Britanya’da işçi hareketinin durumu ve yakın geleceği

Britanya’da Noel döneminde çeşitli sektörlere yayılacak grevlerle zirve yapacak işçi sınıfındaki hareketlilik içerisinde hem olanakları hem de zaafları barındırıyor.

Eren Korkmaz

Britanya’da hayat pahalılığı ve yükselen enflasyon karşısında ücretlerini yükseltmek ve çalışma koşullarını koruma amacıyla sendikaların düzenlediği grevler Noel döneminde zirvesine ulaşacak. Demiryolu işçilerinin sendikası RMT’nin ve posta çalışanlarının sendikası CWU’nun grevleri aylardır sürüyor ve her ay yaklaşık 3-4 gün grevle geçiyor. Bu sendikalar tüm Noel tatili dönemini kapsayan bir grev takvimi belirlediler ve fazla mesaiden vazgeçtiler. 

1 grev gününün ardından tren seferlerinin düzene girmesi en az 2 gün aldığı için RMT sendikası 13-14 ve 16-17 Aralık’la 3-4 ve 6-7 Ocak’ta, yani Noel tatilinin başladığı ve bittiği dönemde grevde olacak.

CWU sendikasının Royal Mail’de sürdürdüğü grevlerin tarihleri ise 9, 11, 14, 15, 23 ve 24 Aralık olarak duyuruldu. Bu dönem Britanya’da hala yaygın bir gelenek olan Noel kartlarının gönderildiği döneme denk geliyor. 9 Aralık’ta Londra’da toplanan yaklaşık 15 bin postacı hükümeti protesto etti.

Hemşireler, paramedikler ve ambulans şoförleri de 15 ve 20 Aralık’ta grev ilan ettiler. Hemşireler için bu, tarihlerindeki ilk grev olurken 10 binden fazla ambulans şoförünün greve gitmesi de salgınların oldukça yoğun olduğu bu dönemde sağlık hizmetlerini ciddi şekilde kesintiye uğratacak.

Britanya genelinde 150 yükseköğrenim kurumunda çalışan 70 bin UCU üyesi akademisyen de 24, 25 ve 30 Kasım’da greve gitti ve yeni yılda grevleri sürdürme kararı aldı.

Heathrow Havalimanında bagaj taşıyan işçiler de 16 Aralık’tan itibaren 72 saat greve gideceklerini duyurdular. Bunun dışında da birçok işyerinde grev ilan edildi. Londra’da otobüs şoförlerinin grevi anlaşma sağlanınca iptal edildi.

Ancak Noel dönemine dair, toplumu etkileme potansiyeli olan bir diğer önemli grev ilanı ise 7 Aralık’ta açıklandı. Kamu çalışanlarının sendikası PCS Britanya’nın en büyük 6 havalimanında pasaportları kontrol eden sınır görevlilerinin 23-31 Aralık arasında 8 gün greve gideceğini duyurdu.

Özellikle pandemi sonrasında işçi hareketinde ciddi bir yükselişin olduğu görülüyor ve 1979’daki “huzursuzluk kışı” olarak bilinen dönemle karşılaştırılıyor. Ancak henüz o dönemlerin oldukça gerisinde olduğu da açık. Örneğin, Eylül ayında grevler nedeniyle ekonomide “kaybedilen” işgünü sayısı 250 bin olarak açıklandı. Ağustosla beraber 2 ayda bu sayı 550 bine çıkıyor. Aralık’ta bu sayıyı katlayacağı açık. Ancak örneğin tasarruf önlemlerine karşı Kasım 2011’de “kaybedilen” gün sayısı 997 bindi. Karşılaştırması yapılan 1979’un Eylül ayında ise bu rakam 11 milyon 716’ydı.

Dolayısıyla birkaç büyük sendikanın çabası ile hareketlenen bir süreçten bahsediyoruz. CWU’nun üye sayısı 120 bin ve RMT’nin ise 40 bin. Bu iki sendika ülke çapındaki örgütlülükleri ve tüm toplumu etkileyen hizmetleri ile gündemde yerlerini alıyorlar. 70 bin üyeyle UCU’nun haricinde diğer eylemler daha çok işyeri temelli mücadeleler oluyor. Hemşirelerin grevinin bu süreci geliştirmede etkisi olabilir. 100 bin sendika üyesi hemşirenin yüzde 90’dan fazlası greve onay verdi. Bu sektörde pandemiyle birlikte ağırlaşan tablo sonucunda 25 bin hemşire işinden istifa etti ve 47 bin hemşire için açık pozisyon var.

