Britanya’da grevler ve gelecek

Bugün İngiltere’de etkili bir sosyalist güç mevcut olmasa dahi emekçilerin sendikaları üzerinden düzeni sorgulayan grevlere gitmesi ve kamulaştırma talebinin destek görmesi dikkate değerdir.

EREN KORKMAZ

Britanya’da işçi hareketi yeni grevlerle 2023 yılında da yükselişini sürdürüyor. Noel tatili döneminde sendikaların grevlerini yoğunlaştırması bir yandan toplumun desteğini sorgulayabileceği için riskli bir tercihti, diğer yandan hükümeti ve şirketleri anlaşmaya zorlayan bir adımdı. İktidar ve şirketler ilk olanağa oynadı ve medya propagandası ile Noel tatilini mahveden sendikacı kampanyası yaptı. Geldiğimiz noktada açıkça görülüyor ki bu yaklaşım işe yaramadı. Toplumun grevlere desteği yoğunlukla devam ediyor. Hem de ana muhalefetin (Labour) açıktan destek sunmamasına rağmen sendikalar yalnızca kendi sınırlı güçleriyle bu desteği koruyorlar. Dahası yeni grev kararları açıklanıyor, farklı sektörlerdeki grev tarihleri aynı günlere konularak bir nevi genel grev provası yapılıyor.

Grev hareketliliği geçtiğimiz yıl demiryolu işçilerinin RMT sendikası ile başladı. RMT sendikasının genel sekreteri Mick Lynch’in entelektüel, zeki ve esprili söylemleri ve sendikanın kararlılığı medya ablukasının dağılmasının ve işçi hareketinin moral kazanmasının önünü açtı. (RMT’nin genel başkanı Alex Gordon’un 13 Ocak’ta Britanya Komünist Partisi heyeti içinde Küba Büyükelçiliğini ziyaret ettiğini belirtmekte fayda var.) Bu sürede RMT demiryolunda farklı meslekleri bir araya getiren diğer sendikaları da greve teşvik etti. Ardından haberleşme ve telekomünikasyon şirketlerindeki CWU üyeleri greve giderek dalgayı yükseltti. British Telecom’da talepleri kabul edilse de Royal Mail’de grev devam ediyor. Bu harekete akademisyenlerin sendikası UCU da katıldı. UCU Şubat ve Mart ayları içinde 18 gün grev ilan etti. Noel döneminde ayrıca havaalanlarında pasaport kontrolü yapan sınır görevlileri ve bavul taşıyan yer hizmetleri işçileri de greve gitti.

Ancak son dönemde grev hareketini bir üst aşamaya getiren ve Noel dönemindeki ablukayı dağıtan ise sağlık emekçilerinin grevleri oldu. Pandemi zamanında alkışlanan hemşireler tarihlerinde ilk kez greve gitti. Ambulans şoförleri ve paramedikler de onları takip etti. Pratisyen hekimler ve aile hekimleri de grev oylaması sürecine başladı. 16 Ocak’ta ise ilköğretimdeki öğretmenlerin bir sendikası grev kararı aldı. Aynı dönemde tüm öğretmen sendikaları grev oylaması yaptı. Geçtiğimiz hafta bir sendikanın oylamasına üyelerinin yüzde 50’si katılmayınca (katılım yüzde 45’de kalmıştı) grev kararı alınamamıştı. Ancak bu hafta diğer sendikalarda grev kararı alınınca Şubat ayında okullarda 7 gün grev olacak.

Hükümetin buna tavrı ücret artışlarını reddetmek ve grev hakkını kısıtlayıcı yeni bir yasa teklifini meclise getirmek oldu. Buna göre özellikle ambulans, sağlık, sınır görevlileri ve diğer “kritik” kamu görevlileri için grevlerde asgari hizmetlerin sürdürülmesi şartı getiriliyor. Buna karşı 16 Ocak’ta meclis önünde büyük bir miting düzenlendi.

