Ankara Çayırhan Termik Santrali'ndeki madenciler varlık satışına karşı başlattıkları grevi soğuğa aldırış etmeden sürdürüyor. Özelleştirmeye karşı direnen madencilerin öyküsünü kendilerinden dinledik.
Özkan Öztaş
Ankara'nın Karadeniz'e doğru uzanan burnunda yer alıyor Çayırhan Maden sahası. Maden sahası çorak olsa da ardı sıra biten çam ağaçları Bolu dağlarına kadar uzanıyor. Dağlardaki yeşil, Karadeniz'e benzese de soğuğu Ankara'da olduğunuzu yeniden anımsatıyor insana.
İşte bu şartlarda geceleri -5 dereceyi bulan soğukta, tozlukları, baretleri, eldivenleri ve kafa fenerleri ile varlık satışına karşı mücadele ediyor Çayırhan'daki madenciler. "Direnmekten başka şansımız mı var? Özeli de gördük devleti de. Özel firmanın işçiye da faydası yok memlekete de. Devletin olsun herkes kazansın işte" diye başlıyor madencilerden Seyfi* bu süreci anlatırken.
Çayırhan Maden Sahası 2000 ila 2020 yılları arasında Ciner firmasına devredilmiş. Seyfi, "O zamanlar kiralıktı. Şimdi toptan satış diyorlar. Git istediğine sor. Lojmanları kullandırmadılar, maaşları eksik yatırdılar, aldığımız maaşı asgari ücretin karşısında erittiler. Diyorlar ki, o zamanlar kiralıktı, şimdiyse satacağız. Biz özelini de güzelini de gördük. Karnımız tok. Buraya en son giren işçi benim. 2015'ten beri buradayım. Çok sık işçi alımı olmaz burada. O yüzden Ciner dönemini hatırlamayanımız yok. En tıfılımız 10 yıldır burada çalışıyor. Az değil" sözleriyle anlatıyor yaşadıklarını.
'6 Şubat Depremi'nde düşünmeden çıktık yola. Patrona soran mı oldu?'
Ateş etrafında ısınıyor madenciler. Odun ateşinin dumanı gözleri yakıyor yaklaştıkça. Azıcık uzaklaşınca buz kesiyor hava. Dışardan desteğe gelenler ve gazeteciler haliyle çok dayanamıyor soğuğa. Bir yüzünü bir sırtını dönerek ateş etrafında ısınanlara "döner kebabı gibi dönüyorlar" diye espriler yapıyor madenciler. Neşeleri ve umutları bir şekilde tazelemenin yollarını biliyorlar.
Madencilerden Orhan "Aramızda kalsın böylesine direnmek koymaz bize. Madende buz gibi havada yeri geldiğinde belimize kadar suyun içinde maden çıkarıyoruz" diyor. Sonra elini kaldırıp parmağının ucuyla madenin girişini işaret ediyor: "Bak. İşte orası madenin ağzı. Şu tepenin ardında çıkışı var. Burayı bir oluk gibi, bir boru gibi düşün. Yani rüzgar buradan girince diğer uçtan efil efil eserek çıkıyor. Yaz kış demez buz eder havayı. Öyle zor şartlarda çalışıyoruz ki bu direniş, soğuk falan koymuyor adama valla". Orhan anlatırken bunları inatçı bir gülümseme beliriyor yüzünde. Kirli sakallarının altında tütünden sararmış dişleri ve yılların hediye ettiği çizgiler alnında hareketleniyor gülümserken. Bu haliyle filmlerdeki maden işçilerine benziyor daha. Sonra ateş etrafında sanki çalışanlar kendilerinden başka biriymişçesine yaşadıkları zorlukları anlatıyorlar birbirlerine.
