Ayaktopu makus talihini nasıl yenecek? Kuntz gelecek dertler bitecek!

Futboldaki patron tahakkümü ve sağcı-gerici siyasetin işgalinin geldiği son radde tam da bu. Türkiye’de futbol bir patronlar faaliyeti, TFF yok Limak var.

İsmail Sarp Aykurt

Haberlere bakıyoruz ve yine aynı başlıklarla sınanıyoruz. Futbol kulüplerinin mali sorunları, yanlış transfer politikaları, geleneksel başarısızlıkları, hedef tahtasına konan hakemler ya da ülke futbolunun bir klasiği hâlini alan antrenör kıyımları... Zerre azalma yok. Bir de üstüne futbolun değişmeyen muşmula sıfatlarına maruz kalmaya devam ediyoruz.

Burada biz mi mağdur durumdayız yoksa Türk futbolu mu diye soramadan edemiyor insan. Güya antrenör transferi üzerinden futbol tartışması yaparken yerel fukbol takımları kötü yönetimden ve parasızlıktan batıyor o sırada. Gerisi hep kahır.

Başarısızlık mı var? Gönder Ali’yi getir Veli’yi ama kahır devam etsin hep. Sürekli kurtarılmaya ihtiyaç duyan, kurtarmaya gelenlerin ‘kahraman’ kurtaramayıp gidenlerin ‘hain’ ilan edildiği, başarısızlığa yazgılı bir futbol öykümüz var bizim.

Kurtarıldıkça batıyor, battıkça kurtarılıyoruz!

Derinlemesine tarih karıştırmaya gerek yok belki ancak bu kurtarılma merasiminin orijini biraz eskidir.

Geçenlerde, 6-1’lik Hollanda maçından sonra yine yazılmıştı, “80’li yıllara geri döndük” diye. Doğru, 80’li yılların başka saiklerle fakat yeniden üretildiği yılları yaşıyoruz da biz niye bu kadar havaya giriyoruz?

Kabul edelim, ülke futbolunun yapısının bu kadar hasarlı ve kırılgan olması, defolar içermesi, girilen kısır döngünün bir türlü aşılamaması, karanlık 12 Eylül darbesinin tortularının ve torunlarının, Özalist liberal dayatmaların, özelleştirmelerin, patronlara hizmete dayalı sistemin ve sağ-gerici siyasetin alanını genişletmesinin bir sonucudur.

Patlatılmayan balonun daha da şişirilmesidir olan...

O yüzden, futbol düzenini topyekûn sorgulamayan her hamlede geriye itiliyoruz. Kimi zaman maç kazansak da orta vadede nesil ve akıl yitimi ile törpüleniyoruz.

İlerleyemiyorsak yerimizde sayalım bari diye bir seçenek yok; bulunduğumuz konumdan gerileme diye bir gerçek var, yüzleşmek istemediğimiz.

Yuvarlanıp gidiyoruz...

O zaman, hemen ve yeniden “antrenör ilanı” veriyoruz.

Yılmaz Vural’ın “illa yabancı olacaksa benim de Alman pasaportum var” diye yankılanan sesine inat yabancı antrenör modasının yeniden alevlendiğine tanıklık ediyoruz. Masaya “Alman kartı”nı sürüyoruz; “TFF, Stefan Kuntz ile 3 yıllık anlaşmaya vardı. Yanına Türk yardımcı antrenör aranıyor…” Elde kart kalmamış ama ödünç aldığımız, aşırdığımız kartlarla futbolu yaşatmaya yelteniyoruz.

Ayrıca henüz Kuntz, “bir anlaşma yok” dese de mevzu başka tartışmalar açmaya aday görünüyor. En çok TFF sözleşmesini ve ücret-prim-performans şeytan üçgeninin bağlamını merak ediyor, Kuntz’un ülkeye girişi ile futbolda “bilim ithali” beklentimizin ne kadar karşılık göreceğini düşünüyoruz.

“Aranan kan Kuntz” başlıklarını da hasretle bekliyoruz. Büyük bir işsizlik furyasının ortasında ve “futbol ülkesi” Türkiye’de “prezentabl” antrenör bulamıyoruz.  “Yerli ve milli” demagojisi ile çöken futbolumuzda yeni bir tartışma başlatmış da oluyoruz ayrıca. Yerli antrenörün TFF’yi ve kirli çamaşırlarını deşifre edeceğinden mi korkuluyor, yoksa ahbap çavuş kapitalizmine biat etmeyeceğinden mi bilmiyoruz.

Tartışma esası ıskalıyor hep. Son 10 senede vergi ve harç indirimlerinden en çok yararlandırılan şirketlerden, yağmacı Limak’ın sahibi, patron TFF başkanından futbolu kurtarmasını mı bekliyoruz?

Türkiye’de futbol, Ali-Veli kavgasını aşamamış, patronlara rehin bırakılarak amorf bir yapı hâline çevrilmiş ve keyiften çok kahıra dönüşmüştür.

Bu futbol düzenini düzeltecek her öneri çocukça. Çünkü Türkiye’de futbol, yangından ilk kurtarılacaklar listesinden çıkarılalı çok oldu. Futboldaki patron tahakkümü ve sağcı-gerici siyasetin futbolu işgalinin geldiği son radde tam da bu. Türkiye’de futbol bir patronlar faaliyeti, TFF yok Limak var.

O yüzden Kuntz ile “milli takımda yeni bir sistem geliştirileceği” vaadinin boşa çıkması çok zaman almayacak. Her yolu deniyor, başarısız oluyor, yeniden aynı şeyleri deniyor ve sonunda bu başarısızlıklar silsilesinden bir yerli ve milli şuur çıkarmaya çalışıyor futbolu yönetenler. Ustalaştıkları tek şey her seferinde başarısız olup, kaseti başa sarmaktan ibaret.

Tam da bu sebeple, işe en radikal olandan başlamak şart. Futbolu kurtarmamız için önce ülkeyi ve geleceğimizi kurtarmamız gerekiyor. Ve bu radikal başlangıç, bir antrenör değişimini değil, topyekûn bir sistemin değişimini, bir toplumcu fikri vadediyor.

İşte o gün geldiğinde kendimizi “kazanmış” sayabiliyoruz. Halkın olanı halka vermekle başlayacak her şey!