Kamu emekçileri sendikası PCS yasaya karşı 1 Şubat’ta tüm üyelerinin, bulundukları tüm işyerlerinde greve gideceğini duyurdu. Buna RMT, CWU, UCU, sağlık ve öğretmen sendikaları da katıldı. İşçi Konfederasyonu TUC da grev karşıtı yasalara karşı eylem çağrısı yapınca 1 Şubat tarihi büyük bir grev günü olarak duyuruldu.

Sağlık işçilerinin yaklaşımı

Burada sağlık işçilerinin toplum nezdindeki etkisine biraz daha değinmekte fayda var. Hem pandemide hem de günümüzde devam eden Covid ve grip salgını karşısında sağlık emekçilerinin büyük bir fedakarlıkla çalıştığı ancak talebe yetişemediği herkesin malumu. Fazla ölüm sayılarının oldukça arttığı ve acilde insanların saatlerce beklediği her gün medyaya yansıyor. Yaklaşık 40 bin hemşire pozisyonunun açık olduğu, düşük ücretler ve ağır şartlar nedeniyle binlerce hemşirenin istifa ettiği biliniyor. Ayrıca ambulans şoförleri ve paramedikler de, her ne kadar medya ve hükümet tarafından greve giderek insanların ölümlerine neden olmakla suçlansa da, grev süresince de acili arayan hastaların telefonlarına çıktılar ve gerçekten acil durumda olanları gidip hastaneye yetiştirdiler. Ambulans şoförlerinin ve paramediklerin grev alanından ambulansa atlayıp hastaya gidip sonra yeniden greve gelmesi, çok acil olmayanlara ise kendi imkanlarıyla gelmelerini önermeleri ve medyaya meselenin yalnızca ücret olmadığını, sistemin bozulduğunu ve tamamen değişmesi gerektiğini belirtmeleri de hükümetin amacına ulaşmasını engelledi. Bunun sonucunda Sağlık Bakanı ile Başbakanın ve Maliye Bakanının tartıştığı ve sağlık bakanının zam teklifi sunmak istediği medyaya yansıdı.

Öğretmenlerin grev kararı karşısında mecliste iktidar partisinin bir vekili “bunlar öğretmen değil, bunlar komünist, bunlar bolşevik” diye coşkulu nutuklar atsa da sağlık, eğitim, kamu hizmetleri ve ulaşımda greve çıkan çalışanların hepsinin ortak vurgusu asgari çalışma şartının normal şartlarda dahi yerine getirilemediğidir. Zaten hükümet tarafından yeterince bütçe ayrılmadığını, personel eksikliğini, ücret düşüklüğünü, gerekli malzemelerin eksikliğini vurguluyorlar. Bu grevlerin asgari hizmetleri sunmak için yapıldığını belirtiyorlar ve şirketlerin hala gündeme getirdiği kitlesel işten çıkarma veya işten çıkarıp yeniden daha kötü bir sözleşme ile işe alma gibi planlarını iptal etmelerini istiyorlar. Mecliste bir komitenin sorularını yanıtlayan Lynch’in “grev günlerinde asgari hizmeti sağlamadığımız için bizi suçluyorsunuz, peki grev olmayan günlerinde asgari hizmetlerin sunulmamasının sebebini nasıl açıklıyorsunuz” sorusu da durumu özetliyor.

Geleceğe dair

Önümüzdeki dönemde Britanya’da işçi hareketinin daha da yükseleceğini, grevlerin devam edeceğini öngörmek mümkün. 2022 boyunca önemli eşikleri başarıyla geçen sendikal hareket temel taleplerde daha geniş ve kitlesel cevaplar verecektir. 

Başbakan Rishi Sunak’ın talepleri kabul etmesi ise güç. Yaz aylarında muhafazakâr parti içindeki seçimlerde üyelerin desteğini alamayan, Liz Truss istifaya zorlandıktan sonra yeniden üyelerle seçime gidilmeyince ve kendisine karşı aday olmak isteyenler bir şekilde engellenince, 355 vekilin 100’ünün imzasıyla başbakan olan Sunak’ın topluma hesap verme gibi bir derdi de yok. En zengin vekil olan Sunak’tan sonra yeni hükümeti İşçi Partisi lideri Starmer’in kurması muhtemel ve genel seçimi kazanma motivasyonu da olmadığından sermaye yanlısı programında ısrar etmesi ve toplumsal muhalefeti bastırma yönünde adımlar atması da kuvvetle muhtemel. 