Mehmet en gençlerinden. 42 yaşında. Masmavi gözlerine eşlik eden yakışıklı bir gülümsemeyle dahil oluyor sohbete. Gelirken kartondan yaptığı tepsiyle altı bardak çay getiriyor. "Siz şekersiz içiyorsunuz değil mi?" diyor. Çaya bir şeker atıyorum yine de, malum grevdeki işçilere her an yemek gelmiyor gelince de dışardan desteğe gelenler ve gazeteciler kaçışıyor sağa sola önce madenciler yesin diye. Açlığını bastırsın diye fazladan bir şeker atan madencilere dahil oluyoruz çaktırmadan.
Söz dönüyor dolaşıyor 6 Şubat depremlerine geliyor.
Mehmet, "Yalan yok abi ben çok etkilendim. Çok kötü şeyler gördük" diyor. Enkazlardan cansız bedenleri, yaralıları çıkarmışlar. Depremde kurtardıkları kişilerle hala görüşüyorlarmış. Nasıl oldu diye sorunca, "Valla biz özel bir şey yapmadık. Enkazdan çıkardığımız herkes telefonumuzu aldı, adımızı sordu. Şirketi arayıp bana o madenciyi bulun diyen depremzedeler olmuş. Valla içlerinden biri Adıyaman'dan bu yaz bir pestil yolladı hatta."
Madenciler, depremde onlarca insanı enkazdan çıkardı. Tüm gazetelerde ve televizyon programlarında övgülerle bahsedildi kendilerinden. "Zor yerlerde çalışmaya alışıklar, kurdukları bariyerlerle böylesi yerlerde çalışmayı biliyorlar" diye anlatıldı her bir örnekte.
Mehmet hikayeye şu sözlerle devam ediyor: "Şimdi Allah aşkına, burası devletin. Biz deprem sabahı bastık gittik. Hatta sabah vardiyasına gelenlerin diyebilirim ki yarısından fazlası bindi dolmuşlara gitti. Ben hem Maraş'a gittim hem Adıyaman'a. Hiç işten atılırım diye düşünmedim. Ha atacak olsalar yine giderdim. Can pazarı... Ama burası bir patronun olsa, özelde olsa, tüm işçiler iki defa düşünürdü. Sonuçta izin dediğin şey patronun iki dudağının arasında. 'Vermiyorum lan izin falan!' dese ne diyeceksin? Hadi çıktı bir iki deli attı baretini yere bastı gitti. Geri kalanlar? Kimse çocuk değil abicim. Millet emekliliğine gün sayıyor."
"6 Şubat Depremi'nde başımızda bir de özel bir şirketin patronu olsa ne yapardık?"
Tüm işçilerin gözleri büyüyor bu ihtimal karşısında. Deprem gibi bir şey.
Memleketler, baretler, tütün molası: 'Grevde akla gelir madenci bir de ölünce'
Selim bir elinde tuttuğu kağıt bardaktaki çayla elini ısıtırken diğer eliyle tütünlüğünü çıkardı. Tek eliyle ustaca bir hareketle kağıdı serdi. Tütünü dizine bıraktı. Parmağın ucuyla azıcık harmanladığı tütünü alıp kağıda sardı. Diliyle nemlendirdiği tütün kağıdını sararken dudağında kalan tütün tanelerini tükürdü yere.
"Adıyamanlı mısın sen? Yoksa Bitlisli mi?" diye sordum gülerek. Yanındaki arkadaşı "Yıllardır böyle içer bu. Şimdi pahalı ya sigara. Kıymete bindi bunun tütünü. Sar len bir tane de bana" diyerek vurdu omuzuna.
Selim, "Çorumluyum abi ben. Burada Doğu'dan pek kimse yok. Nadir çıkar, tek tük. Ekseriyetle Bartınlı var burada. Bartınlı, Zonguldaklı. Ondan sonra Çorumlular gelir. Ben İskilipliyim" diye yanıtlıyor memleket ayrıntısını. Zonguldak ve Bartınlılar pek makul oluyor bu işte. Atadan dededen madenci hepsi. Kendisi değilse komşusu. Bu işte mahirler. Geride kalanlar da biliyor neyle karşılaşacağını, madene ineni de. Çorumlular zaten her işin cefasındalar. Ankara'da hamal ya da inşaatçı Çayırhan'da madenci.
