AYM'nin Can Atalay kararı: Hukuk(suzluk)la sınanmaya karşı durma bilinci

Edmund Burke "Ne zaman özgürlük ve adalet arasında bir ayrım yapılsa, her ikisinin de güvende olmadığını düşünürüm" der.

Neval Oğan Balkız*

Hukuk idesi; "eşitlik", "amaca uygunluk" ve "hukuk güvenliği" öğelerini barındırır. Bu öğeler; "insanının birey ve kişi olarak özgürlük, güvenlik ve eşitlik gereksinimlerinden" doğar. Bu gereksinimlerin gerçekleştirilmesini nihai amacı olarak belirleyen ve temel değerler olarak yüklenen devlet de; "hukuk devleti" diye tanımlanır.

Böyle bir devlette; özgürlük, güvenlik ve eşitlik devletin üç boyutunu oluşturur. Hukukun oluşturulması, kurum ve kuruluşların örgütlenmesi ve işletilmesi bu amaç temelinde gerçekleşir. Teorik ve pratikte genel bir kabul ve ideal bir durum olarak, liberal bir hukuk devletinde; “devlet gücü, anayasa ile yasal hale getirilmiştir. Bu gücün hukuki sınırlarını temel insan hak ve özgürlükleri çizer. Kuvvetler ayrımı (yasama, yürütme, yargı erklerinin birbirinden bağımsız ve eşit konumlarda, kanunlar çerçevesinde işlev görmesi) ilkesi uygulanır. Vatandaşlara eşit muamele yapılır. Tüm idari makamlar yasalara bağlıdır. Tüm bireylere devlete karşı yargı himayesi sağlanır. Devlet gücünün anayasaya ve yasalara karşı kullanılması halinde, bundan zarar görenlere tazminat hakkı verilir. Devletin alacağı her türlü önlem, “ölçülülük” ilkesine uygun olmak zorundadır.” “... en genel anlamıyla yönetilenlere hukuk güvenliği” sağlanmış durumdadır.

İnsanın özgürlük, güvenlik ve eşitlik gereksinimleri siyasette ise; özel alan, kamusal alan ve resmi alan olarak birimleşir. Düzen diye nitelenen siyasal eylem ve işlemler de; bu birimlerin kendi aralarındaki etkileşimleri ve birbirini belirleyici nitelikleri sonucunda ortaya çıkan siyasal yapılardan oluşur.  

Dolayısıyla modern anayasal devlette; devlet organlarını ve erklerini belirleyen, onların birbirinden farklılaşmasını sağlayan "hukuk" oluyor. İktidar hukukla, hukuka başvurarak örgütleniyor. Server Tanilli’nin deyimiyle “hukuk; bir yandan iktidarı örgütler, kurumlaştırır, yönetilenler gözünde meşru da göstermeye yarar”.  İktidar; hukuku/yasaları ve hukuk uygulamasından doğan yargı işlevini belirle(ye)mez ve denetle(ye)mez. Tam tersine, iktidarın işlevleri hukuk tarafından belirlenir ve denetlenir. Bu ilke; politikanın hukuku çelik ağların arasına alma girişimlerine karşı şeffaf, meşru bir koruma zırhı oluşturma anlamı taşır ve demokrasi açısından bir gerekliliği vurgular. Zira bu gereklilik; iktidarın hem yürürlükteki pozitif hukuka uygun olma ölçüsünde kanuniliğini sağlar. Hem de; toplumda belli bir zamanda yaygın olarak kabul gören "evrensel normlara" uygun yönetim biçimi olma ölçüsünde "meşruluğunu" temin eder. Böylece biri hukuksal (kanunsallık), diğeri sosyolojik (meşruiyet) olan iki koşulun bir arada gerçekleşmesine olanak yaratır.

Friedrich Pollock, hukukun bu özelliğini; "vücut için kemikler neyse, siyasal kurumlar için de hukukun önemi odur”. Şeklinde tanımlar. Pollock, hukukun siyasal, ekonomi-politik özelliğini açıklarken de; “hukuk, bir bakıma toplumun egemen ideolojisini hem yansıtır; hem de bekçiliğini yapar. Birey, grup ve sınıflararası ekonomik, sosyal ve siyasal çıkar çatışmalarının bir sonucu, daha doğrusu geçici dengesidir" der. Marks’a göre de; “hukuksal ilişki, kendisinde ekonomik ilişkilerin yansıdığı bir iradeler ilişkisinden başka bir şey değildir”.

Bu durumda şu sorular gündeme gelecektir. Hukuk; birey, grup ve sınıflararası ekonomik, sosyal ve siyasal çıkar çatışmalarının bir sonucu, geçici bir dengesi ise ve bu denge; bir kısım bireyler, gruplar veya sınıfların lehine veya aleyhine bozuluyorsa ne olacaktır? Ya da; bir iradeler ilişkisi olan hukuksal ilişkide, (egemenliği kullanan) irade belirleyici oluyorsa, sonuçları ne olacaktır? 

