Ayşe Yaltırım'la korona günlerinde resim...

Pandemi dönemindeki kapanma günlerini fırsata çeviren Ressam Ayşe Yaltırım bu dönemde yüzlerce resim yapmış. Yaltırım, akla gelebilecek her tür malzemeyi üretken biçimde bir araya getiriyor.

Gamze Erbil

Ayşe Yaltırım sanatçısı çok bir ailenin küçük fertlerinden biriyken başlıyor resim yapmaya. Ressamlar, şairler, edebiyatçılar, sinemacı ve tarihçiler... Türkiye'nin ilk kadın ressamlarından Celile Uğuraldım anneannesi. Hani Nâzım Hikmet'in annesi olan Celile Hanım. Ama Yaltırım üretirken etki altında kalmama konusunda o kadar hassas ki, ailedeki bu zenginliği en fazla bir “ortam” olarak tarif etmek uygun düşüyor.

Bolca paşa var ailede. Ama kendi vurgusuyla hep “kiracı” olmuşlar oturdukları evlerde; bulundukları konumları istismar etmeme konusundaki titizlikleri bunun temel sebebi. Dolayısıyla bu zenginlik ve birikim fazlaca “emek” yoğun bir birikim. Yaltırım'ın resim öyküsünde de bolca emek var. Bir tarafta çok farklı sanat dalları ve disiplinlere dönük tükenmez bir merakla birlikte küçük yaştan itibaren kendisini dürten resim tutkusu; diğer tarafta geçimini sağlamak için yoğun bir çaba.

Geçimini sağlarken harcadığı eforu biraz olsun hafifletmeye yarayan yaratıcılığını gündelik yaşamının her alanına taşıyan Yaltırım, 85 yıllık yaşamı boyunca tüm faaliyetleri öyle ya da böyle resim etrafında şekillendirmiş. Belli dönemlerde daha yoğun olarak resim yapmış, sergiler açmış.

Pandemi günleri, Ayşe Yaltırım'ın resim-yoğun günlere dönüşü için bir fırsat olmuş. Yüzlerce resim ürettiğini söylüyor; kapanma günlerine de bu şekilde meydan okuduğu anlaşılıyor. Uzun ve keyifli sohbetimiz için kendisine tekrar teşekkür etmek istiyorum. Yaltırım'ın anlattıklarının yanısıra anlatış tarzı O'nu daha iyi tanımanızı sağlayacak diye düşünüyorum. İyi okumalar, iyi izlemeler…

Resime başlama öykünüzü anlatabilir misiniz? Ne zaman ve nasıl oldu?

Ben resme ilkokulda başladım sayılır. Bilirsiniz çocuk resimleri vardır ilkokulda herkesin yaptığı. Bir gün bir masa çizmişim. Nenem Celile, -ona Celile'm derdim ben- “Bu kız resim yapacak, resme istidadı var” demiş. Masayı perspektif kurallarına uygun şekilde çizmiştim.

İlkokulda Ankara Koleji’ne gidiyordum. Bir gün çok fena üşütmüşüm herhalde, kusuyorum sınıfta. Beni eve götürüyorlar. Meğerse zatürre olmuşum. 41° ateşle yatıyorum, hatta ağzımdan kan gelmeye bile başlamış. O sıralarda yakın akrabamız Ali Fuat Cebesoy, Ulaştırma Bakanı'ymış. Penisilin de yeni çıkmış o zaman. Bana yurtdışından penisilin getirtmiş. Penisilini alınca birden çok iyi etki yapıyor, ateşim düşüyor. Ama bir türlü tam düşmüyor, yine 38° falan. Meğerse arkasından bir de kızamık olmuşum. Ben tabii epey halsiz düşmüşüm, zayıflamışım. Sonra nekahat devrinde resim yapmaya başladım. Öyle hatırlıyorum ilk resim yapışımı.

Onlar da, eski zaman resimleri, kontesler falan, nedense… Bilmiyorum, herhalde bir yerlerden gördüm. İşte böyle başladım resme. Ondan sonra ortaokul, lise devam etti. Ama hiçbir zaman devamlı resim yapmadım, arada sırada yapıyordum.

Evde ressam bir nene, şair bir dayı olduğunu biliyoruz. Bunların etkisi oldu mu, olduysa nasıl?