İşçilerin talepleri ve savunmacı yaklaşım

Bu sürecin önünü açan ve işçi hareketi üzerindeki karamsarlık örtüsünü yırtan RMT ile demiryolu işçilerinin grevi oldu. Grevin tüm medya baskısına rağmen başarı kazanması ve kamuoyunun desteğini alması, bilhassa sendikanın sosyalist lideri Mick Lynch’in etkili ve esprili konuşmalarıyla kendisini sorguya çekmeye çalışan medya mensuplarını rezil etmesi toplumda sempatiyi arttırdı ve diğer grevlerin önünü açtı. RMT’yi CWU sendikası da takip edince ve CWU British Telecom’da taleplerini kabul ettirince diğer birçok işkolunda da grev süreçleri başladı. 

Yasal olarak grev ilan etmek isteyen sendika önce üyelerini seçime davet ediyor. Bağımsız seçim kuruluna üyelerin mektupla oylarını göndermesi gerekiyor. Üyelerin en az yarısının oy vermesi ve oy verenlerin de en az yarısından fazlasının greve destek vermesi halinde sendika grev kararı alabiliyor. Her ne kadar muhafazakâr parti kendi iç seçimi için online oylama yaptırsa da bu imkânı yasa marifetiyle sendikalara vermedi. Bu da sürecin uzamasına neden oluyor. Buna karşın bahsini ettiğim grevlerin hemen hepsinde üyelerin yüzde 90’ından fazlasının oy kullandığı ve oy kullananların da yüzde 90’ından fazlasının greve onay verdiği görüldü. Yani sendikaların sahip olduğu meşruiyet tartışılmaz.

Hemen her sektörde iki temel talep öne çıkıyor. Yüzde 10’un biraz üstünde olan enflasyon oranında zam almak asgari bir talep. Hemşireler örneğin pandeminin de etkisiyle ağırlaşan çalışma koşullarını neden olarak göstererek enflasyon+5 puan oranında zam istiyorlar. Aslında bu talep şirketlerin kabul edebileceği bir talep, genelde ileri doğru adımlar bu alanda geliyor.

İkinci temel konu ise güvencesiz çalışma biçimlerinin sunulması, işten atıp yeniden işe daha kötü şartlarda almanın yaygınlaşması, çalışan sayısının ciddi oranda azaltılması ve taşeron-acente işçilerinin kullanılması gibi kararlara karşı yapılıyor. Sendikaların bunları kabul etmeleri mümkün görünmüyor. Şirketler bunu modernleşme ve otomasyon altında paketliyor ve sendikaları yeni teknolojilere karşı olmakla eleştiriyor. Sendikalar ise otomasyon ve modernleşme için yeterli altyapı yatırımlarının dahi yapılmadığını belirtip esas hedefin ücretleri düşürmek ve iş yükünü arttırmak olduğunu söylüyorlar.

Burada vurgulamak istediğim konu bu yükselen dalganın savunmacı bir içeriğe sahip olduğudur. Hem güvencesiz çalışma şartlarına karşı çıkıp halihazırda oldukça sınırlı olan hakları savunmak hem de en azından enflasyon oranında zam almak için grevden başka bir yol görünmüyor veya başka bir deyişle sermaye kesimleri o kadar saldırgan bir tutumla geliyorlar ki (düşük zam, güvencesiz iş koşulları ve işsizlik) ve pazarlığa o kadar kapalılar ki iş durdurmaktan başka çare kalmıyor. 

Son 12 yıldır maaşlara zam yapılmadığı, kıdem sebepli artışların dahi oldukça düşük olduğu bir ortamda bu grevler alım gücünün daha da düşmesine engel olmayı hedefliyor. Pandemi öncesinde dahi yoksulluğun, gıda bankalarının yardımlarına ihtiyaç duyanların oldukça arttığı, milyonlar için çalışsa dahi ay sonunu getirmenin mümkün olmadığı ve sıfır-saat sözleşme ve yarı-zamanlı işlerle güvencesiz işlerin yaygınlaştığı çalışma yaşamına maruz kalan işçiler pandemiyle birlikte daha katmerli zorluklarla karşılaşmıştı. Pandeminin ardından ise hayat pahalılığının ve enflasyonun etkisi kendisini gösterince sendikalara ve sendikalı işçilere greve gitmekten başka yol kalmadı. Burada kişisel bir örnek vermek gerekirse, pandemi öncesine nazaran bir ailenin aylık giderlerinin yaklaşık 1000 pound arttığını belirtebilirim. Bu konudaki araştırmalar da bu çerçevede bir rakam veriyor. Ancak kıdem sebebiyle maaş artışları dahi yılda 100-150 poundu geçmiyor. Mortgage’ı (konut kredisi ipoteği) olan aileler açısından durum daha da kötü olabiliyor. Aylık mortgage ödemeleri bir anda 500-750 pound arası artan ve evsiz kalma tehlikesini yaşayan çok aile var.

