Bir devrimci aydının ardından: Burada, bizimlesin

Alfonso Sastre’yi, 95 yaşında yitirdik. “Nerdeyim” diye sordu hep, şüphesiz, “Burda, mücadelemizdesin” diyebiliriz, ama ödevimizi de kendimize hatırlatarak: Eserini Türkçe’ye kazandırmak.

Yiğit Günay

Fransa’nın Bordeaux şehrinde sürgünde olduğu sıralar, demek 1975 veya 76... Memleketi İspanya’da Franco diktatörlüğüne karşı mücadelesi yüzünden hapis yatmış, çıkmış, “terörist” suçlamalarının ardı arkası kesilmeyince soluğu burada almış.

Bir televizyon kanalından, kendisinin Bordeaux’daki yaşamı üzerine bir film teklifi gelince, “İyi ama, ben Bordeaux’da değilim ki” yanıtı vermiş. “Elbette”, demişler, “siz fiziken bu şehirde bulunuyor olsanız da, gerçekte İspanya’dasınız.” Buna da itiraz edip, İspanya’da da olmadığını söyleyince, şaşkın, “Neredesiniz peki?” diye sormuşlar. “Hiçbir yerdeyim” demiş Alfonso Sastre. Sonunda filmin adını “Non Lieu” koymuşlar, “Yok Yer”.

Ne demek yani “Yok Yer”? Sonuçta herkes, illa ki, bir yerlerdedir. Sastre, bu anekdotu aktardığı makalesinde, sanıyorum, “neredeyim” sorusuna, daha doğru bir yanıt sunar. “Kastettiğim”, der, “siyasi pozisyonumdu.” Tam o sırada neredeyse yarım asırlık diktatörlük çökmüş, İspanya “demokrasiye”, çok partili siyasi hayata geçmiştir. Bu tabloda açıklar Sastre, “hiçbir yerde olmama”sını:

Şimdilerde bakıyorum da, herkes “bir yerlerde”. Ben de bir yerlerde olduğum sırada—yani, İspanya Komünist Partisi’nde olduğum sırada—bu demokratların ve sosyalistlerin çoğunu hiçbir yerde, (...) kavga sahasında görmüyordum. Şu anki siyasi pozisyonuma baktığımda, izlenimim o ki, bir zamanlar benim olan partimin biraz veya epey solundayım. Birilerinin bana “Komünist Parti’nin solunda mı? Hiçbir yerde yani!” dediğini, bugün bir devrimcinin önündeki seçeneklerin ya “mümkün olanın” ya da “bir ütopyanın” peşinden koşmak olduğunu açıklamaya çalıştığını duyar gibiyim. Ben böyle düşünmüyorum. Ben, izin verirseniz, pek farklı düşünüyorum, ve bu “hiçbir yer” denilen mekanda çok fazla insanın bulunduğunu, gerçek yoldaşlarımın burada bulunduğunu, her şeye rağmen bitmeyecek bir tahayyülün, devrim tahayyülünün burada bulunduğunu görüyorum.

Onlarca yıl, diktatörlük koşullarında, yeraltında bir militanı olarak mücadele ettiği İspanya Komünist Partisi, artık 1970’ler itibariyle avrokomünizme savrulunca, bir diğer deyişle, seçimlere ve burjuva demokrasisine bel bağlayıp devrim iddiasını sonsuza dek ertelenecek bir hayali geleceğe bırakınca, partiden istifa etmiştir Sastre. Örgütsüzlüğünün ayıbının farkındadır, “hiçbir yerde”dir zira, ama kendisi gibi “hiçbir yerde” olan, örgütsüz olan, fakat devrim iddiasını hâlâ yüreğinde taşıyan çok sayıda kişi olduğunun da farkındadır. “Hele bir şu diktatörlükten kurtulalım”lara, “önce seçimleri kazanalım, basıp geçelim, sonra”lara aldırmaz. Ya devrimci partinin sıra neferidir, ya da yok-yerdedir.

Geçtiğimiz asrın büyük devrimci aydını, tiyatro yazarı, senarist, filozof ve militan Alfonso Sastre’yi 17 Eylül günü, 95 yaşında kaybettik. Ardında onlarca tiyatro oyunu, sayısız kitap, makale, kısaca, koca bir külliyat bıraktı.

Makalelerini derlediği kitabın Küba’daki basımında, kitabın başlığını değiştirip “İsyana Övgü, Veya Ben Neredeyim?” koymuştu. Düşünsel olarak nerede olduğuna bakarsak, saflarımızı hiç terk etmedi. Aydının yalnızca eseriyle değil, politik mücadelesiyle de var olması gerektiğini, hatta bu politik mücadelenin sanatsal eserin estetik niteliğini de hep zenginleştirdiğini, öte yandan, kitlelerle buluşmanın yolunun estetik arayışlar aleyhine olmaması gerektiğini, sanat eserinin yalnızca içeriğinin değil, biçiminin de mutlak öneme sahip olduğunu bıkmadan dile getirdi. Bizim aydınımız, işçi sınıfının militanı oldu hep.

Peki, kendi söylediği anlamda, örgütlü olmak noktasında neredeydi? İspanya Komünist Partisi’nin reformist sapmasının ardından kendini Bask ulusal hareketinin sol kanadında var etti. Bir yerlerde oldu yani, ama, bugünden bakınca, belki de 70’lerde dediği gibi, devrimci bir komünist partinin yokluğunda, birçok insan gibi hiçbir yerdeydi.

Alfonso Sastre’ye karşı sorumluluğumuz var. Kitaplarının hiçbiri, bildiğim kadarıyla, Türkçe’ye çevrilmedi. Bu büyük tiyatro yazarını ülkemizde “yok-yer”e mahkumiyetten kurtarmak, boynumuzun borcu.

Öte yandan, Sastre’ye karşı sorumluluğumuzun bir başka boyutu daha var: Kimi henüz ikna olmadığından, çoğuysa “ütopyanın” değil “mümkün olanın” peşinden koştuğundan “hiçbir yerde” bulunan, örgütsüz olan aydınlarımızı evlerine, yurtlarına kavuşturmak. Hiçbir yerde değiliz çünkü, evimiz, yurdumuz, devrimci bir partimiz var.