Nenem devamlı evde hep resim yapıyor; kendi evinde oturduğu zaman da, gelip bizde 4-5 ay kaldığında da. Evde resim yapılınca ben de ilgileniyorum tabii. Soruyorum, ediyorum; nenem renkleri gösteriyor bana. Ama renkleri pek bilmiyorum; çünkü birisinden bir şey öğrenip yapmayı çok sevmiyorum. Onun için hâlâ renkleri tam bilmem; ne renk bulursam karıştırırım. Tabii, sarı ile mavi yeşil oluyor karıştırınca, onu biliyorum. (Gülüyor)

Dayıma mektuplar yazıyorduk hepimiz. Ben de, kendi hissettiklerimi ona yazıyordum. O çok seviniyordu mektuplar geldiği zaman. Sonra herhalde resim de yollamışım ona yaptıklarımdan. O da yazmış bana: “Ayşe resim yapsın.”

Ama bunların hiçbiri bana etkili olmamıştır. Ne ailedeki resim yapanlar ne de başka bir şey. Ben, içimden resim yapmak geldiği için resim yapıyorum. Devamlı bir durum söz konusu değil; bazen bir sene hiç yapmam, ama ilham gelince bir ay durmaksızın yaparım…

Şiir ya da edebiyata yaklaşımınızı öğrenebilir miyiz?

Şiir pek sevmem aslında, ama dayımın şiirlerini seviyorum. Bir hikaye anlatıyor, bir amacı var... Ama yok aşk şiiriymiş, yok bilmem neymiş. Genç kızken şiirler okunuyor filan; hiç alâkadar etmez beni. Hoşlanmam bu tür şiirden.

Edebiyata ilgim, kitaba çok merakım var. Adana'dan, yani 12-13 yaşımdan beri kitap okurum. O zamanlar Milli Eğitim Bakanlığı klasik kitaplar serisi çıkarmıştı. Ona abone olduk; o sayede klasiklerden çok şey okudum.

Hiç bırakmadım okumayı, daima bir şey vardır elimde okuduğum. Hele geceleyin kitap okumadan katiyen uyuyamam. Ama bazen de böyle kontlu-kontesli kitaplar istiyorum ki, çabuk uykum gelsin diye. (Gülüyor)

Bildiğim kadarıyla tarihe özel bir merakınız var; o nereden geliyor?

Tarihe ilgim babamdan geliyor. Babam tarihe çok meraklıydı. Charles Texier diye bir tarihçi vardır, bütün Anadolu'yu gezmiş. Bütün şehirlerin tarihlerini yazıyor. Kalın bir kitap. Hep yaz tatillerinde bir yere giderken -zaten Anadolu'nun her şehrinde bir tarih var- Texier'nin kitabı yanında olurdu ve bana okurdu oradan, o şehrin tarihi hakkında bilgi verirdi.

İlyada ve Odysseia'ya merak sarmıştım, eski Yunan'a. Hatta eski Yunan kadınları çiziyordum. Tarihi; Milat’tan evvelki tarihi seviyorum. Milat’tan sonraki tarihle hiç alâkam yok. Ortaçağ'mış, Yeni Çağ'mış. Alâkamı çekmiyor.

Mısır… Mısır'a bir düşkünlüğünüz olduğunu biliyoruz. Bunun nedenlerini öğrenebilir miyiz? Resimdeki karşılığı nedir?

Mısır'a karşı ilgim bütün aile tarafından bilinir, tüm tanıdıklarım bilir. Biz Güvercinlik Çimento Fabrikası'nda tahta, üç katlı bir evde oturuyorduk; lojman. Üçüncü katında Celile nenem ve ben resim yapardık. Atölyeydi orası, 13-14 yaşlarındaydım.

Dayımdan dolayı Mısırlılara merak sardım. Hapishaneden çıktığı zaman, Yusuf ile Menofis'i yazıyordu. Orada Mısırlı Yusuf'u anlatıyor, İncil'de bahsi geçen. Yusuf ile Menofis hikayesinden sonra hep Mısır resimleri yapmaya başladım. Gündelik yaşamı, o yaşama has nesneleri görmediğim, bilmediğim halde, tasavvur edip resimlerini çiziyordum. İlgim olduğu için kitaplardan araştırıyordum herhalde. Nerede onlara ait bir şey görsem ilgileniyordum. Ama yine taklit etmeyi sevmediğim için, kendime göre, “Bu nasıl olabilir, onlar nasıl yapabilir” diye yine kendim uydurup yapıyordum. Sanki eski Mısırlıymışım gibi.