Grevleri engelleyen ve kamusal alanda “tehlikeli” eylemler yapmayı yasaklayan 2 yasayı bu hafta meclis gündemine sokan, bağımsızlık talep edenlerin çoğunlukta olduğu İskoç Parlamentosunda kabul edilen trans haklarına dair bir yasayı tarihte ilk kez reddeden bir hükümetin sendikal harekete ve topluma moral verecek bir zafere tahammül etmesi zor görünüyor. Bu da aslında daha fazla greve neden oluyor.

Yalnızca Britanya’da değil, Fransa ve Almanya gibi ileri kapitalist ülkelerde de sağlık ve eğitim gibi kamusal hizmetlerde ve işçi haklarında ciddi gerilemeler olduğu ve grevlerin yapıldığı göz önüne alındığında bu ülkelerdeki tekelci sermaye kesimlerinin ve hükümetlerin toplumla bağlarının tamamen kesildiğini, tüm odak noktalarının olabildiğince kâr elde etme ve toplumdan olabildiğince fazla gelir aktarımı yapmak olduğu anlaşılıyor. Siyasi partilerin yüzlerini tamamen bu sermaye kesimlerine döndüğü, onların onayı ve güvencesi ile hükümete gelmeye çalıştığı, topluma belirli hakları ve sosyal imkanları vaat etmenin dahi gündemden çıktığı, seçim sürecinin bir pazarlama-PR işine sıkıştırıldığı, ana muhalefet partilerinin hükümetlerden memnun olmayan kesimlerin kendilerine oy vermeye mahkûm olduğunu öngördüğü bir dönemi yaşıyoruz. 

Bunda elbette sosyalizmin alternatif bir güç olmamasının payını görmemek elde değil. 90’lardan bu yana izlenen neo-liberal politikaların doğal bir sonucu olarak bugünkü tablo karşımıza çıkıyor. Çalışan insanların, ücretlilerin temel haklara ve kaliteli eğitim, sağlık, barınma ve diğer kamu hizmetlerine ulaşması imkânsız hale geliyor. Bu durum sadece Türkiye gibi ülkelerde değil, kapitalist sistemin en ileri ülkeleri olan Britanya, Fransa gibi ülkelerde de yaşanıyor. 

Sosyalizmin bir güç ve iktidar alternatifi olduğu dönemlerde bu ülkelerde sosyal devlet mekanizmaları kuruldu. Yine bu ülkelerde devrimin ve sosyalist dönüşümün yakın vadede mümkün olamayacağı; çünkü işçi hareketini memnun edecek, susturacak sosyal kazanımların sunulduğu tespiti yapılıyordu. Günümüzde bu tespite neden olan şartlar ortadan kalkmıştır. Toplumu memnun edecek asgari hizmetlerin ve imkanların sunulmadığı bir ortamda, toplumun ezici çoğunluğunun ücretli çalışan olduğu, farklı mesleklere sahip olsa da çalışanların ücretlerinin, alım güçlerinin, temel sorunlarının benzeştiği, eşitsizliğin giderek arttığı ve görülür hale geldiği, küçük ve orta düzeydeki işletmelerin ayakta kalmakta zorlandığı ve birçoğunun battığı, tekelci şirketlerin ve şirket zincirlerinin piyasaya hakim olduğu bir dönemde sosyalizm talebinin yeniden bir alternatif olması ve köklü bir toplumsal dönüşüm mümkün olabilir. 

Bugün İngiltere’de etkili bir sosyalist güç mevcut olmasa dahi emekçilerin sendikaları üzerinden düzeni sorgulayan grevlere gitmesi ve kamulaştırma talebinin destek görmesi dikkate değerdir. Bu nedenle bu grevlerin yaygınlığı ve kitleselliği ile çalışanların bıkkınlığı ve kararlılığı göz önüne alındığında yakın gelecekte önemli toplumsal altüst oluşlara tanıklık etmek şaşırtıcı olmayacaktır.