Bir şehrin çığlığı: 'Bir yanımız inşaat tarlası bir yanımız konteyner kentler'

Depremin üzerinden 2 yıl geçti, ancak Hatay hâlâ bir şantiye. Konteynerlerde yaşam, iş cinayetleri ve yayılan umutsuzluk sarmalında bir kentin öfkesi büyüyor.

Özkan öztaş

Deprem, bir doğa olayı değil artık Hataylılar için. O, bir insanlık suçu. Bir şehrin çığlığı, bir halkın yıkılışı, bir sistemin çürümüşlüğünün belgesi. 6 Şubat 2023’te yaşanan depremlerin ardından iki yıl geçti, ancak acılar dinmedi, öfke büyüdü. Hatay, bir şantiye. Öyle bir şantiye ki, insanların hayatlarını değil, umutlarını da gömmeye devam ediyor.  

Murat, Hatay’ın sessiz çığlığını anlatıyor:  

Depremin üzerinden tam iki yıl geçti. Ne acımız hafifledi ne de öfkemiz azaldı. Bilakis, öfkemiz her geçen gün daha da büyüyor. Sanki birileri bilerek, isteyerek bu acıyı ve öfkeyi diri tutuyor. Hatay, sahipsiz bırakılmış bir kent. Bir şantiye ki, ölüm saçıyor. Yüz binlerce insan hâlâ konteynerlerde yaşıyor. Çadırlarda hayata tutunmaya çalışanlar var. 21 metrekareye sığdırılmış hayatlar, yıkılan hayaller, umutsuzlukla boğuşan insanlar… "

Murat ekliyor sohbet sırasında diğer sorunları da... 

"Elektrik kesintileri, sağlıksız su, internet altyapısındaki çöküş, ulaşım sorunları, kirli hava, salgın hastalıklar… Her gün yeni bir problemle uyanıyoruz. Sokaklar toz duman, hafriyat kamyonları ölüm saçıyor. Maskesiz dolaşmak neredeyse imkânsız. Eğitim? O da bir başka trajedi. Öğrencilerimiz için uygun koşullar yok. Yerel yönetimlerin beceriksizliği, merkezi hükümetin duyarsızlığıyla birleşmiş durumda." 

Böylesi zamanlarda insan bir araya gelmek için bahaneler arıyor haliyle. Yerel yönetimlerin bu bahaneleri gerçek kılacak adımlar atması bekleniyor. Söz buraya gelince gülümsüyor Murat. Yüzünde öfkeyle karışık bir tebessüm beliriyor. 

"Sosyal yaşam mı? O bir lüks artık Hatay’da. Ekonomik koşulların yetersizliği, insanları duyarsızlaştırmış durumda. Hayatta kaldığımız her gün için şükrediyoruz. Depremden önce yaşamak için ölüyorduk, şimdi ise ölmek için yaşıyoruz.”  

Murat’ın sözleri, Hatay’ın içinde bulunduğu durumu özetliyor. Ancak bu tablo, sadece Hatay’a özgü değil. Deprem bölgesinin tamamı, bir insanlık dramına sahne oluyor.  

hatay

Yıkılmayı bekleyen binaların arasında insanlar yaşamaya devam ediyor. Bir yanda depremin hafızalarda kendini sürekli hatırlatan imgeleri diğer yanda hayata tutunmaya çalışan depremzedeler.

İnşaatlar ve iş cinayetleri: Ölümler normalleşirken

Depremin ardından bölgeye milyarlarca lira aktarıldı. Büyük vaatler, büyük projeler, büyük müjdeler… Ancak ortaya çıkan tablo, insanların hâlâ konteynerlerde yaşamaya mahkûm edildiği bir gerçeklik. Geride ise koskaca bir soru var:

Onca paraya ne oldu?

Hatay’da 254 bin 200 konut yapılacağı açıklandı. Ancak şu ana kadar sadece 46 bin 140 konut tamamlandı. Kahramanmaraş’ta 112 bin 414 konut sözü verildi, ancak teslim edilen konut sayısı 34 bin 600’de kaldı. Malatya’da 103 bin konut ihtiyacına karşılık sadece 26 bin 300 konut tamamlandı. Adıyaman’da 64 bin 811 konut planlanırken, 28 binden biraz fazlası yapılabildi. Adana’da ise 21 bin konut ihtiyacına karşılık sadece 6 bin 800 konut tamamlandı.  