Peki ya Mısır'a gittiniz mi?

En sonunda Mısır’a gittim. “Mısır’a gideceğim Mısır’a gideceğim!” diyordum hep. Biliyorlar meraklı olduğumu. Bir gün akrabam Fatma telefon etti: “Biz bir grup Mısır’a gidiyoruz, para biriktir!” dedi. Ben havalara uçtum. Neyse Mısır’a gittik, Asvan'a gittik, II. Ramses’in heykellerinin bulunduğu yere gittik. Gitmediğimiz yer kalmadı. Mısır medeniyeti müzesine gittim; kitaplarda gördüğüm şeyleri şahsen canlı görünce çok etkilendim... Oraya buraya heyecanla bakıyorum. Üst katta da Tutankamon kısmı var, bir de mumyalar kısmı var. Her objede o kadar takıldım ki, yukardaki katı aceleyle dolaşmak zorunda kaldım. Halbuki asıl yukarısı faydalı olacaktı benim için.

Zaten hep öyle oluyorum tarihi bir yere gittiğim zaman, bir yerde takılıyorum. “Ay bu ne zaman oldu, bunu kim kullandı, nasıl kullandı...”

Tekrar gitmeyi düşünüyor musunuz?

Sözünü ettiğim eski Kahire müzesi; şimdi yenisi yapıldı. Çok güzel müthiş bir açılış oldu. Videoları izledim muazzam bir açılış. Mısır belgesellerinde öğrendim ki, müzenin altında tonlarca heykel var, hepsi kutuda, çünkü müze küçük, sığmıyor. Yeni müzede hepsi ortaya çıktı, hepsi restore oldu ve tek tek yaldızları düzeltildi, boyandı. Fevkalade bir şey oldu.

Müzenin inşa edildiğini iki senedir biliyorum ama açıldığını yeni öğrendim. Olağanüstü şeyler var; kimsenin, dünyanın görmediği şeyler. Artık ben oraya sabah girerim, akşam çıkarım herhalde. Üç gün kalsam üç gün de gezerim. Corona geçsin, gideceğim.

Bir de arkeoloji var tabi, üniversitede arkeoloji okudunuz ama yarım kaldı diye biliyorum...

Arkeoloji; o da şöyle: Biz bir gün Konya’daki meşhur İvriz'e gittik. Bir Hitit tanrısı ve kral heykeli, Tanrı elinde buğday tutuyor, kayalara oyulmuş bir Hitit kabartması. O kadar etkilendim ki... Senelerce kitaplarda o kabartmanın resmini görmüştüm ve canlı olarak kendisini görünce çok heyecanlandım. Altında da güzel bir gölet gibi bir şey vardı, suyun yanında yani.

Benim zamanımda Ejiptoloji yoktu. Arkeolog olmak istedim, o kadar istedim ki, dört sene Latince okudum lisede. Latince konuşulmayan bir dil olduğu için unutuluyor. Sonra Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nde, arkeoloji bölümünde 1,5-2 sene okudum. Akabinde evlendim, eğitimim yarım kaldı…

Resimle ilişkili başka uğraşlar da var sanıyorum. Mesela örgü örüyorsunuz. Ya da başka...

Devamlı resim yapmıyordum. Şişeler, camlar boyuyordum. Onları Ortaköy’e götürüp satıyordum. Kolyeler, küpeler yapıyordum. Tabii para kazanmam lazım; annemden hayatta para isteyemezdim.

Çok güzel örgü örüyordum gençlik yıllarımda. Evlenmeden evvel, genç kızken de. Boşandıktan sonra 2-3 sene bankada çalıştım. Sonra bankadan bir şekilde ayrılmam icap etti. Orada kimi insanlarla anlaşamadım. Ankara’daydık ve zaten İstanbul’a gelecektik. Önceden de örgü örmeyi seviyordum, hep örgüler yapıyordum, bayağı da güzel oluyordu. Genelde tanıdıklara örüyordum; zengin akrabalarım vardı, onlara da örüyordum. Herkes onların üstünde görüp “Bu ne güzel şey, kim yapıyor?” diye soruyordu. Sonra İstanbul’a gelince, Sare teyze var; onun kızı Ayşe abla… Ona bir sürü şeyler ördüm. Ondan görenler istediler, yaptıklarımı başka kişiler gördü ve talepler arttı. 15 sene hep yün ördüm.

