Bir keskin kalem, bir kırık gözlük

Ölümünün üzerinden 32 yıl geçti Uğur Mumcu’nun. Katillerinin bir kısmı firarda, bir kısmı iktidar mahfillerinde.

Sancak Yıldız

Tarihler Ocak 1993’ü gösterdiğinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin mafya-tarikat ekseninde kemirilişinin kan sesleri en derinden duyuldu. Faşist Kenan Evren 80’lerinin Özallı yıllarında, devletin kapılarının aralandığı tarikatlar her yerde kadrolaşırken, mafya da işin ucundan tetikçilik yaparak tutmuştu. Ortaya çıkan tam anlamıyla çete düzeniydi.

Ankara Hukuk’tan ‘Türk sosyalizmi’ne uzanan yol

Kırşehir’de yaşayan dört çocuklu memur bir ailenin ferdi olan, 1942 doğumlu Uğur Mumcu, bir yanıyla hayat kavgasına Ankara Hukuk Fakültesi’ne geldiği 1961 yılında başlıyor. İlk gençlik yıllarından bu yana Cumhuriyetçi duruşundan taviz vermeyen Uğur Mumcu için fakülte yılları, toplumsal sorunlara kendi kaleminden cevaplar aradığı yıllar oluyor. 1962 senesinde Cumhuriyet gazetesine yazdığı 'Türk Sosyalizmi' makalesi, Mumcu’nun kendi perspektifinden gördüğü sorulara üretmeye çalıştığı yanıtlar arasında en dikkat çekenlerinden oluyor. Nitekim bu makale, Yunus Nadi Ödülü’ne de layık görülüyor.

Devrim’den Sakıncalı Piyade’ye

Öğrencilik yıllarından sonra birkaç yıl asistanlık yapan Uğur Mumcu, 12 Mart Muhtırası yıllarına kadar Doğan Avcıoğlu’nun yönettiği Devrim gazetesinde makaleler kaleme aldı. Dönemin önemli konularından hayali ihracat ve kaçakçılık üzerine tarihe not düşercesine tespitlerde bulundu ve etkisi büyük olan bu notlar Uğur Mumcu’nun keskin kaleminin ilk kez kelepçelenmesiyle sonuçlandı.

12 Mart mahkemelerinde yargılanıp tutuklanan Mumcu, askerliğini Ağrı’da “sakıncalı” bir piyade olarak tamamladı. Bütün bu tabloyu ise “Sakıncalı Piyade” kitabıyla milyonlarca insana duyurarak kendi bildiği yöntemle kayda geçirdi.

Uğur Mumcu’nun Cumhuriyet’i

1975 yılıyla beraber Cumhuriyet gazetesinde Gözlem adlı köşesinde başlayan tavizsiz yazılarında Mumcu, Demirellerin hayali ihracatçılığından, Özallar’ın tarikatçılığına kadar radarına giren hiçbir konudan kaçmadı, korkmadı ve boyun eğmedi.

Neoliberal kuşatmaya ülkenin kapılarını dolu dizgin açan Özal’a karşı Cumhuriyetin kamucusu, tarikatçılara yönelik sevgi gösterilerine, devletin tüm kadrolarının bunlara açılmasına karşı Cumhuriyet’in ilerici bir neferi oldu.

Laikliğin türlü bahanelerle çiğnendiği yıllarda faşist Evren’in din istismarcılığına da, Atatürk istismarcılığına da en yüksek sesle itiraz edenlerden biriydi. Ağalar, şeyhler devlet katlarında ağırlandığında, herhangi bir liberal yaftadan çekinmeden bayrak açtı.

Çete düzeninin ölüm listeleri

90’lı yıllara gelindiğinde soruşturma ve davalarla muhatap olmasına karşın araştırmacı gazetecilik alanında önemli eserler veren Mumcu, bütün bunların sonucunda mafya düzeninin tetikçisi şeriatçı örgütlerin infaz listesine girdi.

Aynı listede başka aydınlar, Ahmet Taner Kışlalı, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok ve Musa Anter de vardı.

Bu ölüm listeleri, ülkenin gerici örgütler tarafından işgaline, mafya ve devlet eliyle işlenen cinayetlerin karanlıkta bırakılmasına itiraz edenleri kapsıyordu.

Ankara kar altında

24 Ocak 1993 sabahı arabasının altına yerleştirilen bombanın infilak etmesi sonucu Uğur Mumcu hayata gözlerini kapadı.  

Olay yeri kalıntılarının çöp süpürgeleriyle süpürüldüğü cinayetin aydınlatılması için “namus” sözleri verildi, ancak tam anlamıyla ve tüm olası şüphelileri kapsayan bir yargılanma süreci yürütülmedi. Kamuoyunun yoğun baskısıyla dönem dönem belli aşamalar kaydedilen yargılamalarda birçok isim dosyadan ayrı tutularak firari hale geldi. 32 yıldan beri arabaya bombayı koyan şahıs dahi firari olarak hayatına devam ediyor.

O günlerde bu karanlık ilişkiler sarmalında önemli yer tutan Mehmet Ağar başta olmak üzere birçok isim, bugün de iktidar eliyle devlet-mafya-ticaret ilişkilerinde adları anılan isimler olmayı sürdürüyor.

'Tam bir sol aydın': Uğur Mumcu
mumcu