“Can Atalay dosyasında” olanlar olacaktır!

Ne olmuştu?

Can Atalay, Gezi Parkı eylemleri dolayısıyla İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nce zorla hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs suçundan 18 yıl hapis cezasına mahkûm edilmişti. Karara karşı İstinaf Mahkemesinin onayından sonra Yargıtay’a başvurulmuştu. 

Dosya 3. Ceza Dairesi’nin incelemesinde iken 14 Mayıs 2023’te Atalay, milletvekili seçildi.

Anayasanın 83. maddesi uyarınca dokunulmazlık kazanması nedeniyle Yargıtay’dan yargılamanın durdurulması ve tahliyesi istendi. Mahkeme, Anayasanın 83/2 maddesine göre (suçun Anayasanın 14. maddesinde sayılan durumlarla ilgili olması, suçun soruşturmasına seçimden önce başlanılması kaydıyla) anayasal düzene karşı suç işlenmesi halinde seçimden önce soruşturmasına başlanılması nedeniyle Atalay hakkında dokunulmazlığın kaldırılmasına gerek olmadığı gerekçesiyle, Atalay’ın yargılamasının durdurulması ve tahliye istemini reddetti. Bu ret kararına karşı 20 Temmuz 2023’te Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuruda bulunuldu. Dava bireysel başvuru incelemesi aşamasındayken 28 Eylül 2023’te Yargıtay hükmü onadı.

Anayasa Mahkemesi, 25 Ekim 2013 tarihli kararı ile “Anayasanın 14. maddesinin genel bir ilke koyduğu, hangi suçların madde kapsamına girdiğini belirtmediği, kişilerin işledikleri fiiller dolayısıyla kendilerine ne yapılacağını öngöremedikleri, suçun tarifinin açık ve kesin olmadığı, mevcut haliyle 14. maddenin mahkemelere suçu belirleme yetkisi verdiği, özgürlüklerin anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılamayacağı, özgürlüğü sınırlama yetkisinin 13. madde uyarınca parlamentoya ait olduğu, parlamentonun harekete geçerek anayasanın 14. maddesi doğrultusunda düzenleme yapması gerektiği, suç ve cezaların kanuniliği ilkesi ihlal edildiği için seçilme ve siyaset yapma, özgürlük ve güvenlik haklarının ihlal edildiğini” kabul etmiş; ihlalin ortadan kaldırılması, yeniden yargılama yapılması, infazın durdurulması, tahliyenin sağlanması, yeniden yapılacak yargılamada durma kararı verilmesi gerektiği kanaati ile dosyayı İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, AYM Kuruluş ve Yargılama Usulleri H.K. kanunun 50. maddesini gerekçe göstererek bireysel başvuruya konu ihlal kararını Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin verdiğini, onama ile davayı nihai karara bağladığını, yeniden değerlendirme yetkisinin yüksek mahkemeye ait olduğu gerekçesiyle dosyayı 3. Ceza Dairesi’ne gönderdi. (Bu gönderme kararı hukuka aykırıdır. Yargıtay hukuki denetim yapan yüksek mahkemedir. Yargılamayı yeniden yapma yetkisi yoktur. Bu nedenle ağır ceza mahkemesinin gönderme kararı “yokluk” ile sakat bir işlemdir. Yoklukla sakat işlem her zaman geri alınabilirdi.) 

Daire, (08 Kasım 2023 tarihli) kararında Anayasanın 83/2 ve 14. maddelerine göre seçimlerden önce anayasal düzene karşı suç işlemiş ve hakkında soruşturma açılmış milletvekillerinin dokunulmazlıklarının bulunmadığı, 14. madde kapsamına giren suçları soruşturma ve kovuşturma makamlarının belirleyebileceği, TCK’nin 312. maddesinde düzenlenen hükümeti yıkmaya teşebbüs suçunun da madde kapsamında olduğu, bu nedenlerle yasama dokunulmazlığından faydalanamayacağı, Anayasanın 76 ve 84/2 maddeleri uyarınca milletvekilliğinin düşürülmesine, ayrıca mahkemelerinin 28 Eylül 2023 tarihli kararı ile hükmün onandığı, kesinleşen hükmü artık AYM’nin inceleme yetkisinin olmadığı, AYM’nin süper temyiz makamı olmadığı, yetkisini aştığı, böylece anayasayı ihlal ettiği gerekçeleriyle AYM’nin kararına uyulmamasına, TBMM’ye milletvekilliğinin düşürülmesine ilişkin yazı yazılmasına, AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunulmasına karar vermişti. 

'Hukuki değerden yoksun kararı ilemilletvekilliğinin düşürülmesi işlemi, yok hükmünde!'