Buna rağmen işçi hareketi üzerindeki sinik tutumun aşılması hızlı olmuyor. RMT ve CWU gibi sendikaların grevlerinin ve mesajlarını başarılı şekilde iletmeleri sayesinde diğer işkollarındaki işçiler de hareketlenmeye başladı.

Ancak bu savunmacı ve zayıf yönün sermaye tarafından da görüldüğü açık. RMT ve CWU’nun toplumun desteğini almasından da ders çıkarılmış olmalı ki bu iki sendikaya ayrıca bir zafer tattırmak ve mücadele edenin kazanacağı algısını geliştirmek istemiyorlar. Bu nedenle aylardır süren grevlerde sonuca yakın zamanda ulaşılacağı beklenmiyor. İşçiler greve çıktıkları günlerde maaş da alamadıkları için sürecin uzamasının sendika yönetimi üzerinde üyelerin baskısını arttıracağı, bunun greve katılımı düşüreceği, işçilerin en azından işini koruma amacıyla sendikadan uzaklaşması bekleniyor.

Bunu sendikalar da görüyor ki bu Noel tatili zamanında ciddi bir risk alarak tüm grevleri birkaç haftalık bir döneme sıkıştırmak zorunda kaldılar. Bu risk toplumun verdiği desteğin ciddi şekilde azalmasına neden olabilir ve sendika üyeleri kışın en soğuk zamanında ve Noel tatili döneminde evlerine maaş götüremeyecekler. Örneğin posta işçileri grevler nedeniyle maaşlarından 2 bin pound azaldığını belirtiyorlar. Bu nedenle Noel döneminden yararlanıp, büyük bir karşı çıkışla hükümeti ve şirketleri masaya oturtup talepleri kabul ettirmeyi hedefliyorlar.

Britanya’da Noel dönemi ülkemizdeki bayramlara benzer. Dindar olup olmamasına bakmadan herkesin ailesini ziyaret ettiği, yakınlarıyla birlikte olduğu dönemlerdir. Gezmek, dinlenmek ve sosyalleşmek için aylar öncesinde planlanan ve 15 Kasım’dan itibaren çeşitli etkinliklerle gün sayılan bir dönem. Ayrıca önceki 2 senede pandemi nedeniyle hakkıyla kutlanamadığını, ziyaretlerin çok sınırlı olduğunu ve Johnson hükümetinin toplumun baskısı karşısında kapanma kurallarını gevşetmek zorunda kaldığını hatırlatmakta fayda var. 2 yıl pandemi nedeniyle kutlanamayan Noel’in bu sene de sendikalar “yüzünden” boşa çıkması gözle görülür bir hayal kırıklığına neden oluyor. Medya da bunu iyice köpürtüyor. Haber bültenlerinde bütün yıl bunu bekleyen, yaşlı annesini, engelli babası görmek için para biriktiren ama grevler yüzünden buluşmaları riske giren insanların yaşadığı travmaları dinliyoruz! Noel’den nefret eden Grinç filmi üzerinden RMT’nin başkanı Mick Lynch hakkında yapılan esprilere maruz kalıyoruz. 

Hükümetin tavrı

Noel döneminde demiryollarından sınır görevlilerine ve bagaj taşıyanlardan sağlık çalışanlarına kilit sektörlerde grevlerin yapılması ülke genelinde hayatın ciddi oranda aksamasına ve kısmen durmasına neden olacaktır. Bu sadece insanların gezilere gitmesiyle de sınırlı değil, ekonomik kriz ortamında en yoğun iş yapılması beklenen bu dönemde küçük işletmelerin, turizm ve hizmet sektörünün hem bekledikleri müşterilere hem de tedarik etmeleri gereken ürünlere ulaşmalarına engel olacaktır. Bu açıdan hem sendika üyeleri açısından, zaten düşük olan maaşlarının yaklaşık 1 hafta kesintiye uğraması hem de toplu taşımaya veya ürün tedariğine muhtaç olan insanlar ve işletmeler açısından planların bozulması anlamına gelecek. 

Burada beklenen hükümetin ve şirketlerin bu dönem toplumdan ve iş yapmayı hedefleyen işletmelerden örneğin uçak firmalarından, turizm acentelerinden, restoranlardan gelen baskıya dayanamayıp işçilerin taleplerini kabul etmesidir.