Bir Ayşe Yaltırım markası oluştu yani...

Nişantaşı’nda Dilberler vardı o zaman, Dilberler'e örüyordum. Onların tanıdıklarına yapıyordum. Dilberler vasıtasıyla artistlere falan da yapıyormuşum meğer. Ben Dilberler'e veriyorum; o da onlara veriyor. Bir sefer, o kadar sipariş geldi ki Dilberler'den, yetiştiremiyordum az kaldı.

Uyduruk bir kazak yaptım. Delikli olmuş; onun üstüne çiçekler yaptım. Bir tutulsun... Bir yılbaşı aralığı. “İlla ki bundan isteriz”... Bu sefer baktım ne yapayım; anneme ördürüyorum, bir de abimin kayınvalidesi vardı ona ördürüyorum. Ben karşılarında oturuyorum, onlar örüyorlar. Sonra akşam oluyor, uyukluyorlar; ters türs yapıyorlar. Ben sabah kalkıyorum, onları düzeltiyorum. Böyle bir şey görülmemiştir herhalde…

O sıralar çok yün ve iplik çeşidi yoktu. Ağ ipliği diye bir şey vardı. Ondan yazlık giysiler örerdim. Sonra onları boyardım renk renk. Kendi ipliğimi üretmeye çalışıyordum. Ardından aklıma başka bir fikir geldi. Jarse alıyordum, onları yarım parmak eninde kesiyordum metrelerce. Onları örmeye başladım. Çok değişik bir tarz oldu, bu sefer herkes bundan istedi.

Bütün bir kış örüyordum; yazın Paris’e gidiyordum, Mimi yengenin yanına. Orada kazandığımı yiyordum; geliyordum. (Gülüyor) Her sene böyle oluyordu.

Bu şekilde bir üretim faaliyetinin arka planında resimle ilişkili bir şeyler var gibi sanki...

Rengarenk örüyordum ve uyduruk şekiller yapıyordum. Örgü tarihinde görülmemiş şekiller, renkler... Onlar çok tutuluyordu… Örgü işine de resmi kattım yani. Hiçbir zaman hiçbir şeyi taklit etmedim. Hep kendimden bir şey katıyordum. Örgüler de onun için farklı oluyordu. Kimsenin yapmadığı şekiller çıkıyordu.

Resim, hayatımda her zaman bir şekilde yer almış, farkında olmadan. Örgülerimde olmuş, günlük yaşamımda olmuş, okuduğum kitaplarda olmuş… En sevdiğim yer ise müzeler… Demek ki, hepsi resimle ilgili. Kolye yapmak da resimle ilgili, çok değişik kolyeler yapıyordum; hep uydurma.

Bu faaliyetler bir yandan sürerken bir yandan da resimler yapılıyor. Daha yoğunlaştığı bir dönem var mı resim çalışmalarınızın peki?

Bir keresinde Rusya’ya gittik. Annemin Rusya’ya 2 - 3 kere gitmişliği var. Sonunda dedim ki, “Sen yalnız gidemezsin, yanında birisi olması lazım.” İkimiz gittik, Kırım'a da uğradık. O zaman Rusya’nın kötü dönemleri… Hiçbir şey yok, ekmek bile bulamıyorsun neredeyse. Her şey karaborsa. Yanımda 200 dolarım vardı. Onu bozdurdum; krallar gibi yaşıyoruz… Otellerde lokantaları falan kapatıyorum ben, o derece.

Oradayken guaş boya buldum; sadece iki kutu. Rusya’dan dönünce, guaşı aldığım için “resim yapmaya başlayayım bari tekrar” dedim. Annemle Murat birlikte oturuyordu; ben de karşıdaki küçük dairede oturuyordum. Yılbaşından sonraydı, yine resim yapıyordum. Oğlum Murat Germen o zamanlar Amerika’daki eğitiminden yeni dönmüştü. Şimdiki eşi Sema’yla tanışmış bir akşam. Ben de resim yapıyorum; gece saat 2:00 civarı olmalı. Zır zır kapı çalınıyor. Ben de üstümü başımı giyeceğim; bir türlü açamıyorum. “Anne” diyor dışarıdan. Açtım kapıyı; Murat geldi. “Aaa sen ne yapıyorsun?” dedi. “Resim yapıyordum; giyiniyordum, onun için hemen açamadım” dedim. O da Sema’yla tanışmasını anlattı. Meğerse, onun için bana o saatte heyecanla gelmiş. Resimleri görüp çok beğendi ve “bunlar çok güzel, muhakkak devam etmelisin” diyerek beni teşvik etti.

