kez daha dünyayı sarıyor. Fiyat istikrarının nasıl yeniden tesis edilebileceğine dair eski tartışmalar tekrar gün yüzüne çıktı.

Politikacılar, enflasyonla mücadelede ortodoks yaklaşımla harcamaları kısıp faizleri artırarak parasal ve mali frene mi basmalı? Onun yerine Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla faizleri düşürme yolunu izlemesi gibi tersi yönde mi hareket etmeli? Ya da politikacılar, ABD’de bazı iktisatçı ve tarihçilerin öne sürdüğü gibi fiyat kontrolleri yoluyla veya büyük firmaları fiyat belirleme yetkisiyle sıkıştırma yoluyla daha doğrudan müdahale etmeyi mi denemeli?

Bu politikalara fevri tepkiler veriyorsanız, bir yöntemi hemen benimseyip, diğerini reddediyorsanız, bunu yeniden düşünün. Ekonomi, sabit kuralları olan bir bilim değil. Çeşitlilik gösteren koşullar farklı politikalara ihtiyaç duyuyor. Ekonomide politikaya ilişkin sorulara tek geçerli yanıt şu: “Duruma göre değişir.”

Enflasyona ortodoks çarelerin genellikle maliyetli yan etkileri olur (iflas ve artan işsizlik gibi) ve istenilen etkiyi her zaman yeteri kadar hızlı bir şekilde göstermez. Fiyat kontrolleri bazı zamanlarda işe yaradı, örneğin savaş dönemlerinde. 

Dahası, yüksek enflasyon “temel esaslar” yerine ağırlıklı olarak beklentiler tarafından tetikleniyorsa, geçici ücret-fiyat kontrolleri, fiyat belirleyicilerin düşük enflasyon dengesine yönelmede ortak hareket etmesine yardımcı olabilir. Bunun gibi “heterodoks” programlar, 1980’lerde İsrail’de ve bazı Latin Amerika ülkelerinde başarılı oldu. 

Daha düşük faiz oranlarının enflasyonu düşürdüğüne dair görüş bile çok tuhaf değil. İktisat içinde, enflasyonu yüksek faiz oranları (işletme sermeyesinin maliyetlerini artırıyor) gibi maliyet artırıcı faktörlerle ilişkilendiren, bugün çoğu anaakım iktisatçıların reddettiği bir düşünce okulu var. 

Yüksek faiz oranlarının enflasyon üreten etkilerine “Cavallo etkisi” deniyor. “Cavallo etkisi”, adını 1977’de Harvard doktora tezinde bu etkiyi ele alan eski Arjantin Maliye Bakanı Domingo Cavallo’dan alıyor. (İronik bir şekilde, Cavallo çok farklı bir enflasyonla mücadele stratejisine başvuruyor. Bu strateji, sabit döviz kuruna ve para biriminin tam dönüştürülebilmesine dayanıyordu. Cavallo, Arjantin’de kalıcı yüksek enflasyonun olduğu 1990’larda göreve gelmişti.) Bu teori, bazı durumlarda ampirik olarak da desteklenmişti. 

Enflasyona dair bazı önde gelen ekonomistlerin yaptığı gibi, şu anda moda olmayan fikirlerle “bilim dışı” diyerek alay etmek bu nedenle hatalı. Bu, Covid-19 aşılarını reddetmeye benziyor. Aslında, gerçek dünyaya dair ortaya atılan belli bir iddianın var olan teorilerle örtüşmemesi, genellikle belli koşullarda genç, akıllı bir iktisatçının, ortaya attığı iddiaların doğru olduğunu gösterebilmesine bir davet niteliği taşır. Gerçek ekonomi bilimi bağlamsaldır, evrensel değildir. 

Enflasyona bağlamsal bir yaklaşım bugün neye işaret eder?

ABD’de ve diğer çoğu gelişmiş ekonomideki mevcut enflasyon, 1970’lerin sonunda görülen enflasyondan önemli ölçüde farklılık gösteriyor. Bugünkü enflasyon hem kronik değil (şu ana kadar), hem de ücret-fiyat sarmalı ve geriye doğru endeksleme tarafından tetiklenmedi.