Diğer yandan bu durumu hükümetin gördüğü de açık. Onların da bu süreci toplumun desteğini sendikaların aleyhine çevirmek için kullanmaya başladığını görüyoruz. Hem medyanın yaklaşımı hem de başbakanın sendika liderlerini hedef alması ve alınan önlemler bunu gösteriyor. Örneğin yeni bir yasal düzenlemeyle grevlerde hizmetlerin asgari oranda sürmesi şartı gündeme getiriliyor. Ordunun yardımıyla askerlerin ambulans şoförü ve sınır görevlisi olarak devreye girip grevi kırması planlanıyor. Her ne kadar ordu yetkilileri kendilerinin de Noel kutlamaya hakları olduğunu belirtip bu planı eleştirse de birçok asker pasaport kontrolü ve ambulans şoförlüğü konusunda eğitim almaya başladı. Ayrıca grevi taşeronlar ve acente işçileri üzerinden kırmak da yaygınlaştırılıyor. Örneğin BBC’de Royal Mail yetkilileri postacılar grevdeyken taşeron firma üzerinden “fedakârca” çalışıp insanların noel kartlarını zamanında götürmek için uğraştıklarını söyleyebiliyor. Bu sektörlerde ciddi bir göçmen işçi de çalışıyor ve özellikle şirketin sponsorluğunda, geçici çalışma iznine sahip olanlar için greve katılmamaları yönünde uyarı yapılıyor. Örneğin birçok üniversite göçmen akademisyenlere grevlere katılmaları halinde sponsorluklarının tehlikeye gireceğini açıkça belirtti. 

Ayrıca zaten özel arabası ve imkanları olanın planları bozulmayacağı için, diğerlerine de tatilinizi iptal edin, evinizde oturun çağrısı yapılıyor. Son 3 senedir pandemi nedeniyle bu talimatlara alışık olan toplumun buna uygun bir plan değişikliğine gitmesi de kuvvetle muhtemel.

Meclisin en zengin vekili olan ve gençliğinde işçi sınıfından hiç arkadaşının olmamasıyla övünen, 2008 krizinde milyonlarca insan evini, işini kaybederken Goldman Sachs’taki işinde spekülasyonla büyük paralar kazanan Britanya’nın pound milyoneri başbakanı Rishi Sunak ise geri adım atmayacaklarını, sorumsuz sendika liderleri yüzünden enflasyonun yükselmesine izin vermeyeceklerini, bu sayede milyonlarca çalışkan, emekçi insanın haklarını koruyacağını söyleyebiliyor. 

İşçi Partisi ve sosyalistler

Grevlerin yükselmesine rağmen hükümetin ve şirketlerin kararlılıklarını koruduğunu görüyoruz. Bu rahatlığı veren en belirleyici olgu ise işçi hareketinin siyasal bir önderliğinin olmaması, hatta bırakalım önderliği, muhalefetin işçi hareketini açıkça desteklememesidir. Bu sendikaların kurucusu olduğu ve parti yönetiminde tüzüksel olarak özel haklarının ve yetkililerinin olduğu İşçi Partisi (Labour) grevlere açıktan karşı çıkıyor. Sunak mecliste bazı vekillerinin grevleri ziyaret ettiğini belirterek Keir Starmer’i “suçlarken”, ne Starmer ne de yardımcısı sendika kökenli Angela Rayner çıkıp sendikaları ve grevleri savunan bir konuşma yapıyor. TV’lerde yorum yapan Labour yetkilileri grevleri eleştiriyor, iktidar olsalar da bu zamları yapmayacaklarını belirtiyorlar. En fazla grevin son çare olduğunu söyleyip iki tarafa da uzlaşma ve toplumu rahatlatma çağrısı yapıyorlar. Hatta Gölge Sağlık Bakanı Wes Streeting 8 Aralık’ta Guardian’da yazdığı makalede NHS’in özelleştirilmesini savunuyor. Buna göre parası olan özel hastaneye giderse kamu hastaneleri (NHS) üzerindeki yük azalır, işçi sınıfı da daha iyi sağlık hizmeti alır. Yine hemşirelerin haklarını savunmak için greve gitmenin sağlık çalışanlarının zararına olacağını söylüyor.