Bu karara karşı yapılan başvuru üzerine, AYM’nin 1 Ağustos 2024 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanan kararında; Yargıtay 3.Ceza Dairesi'nin, Atalay ile ilgili hak ihlali kararını uygulamamasına ilişkin kararın mahkumiyet kararı değil, Türk hukukunda verilmesi mümkün olmayan, anayasanın tamamen dışında kalan ve hukuki dayanağı bulunmayan hukuki değerden yoksun bir “yazı” olduğuna, bu nedenle TBMM Genel Kurulu’nda okunan hukuki değerden yoksun bu karar ile milletvekilliğinin düşürülmesi işleminin de yok hükmünde olduğuna karar verdi. Kurum ve kuruluşlara da hukuk dersi niteliğinde hatırlatmalar yaptı:

"Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararından sonra kararın hüküm fıkrasında belirtildiği şekliyle ihlale yol açan kararın ortadan kaldırılması anayasal bir zorunluluktur. Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararları yol gösterici veya tavsiye niteliğinde olmayıp bağlayıcı ve gereğinin yapılması konusunda otoritelere takdir hakkı bırakmayan kararlardır. Bu kapsamda derece mahkemelerinin takdir yetkisi bulunmamaktadır. Sadece mahkemeler değil diğer kamu otoriteleri de ihlal kararının gereğini yerine getirmek, ihlali gidermek ve ihlalin sürmesini önlemekle yükümlüdür" dedi!

Bu koşullarda derhal; seçilme ve siyasi faaliyette bulunma, özgürlük ve güvenlik haklarının ihlal edildiği farklı tarihli kararla saptanmış olan Atalay hakkında, TBMM yeniden toplanmalı ve milletvekili olarak yemin etmesi ve görevine başlaması sağlanmalı, ihlallerin giderilmesi yönünde mahkûmiyet hükmünün infazı durdurulmalı, ceza infaz kurumundan tahliyesi sağlanmalı ve yeniden yapılacak yargılamada durma kararı verilmelidir. 

Hukukun ve AYM kararının gereğini savunmak bir kişi ve partiyi savunmak değildir!

Anayasa Mahkemesi kararının yerine getirilmesini savunmak, "Can Atalay'ı ve partisini savunmak" değildir! 
Anayasadan arındırılmış, adeta anayasa dışına çıkarılmış bir devlet yapısı; anayasal parlamenter demokrasi niteliğinden bütünüyle arındırılmaya çalışılan bir yönetim sistemi; etkisiz ve geçersiz kılınmış kuvvetler ayrılığı ilkesi; insan hak ve özgürlüklerini oluşturan öncül ve ilkelerinden, bunların güvencesini oluşturan kural ve mekanizmalardan arındırılmış bir hukuk ve adaletten arındırılmaya çalışılan bir yargı işlevinin yaratıldığı koşullarda; hukuk devleti ve hukuk güvenliğini, diğer bir deyimle anayasanın uygulanmasını, hukukun üstünlüğünü, Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığını ve yargısal karar hiyerarşisini, bu anlamda bağımsız tarafsız yargı güvencesini, temel hak ve özgürlüklerin herkes için ayrımsız şekilde korunmasını, seçme seçilme hak ve özgürlüğünün yerine getirilmesini savunmaktır. 

AKP’nin toplumda, hasımlar arasındaki bir siyasal cepheleşme olması gerekirken, iyi ve kötü arasındaki ahlaki bir karşıt olma, bir mücadeleye dönüştürdüğü biz/onlar ayrımında, “onlar” sayılan muhalif kesimleri sindirme, Ceza Hukukçusu Günter Jakobs’un tanımıyla; düşünceyi sorgulamaya, bu sorgulamadan yapılan çıkarımlara dayalı niyet saptamalarına göre “tehlikenin önlenmesine/ bertaraf edilmesine” yönelik olan “düşman ceza hukukunu” uygulama keyfiliğine karşı durmaktır! Bütün istediği iyi ya da kötü, kendi kişiliği, kendi hayatı ve şahsi onuru olarak gördüklerini korumak olan sıradan yurttaşı bile, tüm zamanlarını bunun için ‘sürekli bir savunma hali’ içinde geçirmek zorunda bırakan paradigmaya hayır demektir.

Edmund Burke "Ne zaman özgürlük ve adalet arasında bir ayrım yapılsa, her ikisinin de güvende olmadığını düşünürüm" der.

Bu anlamda da, hukuksuzluğa karşı durma bilinci, adalete ve eşitliğe dayalı, “özgürlük” ve “adaletin” güvende olduğu bir toplumsal yapıyı oluşturma ve sürdürme sorumluluğunu yerine getirme eylemliliği, bireysel ve toplumsal özgürlük için yeni olanaklar oluşturma arayışıdır.

*Hukukçu/Akademisyen