ÇEVİRİ | 'Auschwitz'teki dumanları anımsadım'

Sovyet yazar Boris Polevoy'un Auschwitz kampından edindiği izlenimler ve kampta hayatta kalanlarla yaptığı söyleşilerden oluşan yazısının özet çevirisini okurlarımıza sunuyoruz.

Ogün Eratalay

Boris Polevoy (1908-1981) ülkemizde daha çok "İnsanlık Uğruna" adlı eseriyle bilinen Sovyet yazardır. Eserde II. Dünya Savaşı sırasında savaş pilotu olarak görev yapan as pilot Aleksey Maresyev'in başından geçenler anlatılır. Ancak Polevoy'un pek de bilinmeyen bir özelliği daha vardır, o da savaş muhabirliğidir. Nazilerin işgali altında kalan Sovyet topraklarının düşmandan kurtarılması için verilen kavgaya kendisi de Pravda'nın cephedeki muhabiri olarak destek vermiştir. Ukrayna Cephesinde görev yapan Polevoy 27 Ocak 1945 tarihinde Kızıl Ordu birlikleri tarafından özgürleştirilen Auschwitz-Birkenau İmha Kampına ilk girenlerdendir. Kamp Polonya'nın doğusunda üç ayrı kampüs şeklinde kurulmuştur. I.G.Farben, Krupp ve Siemens gibi Alman tekellerinin fabrikalarıyla eş güdümlü olacak şekilde planlanan kamplarda bir milyonun üzerinde Yahudi, direnişçi, Sovyet savaş esiri ve partizan korkunç koşullarda tutulmuş, üstlerinde insanlık dışı deneyler yapılmış, kitlesel olarak gaz odalarında veya  kurşuna dizilerek katledilmişti. Aşağıdaki satırlar kampın özgürleştirilmesinden iki gün sonra yazarın edindiği izlenimler ve kampta hayatta kalanlarla yaptığı söyleşilerden alınmıştır1:

“Herkesin hayatında asla unutamadığı günler vardır. Benim için o günlerden birisi, küçük uçağımızın Yukarı Silezya üzerinden uçtuktan sonra, adı batasıca Alman Toplama Kampı Auschwitz yakınlarındaki karla kaplı dev bir tarlaya indiğimiz gündür. O günlerde Kızıl Ordu birliklerimiz coşkun akan bir nehir gibi karşı konulamaz bir yığın halinde ilerliyor, karşısındaki alman mevzilerini altına alarak dur durak bilmeden ilerliyordu. Almanlar yağmalanmış zenginliklerini taşımak, arşivleri yakmak ve kanlı vahşetlerinin izlerini örtmek için zamanları olmadığı için her şeyi bir kenara bırakarak kaçıyordu. 

Uçağımız hala dev toplama kampının üzerinde dönerek iniş yeri ararken, garip çizgili üniformalı binlerce insanın dört bir yandan bize doğru koştuğunu hatırlıyorum. Bu insanlar tökezliyor, düşüyor, yeniden ayağa kalkıyor ve nefes nefese, kollarını sallayarak kâh gülerek kâh ağlayarak koşuşturuyorlardı. 

Kızıl Ordu tarafından ölümden kurtarılan bu Auschwitz tutuklularından kampın üzerinde dolaşan bu dumanın, göğüslerimizi dolduran bu ağır kokunun ne olduğunu öğreniyorduk. Kamptan son sabah kaçmayı başaran bazı SS'ler aceleyle bazı fırınları ve gaz odalarını havaya uçurmayı başarsalar da bazıları havaya hala zehir saçmaya devam ediyordu. 

Kamp Himmler'in medarı iftiharıydı. Himmler, kampı inşaat sırasında denetlemeye başlamış, katliam altyapısının tüm ekipmanın kurulmasını bizzat denetlemişti. Bana mahkumların anlattığına göre sık sık kampa gelip faşizmin icat ettiği en insanlık dışı toplu katliamları izleyip eğlenirmiş. Gaz odalarındaki katliamlardan tutun da, toplu şekilde meydana çıkartılan insanların makinalı tüfeklerle biçilmesine, Pazar günleri tarlaya salınan insanların av hayvanı gibi iz sürülüp öldürülmesine kadar türlü infaza katılırmış.

Aşırı solgun ve zayıf, rüzgârda sallanacak kadar bitkin çizgili pantolonlu ve ceketli büyük bir insan kalabalığı eşliğinde bu lanetli ve muhtemelen dünyanın en korkunç yerinde yürüyorduk. Kamptan kurtulanlar bize imha kampı gösteriyordu. Demiryollarının kavşağı konumundaki kampa günde iki veya üç defa katar katar yük treni geliyordu.

İşte karşımızda toplu infazların gerçekleştirildiği, makinalı tüfek yuvalarıyla donatılmış beş metrelik bir beton duvar vardı. Bu Nazi atış poligonunun zemini öldürülen insanların kanının kolayca boşaltılması için oluklar ve ızgaralarla donatılmıştı. Kanın duvardan yıkanması için hortum teşkilatı bulunuyordu. Sonra bize devasa, uzun bir gaz odası binasını gösterdiler. Bina kısmen havaya uçurulmuştu ama ayakta kalan duvarlarda hala "Soyunma odası", "Dezenfektasyon odası", "Hamam" gibi yazılar okunabiliyordu. Ölüm odaları aşağılık bir şekilde banyo kisvesine sokulmuştu. İçlerinden ne sıcak ne soğuk akan sahte muslukları gördük. Sonra kafeslerinde koşan, havlayan ve uluyan köpekleri gördük. İnsanlara saldırmak üzere eğitilmişlerdi. Sonra gizli depolara ulaştık. Kurbanların ağızlarından kopartılmış altın köprüler, tavana kadar yığılmış, Almanya'ya gönderilmek üzere bekletilen kadın saçları. Auschwitz'i kuran ekip içinde yer alan ve kampın ilk komutanı olan Rudolf Franz Ferdinand Höss'ün adını ilk kez orada duyduk. 

Bizi Nazi cehenneminin bu köşesine getiren bu çizgili üniformalı insanlar, bu ismi dehşet ve tiksintiyle telaffuz ettiler. “Çingene Bölümü” denen yere vardığımızda akşam olmuştu. Burada, bir kaloriferin yanında beton zemin üzerinde ünlü Belçikalı sanat tarihçisi 60 yaşındaki Jean Pernas ölüyordu. Yoldaşları biz Kızıl Ordu subaylarından ve Sovyet gazetecilerinden onun son sözlerini duymamız için yaklaşmamızı istediler. Bu koyu tenli insan iskeleti aramızdan ayrılıyordu ve tercümanımız olarak hareket eden adam son sözlerini duymak için eğilmek zorunda kaldı. Hafımıza kazımak için ezberlediğim son sözleri şöyleydi:

"İntikamımızı alın! Onları bulun ve intikamımızı alın. İnsanlığın güneşini karartmak için Auschwitz'de çıkardıkları dumanı dağıtın. İsimlerini sakın unutmayın ve intikamımızı alın."