Resimlerinizde farklı dönemlerde farklı tarzlar gözlemlemek mümkün; ama daha çok insanlar/insan figürleri merkezde duruyor. Biraz da resimlerden bahsedelim...

Hiçbir zaman klasik resim yapmadım ben. Klasik resmin âlâsı yapılmış zaten. Âlâsının âlâsı. Fotoğraftan daha güzelleri yapılmış. Gördüğümü yapmanın dışında kendimden bir şey katmak istedim ben hep. Onun için resimlerim değişiktir benim. Hiçbir ressamı bilmem, sanat tarihine özellikle göz atmam. İnsan ne de olsa etki altında kalıyor.

Bir sene içinde on kez resim yaptıysam, hiç birinin tarzı birbirine benzemez. Bazen klasik, bazen de hiç tanınmayacak yüzler, acayip şekiller yapıyordum. “Bunlar ne?” diye soruyorlardı bana. (Gülüyor) Ben de diyordum ki, “Ne görüyorsan, ne anlıyorsan o.”

Yüzleri deforme etmeyi; ağızları, burunları birbirine karıştırmayı çok seviyorum. Kimi zaman cinsiyetsiz resimler yapıyordum; ne kadın, ne de erkek. İnsanı merkeze alıyorum, natürmort sevmiyorum, manzara resmi de sevmiyorum. Ama arada 5-10 tane o çeşit resimlerim de olmuştur. İnsan figürlerini seviyorum. Çocukların yaptığı çöp adamlar gibi resimler yapıyorum, ağzı burnu eğri oluyor, çarpıtıyorum her şeyi. Her seferinde değişik oluyor ama aynı gün yaptığım resimlerin renkleri, desenleri birbirine benzer. İnsanlar bakınca anlıyor, “bu aynı zamanda yapılmış.” Yaptıklarımın hepsini de beğenmem. Beğenmediklerimi bir kenara kaldırıyorum, sonra üzerine tekrar devam ettiğim oluyor bazılarının.

Televizyondan bile esinleniyorsunuz. Çok değişik malzemeler kullanıyorsunuz…

Mesela hareketler... yüzün duruşu... Bazen pause'a alıyorum. Acayip bir takım kızlar oluyor bazen, onların resimlerini yaptım bir kaç sefer. Malzeme olarak ne bulursam ona yapıyordum; defter kağıtları, pürçük pürçük bir şeyler... Oğlum derdi ki, “Anne sana doğru dürüst karton alalım, onların üstüne yap.” İlk resim yaptığımda duvar kağıtlarına yaptım. Evde birkaç kere duvar kağıtları değişmişti. Oradan kalan parçaların üstüne yaptım; ilk yaptığım resimler öyledir, bunlardan ilk sergimi açtım.

Bütün ev atölye oldu. Artık gezilecek yer yok; arada toplamak zorunda kalıyorum. Kimi zaman bir şey kaybediyorum, iki gün sonra buluyorum. Kendine has bir karmaşa içinde günlerim geçiyor.

Bir sürü sergi açtım, 10-15 tane kadar; epey de resim satıldı. Ortaya bir ürün çıkarınca ondan para kazanmam gerekiyor. Çünkü cüzi emekli maaşım dışında başka gelirim yok.

Covid19 salgınının başladığı dönem nasıldı, resim çalışmalarınız nasıl etkilendi?

Salgının bu kadar büyük bir şey olacağını tahmin etmedim. Salgın haberi çıkmadan birkaç gün önce yemek yerken “Corona morona” dediler. “Corona, taç demek” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Turistler gelmeyecekmiş, diye konuşuldu, önemsiz bir şey gibi geldi. Ondan sonra birden bire Türkiye’de de, Dünya’da da müthiş bir süratle yayılınca, kapatma günleri oldu.

Tabi kapatma günleri ne yapacaksın? Benim için bir fırsat doğdu. Murat da -ben sıkılmayayım diye herhalde- bana boyalar yağdırdı, istediklerimi aldı. Kağıtlar, kartonlar… Ve bir resim yapmaya başladım; bir sene durmadan yaptım ondan sonra; artık ne aklıma gelirse… Hiçbir sıkıntı duymadım ve hiç de sıkılmadım. Eski şeyleri buldum onları kestim, kolajlar yaptım; olmadı, başka şeyler yaptım. Halen de yapıyorum. Günde 1 veya 2 resim yaparım; bazen iki günde 1, üç günde 1 resim yaparım. Bunlar o kadar çok birikti ki, tam bilemiyorum ama yüzlerce vardır herhalde.