Memleketler gibi baretler de ayrışıyor birbirinden.
Ateş etrafında toplaşan memleketliler gibi bir de meslekler şekilleniyor hemen. Neye göre belirleniyor bu mesele diye sorunca elindeki çay karıştırıcısını alan bir madenci tahta çubuğu işaret fişeği gibi kullanarak anlatmaya koyuluyor.
"Bak bu turuncu baretlilerin hepsi yer üstü çalışanı. Madenden sonrası bizden sorulur." Bizden derken tahta çubuğu kafasındaki barete vuruyor turuncu baretini göstererek. "Sonra şu gördüğün sarı baretlilerin hepsi madenci. Onlar yer altında. Mavi baretliler elektrik ve teknik ekip. Burada her şey elektrikle yürür. Raylar onlarla çalışır. Aşağıda hiltiler, kırma aletleri, sonra işçileri madene taşıyan bu vagonların hepsi elektrikle çalışıyor. O yüzden sayısı az değildir mavi baretlilerin. Beyaz baretleri de biliyorsun işte. 'Bizim fotoğrafımızı çekmeyin' diyenler. Onların sayısı az." deyip gülüyor Selim. Beyaz baretliler yetkili ya da mühendis olarak tarif ediliyor.
Grev ve direniş mevzusuna sıra gelince madencilerin yüzünde alaycı bir gülümseme beliriyor. "Bak millet 'bu memlekette madenci vardı değil mi' diye hatırladı yine. Böyle abicim. Madenci ya ölümde geliyor akla ya grevde. Bak ben eskiden gazeteciydim. Yerel basında çalışırdım. Bıraktım madene geldim. Niye? Daha mı rahat olduğu için? Düşün buraya yılda bir kez denetlemeye gelen yetkiliye bile günü birlik sigorta yapılıyor madene girdiği için. Ölürse aşağıda başlarına bela olmasın diye. Buranın tek avantajı aldığımız maaş ve erken emekli olma ihtimalimiz. Malum, çok zor iş. Valla abartmayayım kardeş, ama ben inşaatta da çalıştım. Madenden daha zor iş görmedim. Şimdi şirketi satsınlar, emeklilik güme gitsin, aldığımız maaş erisin diyorlar. Yok öyle yağma. Valla kimsenin eşeği değiliz af edersin" diyor içlerinden biri.
Çalışma şartları zor. İçeride sigara içmek yasak.
Herkes elinde getirdiği poşetle yemeğini taşıyor. Evlerde hazırlanan yiyecek genelde ekmek arası gibi pratik şeyler oluyor. "Sadece Ramazan'da, oruçluyken hep beraber yemek yiyoruz. Yoksa geri kalan zamanlarda herkes evden getirir. Aşağıda binlerce metre içerde yer altı suları sızar. Sağa sola şıpır şıpır akar. Öylesi yerde oturup yemek yiyecek ortam olmuyor zaten. Ekmek arası ye devam et" diye anlatıyorlar.
Peki sigara molası? O yok mu diye sorunca. "Valla hiç aklımıza gelmiyor biliyor musun? Ben tiryakisiyim ama sigara dışarı çıkınca aklıma geliyor sadece" diyor. Yanındaki madenci arkadaşı ise "Valla benim hiç aklımdan çıkmıyor. İçerde çakmak çatmak yasak. Her yer maden, her yerde bin türlü gaz var. Patlama riski var. O yüzden sigara içilmiyor. Ben enfiye çekiyorum valla burnuma. Ne yapayım kardeş başka dayanamıyorum bu merete" diyor. Çıkarıp gösteriyor enfiye kutusunu. "Taa Alamanyalardan getirtiyorum bunu. Bir akrabam var sende bir gelir getirir bundan. Ama diyim ha! Beni çekme sakın. Elim çıksın sadece. Kovarlar valla" diyor gülerek.