Muhazafakar Spectator dergisinden ödül alan ve Tory (muhafazakar) vekillerinin övgülerine mazhar olan (birçok Tory vekilinin Labour iktidara gelirse korkmak yerine destekleyeceklerini belirtiyorlar) ve 8 Aralık’taki Labour’un “iş dünyası” konferansında 350 patrona onlarla işbirliği yapmak istediğini, 16 Kasım’da patronlarla önceki buluşmasında partisinin iş dünyasının partisi olduğunu söyleyen Starmer ve yönetimi işçi hareketinin şu an ihtiyaç duyduğu en ufak desteği dahi sunmuyor, grevi kırma çabalarına karşı çıkmıyor. 

Hatta Starmer ve yönetimi, seçimler öncesinde bölgelerde vekillerin belirlendiği parti içi seçimlere bizzat müdahale ederek sol ve sosyalist adayların seçilmesine engel oluyor. Birçok şehirde üyelerin seçtiği adayları iptal ediyor, eleştirenleri de partiden uzaklaştırıyor. Bunların arasında 1 milyon 250 bin üyesi olan, Britanya’nın en büyük sendikası Unison’un genel sekreteri Andrea Egan da yer alıyor. Hatta Corbyn’in yeniden aday gösterilmesi de ciddi şekilde tartışılıyor. Parti yönetimi kesinlikle aday göstermek istemiyor ama Corbyn bağımsız girip seçilirse ne olacağını tartıp ölçmeye çalışıyor. 

Grevlere destek vermemesinin önemli bir nedeni de RMT, CWU, UCU gibi grevlere öncülük eden sendikaların Corbyn’i desteklemesi, sosyalist liderlerin yönetimde olması ve Starmer’e muhalif olmalarıdır. Onların yenilmesi, işçi hareketinin moralinin bozulması, hatta sendikaların kendi içinde iktidar mücadelesine girmesi Starmer yönetimi açısından da fırsat anlamına gelecektir. Sonuçta Corbyn ve mevcut sol vekiller bir şekilde elimine edilse dahi parti yönetiminde söz sahibi olan sendikaların her zaman yeni adaylarla çıkması ve Starmer’in bir hatasında inisiyatif kullanması mümkün olabilir.

Burada işçi hareketinin savunma amacıyla harekete geçmesinin yanı sıra onlara önderlik etmeye çalışan sosyalistlerin zayıflığını da vurgulamak gerekiyor. Örneğin yüz binlerce işçinin greve çıktığı, kitlesel eylemlerin olduğu bir dönemde Starmer’i ve yönetimi grevlere destek sunmaya zorlayamamak, bu yönde bir baskı oluşturamamak önemli bir zaaf. Unison gibi büyük bir sendika liderinin parti üyeliğinin askıya alınmasına somut bir tepki gösterilmemesi de bir diğer olgu. Yerel parti örgütlerinde üyelerin seçtiği vekil adaylarının üstlerinin çizilmesi karşısında aktif bir kampanya ve savunma yapılamaması, Corbyn için dahi bir kampanya düzenlenememesi önemli sorunlar. Bunlar karşısında açıklama yapıp sosyal medyada eleştirmenin somut bir karşılığı olmuyor. Söz konusu seçimlere müdahale eden genel merkezdeki dar ekibin başı ve üyeleri de belli. Bunların teşhir edilememesi, rahat rahat toplantılara girip çıkması da bir başka mesele. Sendikaların ve sosyalistlerin kurduğu “artık yeter” koalisyonu tarzı kampanya gruplarının da koordinasyon dışında bağımsız ve etkin bir faaliyet gösteremedikleri anlaşılıyor.

Britanya’da sosyalist ve sol hareketin belirli olumlu özellikleri var. Savaşlara, NATO’ya ve nükleer enerjiye karşı olmaları, Filistin’i desteklemeleri, sınıfsal ve sendikal mücadeleyi esasa almaları, sosyal devleti ve kamulaştırmayı savunmaları gibi. Bunun dışında ise siyasal önderlik oluşturmak, bağımsız bir sosyalist hareketi kurumsallaştırmak, İşçi Partisi odaklı bir strateji yürütseler de onu dahi etkin kampanyalarla örememek, Corbyn döneminde sahip oldukları imkanları doğru değerlendirememek, uzlaşmacı ve reformist olmak gibi önemli zaafları var. Her ne kadar örneğin Almanya’daki Yeşiller, Sol Parti örneklerinde olduğu gibi bir yozlaşma, teslimiyet ve ihanet olmasa da ve işçi hareketini geliştirme, bunun üzerinden siyasete müdahale etme çabası olsa da ve ekonomik ve sosyal talepleri ön plana çıkarmayı son grevlerde başarsalar da bu grevleri başarıya ulaştırma ve siyasi açıdan toparlanma konularında oldukça zorlu bir dönem kendilerini bekliyor.