Babalar ve Oğullar

"Hepimizin içimizdeki babayla bir hesabı var. Babamızı aşarak büyüyoruz. Annemizin oğluyuz ama babamızla yarışıyoruz. Bu hesap ne zaman ki babamız tekrar çocuklaşıyor, yumuşuyor o zaman bir kenara kaldırılıyor."

Tunç Tatoğlu

Geçenlerde konservatuvar eğitimi, örgütlenme, hayat üzerine bir gençle sohbet ederken, şimdilerde Kafka’nın “Babaya Mektup”unu okuduğunu öğrenince, bir süredir yazmak için kenara ayırdığım kitabı hatırladım. Bir şey söylemem çok gerekiyormuş gibi, “Biliyor musun o mektubu hiç göndermemiş Kafka babasına” diye kitabın her yerinde yazan bir bilgiyi sırmış gibi fısıldadım.  

2008 yılında Cemal Eker’in çevirisiyle Can Yayınları’ndan basılan kitabı ben 23. baskısından okumuştum. Bu kitabı okurken düşünmüştüm Ege bana mektup yazacak olsa nereden başlardı? “İçindeki Rizeliye hakim ol”dan mı, “sabırlı ol biraz baba”dan mı? Neyse işte baba-oğul öyküleri, filmleri hep ilgimi çekmiştir, yüreğimi sıkıştırmıştır. Genelde anne-oğul öyküleri gibi sıcak, sevgi dolu, sarmalayan hikayeler değildir. Geç kalınmış öykülerdir, suskundur, eksiktir. 

Merakla elime alıp bir çırpıda bitirmiştim Kafka’nın bu az bilinen mektubunu. Belki bendeki baba meselesine bir çare olur diye işte. Babamın hiç tatile çıkmadığını ölümünden 15 yıl sonra idrak etmiştim örneğin. Babam mektup yazayım diye üzerine adı ve adresi yazılı, pulu yapışmış, içine dörde katlanmış boş bir kağıdın olduğu zarflar hazırlayıp yanıma verirdi yatakhaneye giderken. Neyse Kafka’nın babasına gelelim… 

Kafka’nın yıllarca kendisine bile söyleyemediği, yüzleşemediği birçok anının birdenbire yazıya dökülmesi ne kadar ilginç… Her oğul gibi Kafka da babası tarafından onaylanmak, takdir edilmek ve elini omuzunda hissetmek istiyor. Lakin bu mektup daha çok, babasının öğretilerini içinden söküp atmak için yazılmış. 

Kafka’nın babasını biraz tanıtmak gerekirse, Hermann Kafka saygın bir Yahudi iş adamıdır, genelde sinirlidir ve kendi kuşağının geleneklerine bağlıdır. “Franz Kafka ile (babasının) kopuşu iki Yahudi kuşağının önlemez yarılmasıdır” diye yazmış Christoph Stölz. Bir daha neredeyse görüşmemek üzere bir kopuştan bahsediyoruz. Mektup ile onarılacak ne kalmış olabilir ki geriye?

Mektubu tetikleyen temel soru, babasının Kafka’ya “ondan neden korktuğunu sorması” olur. Verecek bir cevap bulamayan Kafka, konuşurken toparlayabileceğinden daha fazla ayrıntıya ihtiyacı olduğu için yazılı cevap vermeyi dener. Yazarken de eksik kalacağını, esas meselenin hafızasının ve aklının sınırlarını çok aşacağını yazar mektubunda.

Babayla böylesi yüzleşmeler mesele babaya basit gelse de oğul için kolay değildir. Özellikle oğulun biraz anlayış, anlaşamasalar da babasının bazı gerçekleri kabullenme ihtimalinin olması fazla bir şey değildir aslında. Ki Hermann Kafka’nın da yaşlılığında daha yumuşak başlı olduğu ve  daha sevgi dolu olduğu söyleniyor. Muhtemelen Kafka şansını denese belki bir şansı olabilirmiş.

Mektup yazmak hâlâ çok etkili bir iletişim yolu. Bir kez yüzleşme için her iki taraf için de dönüp bakılabilecek yazılı bir metin, yazdıkça yeni soruların ve hatıraların gözden geçirilmesi için bir fırsat, en çok da yazanın içini dökebileceği bir mecra. Kafka da bunu yapıyor. Affetmiyor, yüzleştiriyor.

“Bana bir kere bile gerçekten vurmadığın da doğru. (…) Ayrıca senin açıkça gösterdiğin düşünce göre dayağı hak ettiğim, ama senin bağışlayıcılığın sonucu bundan ucu ucuna kurtulduğum, bu pek çok olay sonucunda yine yalnızca büyük bir suçluluk bilinci birikiyordu. Sana karşı her bakımdan borçluydum.”

Allahtan bu mektup adresine ulaşamamış. Böylesi bir yüzleşmeyi kaldırmak her babanın harcı değil. Babanın yarattığı korku dünyası ancak bu kadar yerin dibine sokulabilir.

“(…) bizim için çalışan ve bu yüzden sana karşı duydukları bitmez tükenmez korkuyla yaşamak zorunda kalan yabancı insanlar vardı. (…) çoğunlukla mükemmel sinirlere sahip, yetişkin insanlar oldukları için, hakaretleri güçlük çekmeden üzerlerinden silkelerlerdi ve bu sonuçta sana, onlara verdiğinden daha çok zarar verirdi.”

Böylesi bir saptama ya da anımsama yazıldıktan sonra, hele oğlunuz yazdıysa, bu paragraf ile baş başa kalırsınız. Kendine dair tüm bildiklerini bir kez daha gözden geçirirsiniz, reddedersiniz… “(…) işçilerin tabanlarını yalasa bile Efendi’nin tepelerine binmesini dengeleyebilmiş olmayacak” diye yazmak için, oğulun nasıl bir duygusal şiddete maruz kaldığını düşünebiliyor musunuz? 

Kafka’nın bu mektubu, bu büyük itirazı, babasına ulaşmadığı için tek merakım, acaba yıllardır babasına söyleyemediklerini kendisi için anlamasına yardımcı olmuş mudur?

“Senin başkalarına beslediğin kuşku bile, benim kendime beslediğim kuşkumdan daha büyük değil, beni sen böyle eğittin.”

Hepimizin içimizdeki babayla bir hesabı var. Babamızı aşarak büyüyoruz. Annemizin oğluyuz ama babamızla yarışıyoruz. Bu hesap ne zaman ki babamız tekrar çocuklaşıyor, yumuşuyor o zaman bir kenara kaldırılıyor. Keşke babama, gecikmeden yanıma verdiği hazır mektuplardan daha fazla seslenebilseydim. Kafka gibi geciktim.

1
Babaya Mektup, Franz Kafka, çev. Cemal Ener, 112 syf., Can Yayınları