Bu rakamlar, bölgedeki barınma sorununun ne kadar derin olduğunu gösteriyor. Ancak asıl trajedi, bu inşaat süreçlerinde yaşanan iş cinayetleri. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) verilerine göre, deprem bölgesindeki yeniden inşa faaliyetlerinde iki yılda en az 169 inşaat işçisi hayatını kaybetti. Bu ölümler, inşaat işkolundaki tüm iş cinayetlerinin yüzde 22’sini oluşturuyor.  

Yüksekten düşme, ezilme/göçük ve elektrik çarpması, iş cinayetlerinin başlıca nedenleri. Basit ve ucuz önlemler alınsa bu ölümler engellenebilir. Ancak aşırı çalışma, önlem almama ve sendikal örgütlülüğün olmaması, bu cinayetleri normalleştiriyor.  

hatay

Hatay'ın bir yarısında mezarlık diğer yarısında da konteyner kentler yer alıyor. Depremzedeler bunu şu sözlerle özetliyor: "Depremden önce yaşamak için ölüyorduk, şimdi ise ölmek için yaşıyoruz.”  

Selim Usta: Bir hayatın izleri  

Selim, deprem öncesinde marangozluk yapıyordu. Deprem, onun da hayatını altüst etti. Dükkanı yıkıldı, makineleri enkaz altında kaldı. İlk zamanlar hurdacılık yaptı. Sonra da Mersin’e gidip taksi şoförlüğü... Ancak tutunamadı başka yerlerde. Bir süre sonra geri döndü. Şimdi Dursunlu Konteyner Kent’te yaşıyor. 20 metrekareye sığdırılmış bir hayatı var.  

“Dükkanım yıkıldı. Makinelerim enkaz altında kaldı. İlk zamanlar hurdacılık yaptım. Sonra bitti enkaz kaldırma işleri. Şimdi şantiyeler var, ama benim belim fıtık. Ağır iş yapamam. Zaten küçük esnafa iş düşmüyor. Her şey büyük firmaların elinde. Şimdi öyle işte. Yaşıyoruz.”  

Selim Usta, konteynerin önüne minik bir saksıda çiçekler ekmiş. Sigarasını tüttürürken bir yandan da çiçeklerine bakıyor. Belki de bu çiçekler, onun hayata tutunma çabasının bir simgesi.  

hatay

Deprem bölgelerinde enkaz kaldırma faaliyetleri sürecinde hurdacılık depremzedelerin ekmek kapısı olmuştu. Selim usta da geçici olarak bu işi yapanlardan biri. Ama enkaz kaldırma çalışmaları sona erince o da işsizler kervanına katılmış.

Konteynerlerde yaşam: Bir insanlık ayıbı

Konteynerlerde yaşamaya mecbur bırakılan insanlar, burada hayata tutunmaya çalışıyor. Ancak bu durum, bazıları tarafından “keyiflerine düşkünlük” olarak yorumlanabiliyor. Hataylı bir gazeteci, “Bunlar kira vermemek için konteynerlerde kalıyor” demişti geçtiğimiz günlerde.  

Peki, kira vermemek için 20 metrekareye bir hayat sığdırmayı kim ister? Bu soruyu sormak bile bir lüks haline geldi. Konteynerlerde saksılar bitiyor, ancak umutlar tükeniyor.  

Hatay, bir şantiye. Her yerde inşaatlar, hafriyat kamyonları, toz duman. Güneşli günlerde tahammül edilemez bir toz, yağmurlu günlerde ise kahreden bir çamur. İnsanlar, her şeye rağmen hayata tutunmaya çalışıyor. Ancak bu tutunma çabası, sistemin çürümüşlüğünü gizleyemiyor.  

hatay

Depremzedeler için konteyner kentler hem bir sığınak hem de kaçmak istedikleri bir yerleşke. 21 metrekareye sığan hayatlarda soğuk, sıcak, hastalık, karanlık aynı anda yer alıyor.

Sonuç: Enkaz altında kalan düzen

Deprem, tek başına bir doğa olayı değil. Depremzedeler için artık bir sistemin çöküşünün belgesi. Hatay, bu çöküşün en acımasız yüzü. İki yıl geçti, ancak acılar dinmedi, öfke büyüdü. İnsanlar, konteynerlerde, çadırlarda, şantiyelerde hayata tutunmaya çalışıyor. Ancak bu tutunma çabası, sistemin çürümüşlüğünü gizleyemiyor.  

Hatay’ın çığlığı, bir uyarıdır. Bu çığlık, duyulmadıkça, bu acılar dinmeyecek, bu öfke büyümeye devam edecek. 

Fotoğraflar: Kazım Kızıl