Enflasyon doğurucu baskı, pandemi nedeniyle harcamaların hizmetlerden ürünlere yeniden tahsisi, tedarik zinciri ve üretimdeki aksamalar gibi büyük ölçüde geçici faktörler setinden kaynaklanıyor. Genişlemeci para politikaları ve mali politikalar, gelirleri artırsa da bu politikalar da geçici. Bunun alternatifi, istihdamda ve yaşam standartlarında büyük bir yıkıma yol açar.

O halde, gelişmiş ülkelerdeki politikacılar, mevcut şartlar altında enflasyondaki keskin yükselişe abartı tepki vermemeli. Tarihçi Adam Tooze’un dediği gibi, geçici enflasyonun düzenleme veya para politikası yoluyla ölçülü bir müdahaleye ihtiyacı var.

Fiyat kontrollerine karşı öne sürülecek en iyi argüman, bu kontrollerin “bilimle bağdaşmadığı” değil, buna karşı şimdilik radikal bir hamlenin değerlendirilmesine gerek olmadığıdır. Aynı ihtiyat, ortodoks politikalar için de geçerli: Merkez bankaları, faiz oranlarını artırmak konusunda sabırlı olmalı.

Erdoğan’ın yüksek enflasyonun, yüksek faiz oranlarının nedeni değil de sonucu olduğunu ısrar etmesine ne demeli? Türkiye’nin makroekonomik dengesizliğinin aşırı olması ve bu aşırılığın bir süredir büyümesi göz önünde bulundurulduğunda, bu argümanın geçerliliği her zaman şüpheliydi.

Bir argüman öncesinde kabul görmese dahi gerçekler, akla yatan ve yatmayan teorileri ayırt etmemizi sağlıyor. Türkiye’deki duruma baktığımızda, politikacıların Erdoğan’ın deneyine araç olduğundan bu yana görülenler her şeyi yüksek sesle ve açık bir şekilde anlatıyor.

Özel olarak, piyasa faiz oranları, Türk merkez bankasının politika faiz oranını düşürmesine karşın artmaya devam etti. Mevduat sahipleri ve tasarruf edenler daha yüksek faiz oranı talep ederek kredi fiyatlarını yükseltti.

Bu, daha düşük politika faiz oranlarının, firmaların üretim maliyetini etkili bir şekilde arttırmasını sağladığına dair argümanı yıkıyor. Bu durum, faiz oranlarındaki artışın, ekonomideki temel problemleri, ekonomi politikalarının yürütülmesindeki belirsizlikleri ve gelecekteki yüksek enflasyon beklentisini daha çok yansıttığını gösteriyor.

Bazen, Türkiye’deki durumda görüldüğü gibi, ortodoks ekonomi savunusu gerçekten doğru olan oluyor. Geleneksel politikalardan kopan deneyler pahalıya patlayabiliyor. Ancak bu, ekonomide evrensel kurallar olduğu veya anakım iktisatçıların yaygın görüşlerinin politikayı belirlemesi gerektiği anlamına gelmiyor. Öteki durumda, tarihteki en önemli yenilikçi politikaları, örneğin ABD’deki New Deal (Yeni Düzen) veya 2. Dünya Savaşı sonrası Doğu Asya’daki endüstri politikaları, hiç yaşanmazdı.

Aslında, günümüzün hakim para politikası yapısı, enflasyon hedeflemesi, 1980’lerde Yeni Zelanda’da başarılı olan özgün siyasi ve ekonomik durumun bir ürünü. Yeni Zelanda’da o yıllarda, dönemin para politikası teorileriyle uyuşmazlık yaşanmıştı.

İktisatçılar, enflasyonla mücadeleye ilişkin çeşitli stratejiler önerirken (veya reddederken) mütevazı olmalı. Ekonomik bulgu ve argümanlara dikkat etmesi gereken politikacılar da, iktisatçıların kendilerine sunduğu ölçüsüz güvenme önerilerine de şüpheyle yaklaşmalı."