Sahibinden acele satılık dayalı döşeli maden
Çayırhan Maden sahası 2021 ila 2025 yılları arasında yatırım teşviki alan maden işletmelerinden. Özelleştirme gündemi tam da bu yatırım teşvikinin ardında denk geliyor. 4 Aralık 2024 tarihine kadar da firmaların vereceği teklifler doğrultusunda satış pazarlıkları gerçekleşecek. Özelleştirme İdaresi'nin duyurusunda öyle yazıyor.
Madencilerden Celil, "Devlet geldi yatırım yaptı. Önce güzelleştirdiler şimdi de özelleştirecekler. Hani emlakçı gelir ya sahibinden dayalı döşeli ve diye pazarlar. Bu da öyle. Sahibinden dayalı döşeli maden sahası. Alt yapısı iyileştirildi. İşçiler deneyimli. Zaten burası okul gibi. Bak git istediğin madenciye sor. Çayırhan okuldur. Burada yetişen madenci Türkiye'deki her madende çalışabilir. Yani sadece madeni değil, bizi de satışa dahil ediyorlar. Bu Züğürt Ağa filmi vardı ya Şener Şen'in aynen öyle valla. 'Satarım lan bu madeni' diyorlar. Bizimle beraber satacaklar. Sonra da kalkıp madenciler bunlara aman ağam aman paşam desin istiyorlar."
Yüzünde öfke beliriyor bunları konuşurken Celil'in. Sonra da özelleştirme sürecine geliyor söz. "2000 ila 2020 yılları arasında işletme hakkı Ciner'de olan dönemde işçilerin çekmediği çile kalmadı" diyor.
"1998'de biz buraya İŞKUR üzerinden imtihanla girdik. Sonra özel şirkete devredildi. Girdiğimizde devletin imkanları sosyal ve ekonomik şartları gayet iyiydi. Biz Türkiye'nin dört bir yanından buraya işimizi, gücümüzü, memleketimizi bırakıp da 'devlet işine girdik' diye geldik. Birden özelleştirmeyle karşılaştık. Bizi mal gibi Ciner'e devrettiler" diye anlatıyor.
Özel şirketin maden sahalarına ait malları, yerin altını, üstünü her şeyini sattığını anlatan Celil, "Bizi de kullandı. Şartlarımız git gide eridi. Devletin öz malı, milletin çoluk çocuğundan kısarak ödediği vergilerle kazanılmış bir yer neden özel sektör tarafından sömürülsün?" diyor ve ekliyor: "Burası altın yumurtlayan bir tavuk. Neden başkaları tarafından sömürülsün? Ciner sayılı zenginler arasında. Devletimiz, milletimiz kazanacağına yandaşları, birilerini zengin ediyoruz. Hem bu kez kiralama değil topluca satış yapılacak. Biz satışa karşıyız."
Ateş iyice harlanıyor hava soğukça. Madencilerin gözü kendilerini bekleyen ailelerinde kulakları bakanlıkla yapılacak görüşmede. Memlekette Mehmet Şimşek'in ekonomi programına muhalif tek unsur olduklarının farkındalar. "Muhalefetten de kayır yok" diyor sessizce Celil. "Satış programına destek veren adamdan işçiye hayır mı gelir" diyor. Sonra da elini havada sallıyor "Amaan boşver" diyerek. Madenciler soğuk havaya rağmen direniyor. Kendilerinden yana şüpheleri yok ama umut etmek için bir haber bekliyorlar. Sendikadan gelecek tek bir haber daha da önemli hale geliyor böyle olunca.
*Madencilerin sorun yaşamaması adına isimleri değiştirilmiştir.