Corona günlerinde çok kolaj yaptım. Annemin eski model mecmualarından model kızların resimlerini aldım. Onları günlerce kestim. Murat’ın ilk fotoğraf çalışmaları vardı bende 20 tane kadar. Murat’tan izin alarak onların üstüne benim kestiğim modelleri yapıştırdım. Benim çizdiğim şeyleri yapıştırdım. 20-25 tane de öyle resmim var. Onlar da çok güzel oldu, beğenildi.

O kadar güzel vakit geçiriyorum ki, çünkü tek bir şey yapmıyorum. Bazen günlerce kesiyorum; onlar birikiyor, yerlere düşüyor, topluyorum… Sonra onları yapıştırıyorum kartonların üstüne. Bazen beğenmiyorum, çıkarıyorum başka resim koyuyorum. Karışık teknik resimler de yapıyorum, kolaj gibi; dergiden kesilmiş modeller var, Murat’ın fotoğrafları var, benim çizgilerim var… Değişik şeyler oldu.

Bunlar o kadar çok oldu ki! Corona günlerinde yaptığım resmin haddi hesabı yok. Bazen karşıma koyuyorum; beğenmediklerim oluyor, onları değiştiriyorum. Bir bakıyorum ki, akşamüstü olmuş; hava kararmış. Bu dönemin bana bir nevi yardımı dokundu. Çünkü devamlı resim yaptım, devamlı… Her gün. Bir sene resim yaptım durmadan.

Yine malzeme çeşitliliği ve ürünler konusunda ilginç denemeleriniz de oldu sanırım...

Evde ne kadar ıvır kıvır varsa, kalmış bez parçası, kağıt parçası -onları ben hep saklarım, bir gün işime yarar diye- hep onlardan kullandım, çoğu resimlerde. Bir yaptığım resme cerrahi maskeler koydum, zamanın ruhunu yansıtmak üzere. Ardından maskelerden desenler yaptım. Maskeleri yapıştırıp üstlerine renkler koyarak bir tablo yaptım. Tel parçaları buldum, onları büktüm üstüne çiçekler koydum. Evde çekmeceleri karıştırıyorum, çeşitli şeyler buluyorum. Sırf resim yapmadım yani. Bir ara -onlar çok güzel oldu- sinek tellerinden hayvanlar yaptım. Onlar o kadar oldu zor ki... Eğip bükmesi zor bir malzeme idi. Bütün ellerim yara oldu, teller kesti ellerimi. Murat’ın eşi Sema bana eldivenler aldı, bu sayede devam edebildim. Bunlar üç boyutlu resimler aslında. Kuşlar, zürafalar, kediler… O tellerden 15-20 tane heykel yaptım. Bir bölümü Murat’ın Çiftehavuzlar’daki evinde, diğerleri de Kandıra’daki çiftliklerinde.

Pandemi sırasında hastalanmaktan korktunuz mu, aşı konusuna yaklaşımınız nasıl oldu?

Covid'den korkmadım. Çünkü zaten dışarı çıkmayı seven bir insan değilim. Evde çok zaman geçiririm. Covid olmadan evvel haftada 1-2 kere Muratlar'a gidiyordum, tek gittiğim yer orasıydı. Ardından eve geliyordum, yine resim yapıyordum.

Salgın patlamadan evvel de resim yapıyordum. Ama bu kadar her gün değil. Bu ara vakit bol, saatler geçmeyecek bir şey yapmasan...

Aşı olmaktan çekiniyordum, çünkü grip aşısı olmuştum -senelik grip aşısı olunuyor ya- ve ardından grip oldum. Bu Covid aşısı da çıkınca, biraz çekindim doğrusu; “acaba bana yine dokunur mu?” diye. Sonradan düşündüm; aptallık bu, saçmalık. Olmaya karar verdim. Sema götürdü, orada bekletiyorlar biraz, 20 dakika kadar… Hiç bir şey olmayınca rahatladım. Aşıya inanıyorum, başka çaremiz yok gibi görünüyor.

22 Mayıs 2021, Kadıköy/İSTANBUL