Türkiye’nin gündemi şiddet ve çeteler. Sedat Peker, “Türkiye Meksika olacak” diyor. İddia ne kadar gerçek? Meksika’daki mafya gerçeğinin altında ne yatıyor?
Serap Emir
Eskiden beri sokaklarda çetelerin çatışma haberlerine klişe tepkimiz, “Türkiye Teksas mı olacak” şeklindeydi.
Sokak çetelerinin şiddeti öyle bir boyuta vardı ki, artık biraz alaycılıkla yapılan “Teksas” benzetmesi, yerini ciddi bir karşılaştırmaya bıraktı.
Suç örgütü lideri Sedat Peker geçtiğimiz günlerde Sözcü gazetesinden Saygı Öztürk’e verdiği mülakatta “Böyle giderse Türkiye Meksika olacak” dedi.
Peker, mülakatta uzun uzun toplumdaki çürümeden bahsediyor, gençlerin çetelere katılmasının yoksulluktan kaynaklandığını anlatıyor ve devleti önlem almaya çağırıyor.
Bunları söyleyen bir sosyolog değil, suç örgütü lideri… Bugüne kadar sayısız insanın yaşamını karartmış, kürsülerden halkın bir kesimine karşı “oluk oluk kan akıtma” tehdidini savurmuş, eli kanlı bir mafya, Meksika’daki kartellerin ne kadar çok insan öldürdüğünden, “Türkiye’yi bekleyen tehlikeden” bahsediyor.
Devletsiz çete mi olur, ‘racona ters’...
Suç örgütü lideri Peker, devleti suç örgütlerine karşı önlem almaya çağırıyor.
Bu durum, ilk başta çelişkili gelebilir, ancak anlaşılır bir tarafı var: Peker’in suç dünyasında yükseldiği yıllarda kendisininki de dahil olmak üzere bütün büyük çeteler devlet eliyle beslendi, büyütüldü, silahlandırıldı. Kadrolar MHP’nin gençlik örgütlerinden, “vatan delisi” genç faşistlerden devşirildi, ABD’nin kontrgerilla faaliyetleri kapsamında özel olarak eğitildi ve bu ülkenin devrimci, yurtsever gençlerinin üzerine salındı, bu ülkenin aydınlarını, gazetecilerini suikastlerle katletti.
Devlet ne zaman ihtiyaç duysa, silahları bellerinde hep el altında oldular. Devlet koruması sayesinde hızla büyüyüp mafyalaştılar. Devletin mafyası oldular.
Nitekim devlet ve iktidarla bu içli dışlılık hep sürdü. Daha düne kadar Peker’in kendisi de, şimdi çok rahat olduğunu söylediği Dubai’ye kaçmadan önce, devlet adına AKP için mitingler yapıyordu.
Şimdilerde İstanbul başta olmak üzere büyük kentlerin yoksul mahallelerinde onlarca farklı çete peydah olmuş durumda: Barış Boyun, Daltonlar, Red Kitler… 1
Evet, bunların da bellerinde silah var, bunların da uyuşturucu pazarı var, bunlar da adam öldürüyor ama henüz devletle bağları Peker kuşağı mafyaları kadar güçlü değil.
İşte Peker’i düşüncelere sevk eden, bu tablo. Devletsiz çete mi olur, “racona ters”… Peker’in Türkiye Meksika olacak derken asıl işaret ettiği tehlike bu, ve uyarısının muhatabı da devlet.
“Türkiye Meksika olacak” ifadesini Peker’in zikretmesi şaka gibi. Ancak iddianın kendisi tartışmaya değer.
Meksika’daki suç örgütleri ne zaman ortaya çıktı? Nasıl güçlendiler? Ne kadar yaygınlar? Türkiye’de de benzer bir noktaya gider miyiz?
Meksika: Güzel mutfak, sarı toprak bir de hasır şapka
Meksika bize uzak bir ülke, kolay kolay gidip görebileceğimiz bir yer değil. Biz Meksika’yı filmlerden, ülkemizde de yayılan dünyaca ünlü mutfağından biliyoruz. Bir de yine Meksika dendiğinde zihnimizde canlanan bir Meksika köylüsü var: Yüksek hasır şapkalı, elinde gitarı, sarı bir arazinin ortasında gülümseyip şarkı söyleyen tombul bir insan…
Bunlar bizim ortak aklımızdaki Meksika motifleri. Ama biraz daha yakından tanıyayım, arama motoruna bir yazayım derseniz Meksika’yı, karşınıza ilk çıkanlar bunlar olmayacak. Kartellerin işlediği cinayet haberleriyle, gazeteci ve siyasetçi suikastleriyle, toplu mezarlar gerçeğiyle karşılaşacaksınız.
Ve biraz daha derine indiğinizde aklınızda neşesiyle kalan o Meksika köylüsünün, tam da karteller yüzünden Meksika’nın belki de en yoksul, en çaresiz ve en yüzü gülmeyen kesimi olduğunu göreceksiniz.
İspanyolların ‘medeniyet’ zehri ve Çinlilerin afyonu
Meksika, Türkiye gibi gelişmiş bir ülke. Latin Amerika’nın Brezilya’dan sonra en büyük ikinci ekonomisine sahip. Dünyada Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYH) sıralamasında yeri Türkiye’den hemen sonra, 13. sırada.2
Ama son 30 yıldır yüzbinlerin ölümüne neden olan kartelleriyle, dünya uyuşturucu üretimindeki ve trafiğindeki yeriyle gündeme geliyor.
Meksika eroin, esrar ve metamfetamin gibi uyuşturucuların en çok üretildiği ülkelerden biri. Ek olarak, eroinden çok daha güçlü ve çok daha kolay üretilebilen fentanil bazlı sentetik uyuşturucuların üretiminde de Çin’le birlikte başı çekiyor. Aynı zamanda başta Kolombiya’dan gelen kokain olmak üzere, çeşitli uyuşturucuların ABD’ye taşınmasında bir koridor, transit ülke konumunda.
Tüm bu uyuşturucu üretimi ve trafiği, Meksika’daki karteller aracılığıyla gerçekleştiriliyor. Karteller bir yandan ülkeyi ve insanları uyuştururken, bir yandan da ölüm saçıyor, Meksika’daki yaşamı ellerinde tutuyor.
Peki Meksika nasıl bu hale geldi? Son 30 yılda neler oldu? Uyuşturucu hep mi vardı Meksika’da?
Aslına bakarsanız hayır… Meksikalı yerlilerin esrardan, afyondan haberi bile yoktu. Dini törenlerde halüsinojenik etkileri olan mantarlar ve kaktüsler kullanıyorlardı. Ne zaman ki İspanyollar işgale geldi Meksika’ya, işte o zaman Meksikalı yerliler esrarla tanıştılar. Giderken geride yalnızca büyük bir yıkım değil, aynı zamanda medeniyetlerinin zehrini bıraktılar: esrar.
Afyonla ise 19. yüzyılda madenlerde ve demiryollarında çalışmak için ABD’ye göç eden Çinliler aracılığıyla tanıştılar. ABD, 1914’te Harrison Yasası’yla afyon, morfin ve kokainin tıbbi olmayan tüm kullanımını yasaklayınca, bunları üreten Çinli göçmenler sınırın hemen güneyindeki Meksika’ya Sinaloa eyaletine yerleştiler.
1920’lerin başında Sinaloa’da Çinlilere karşı başlayan nefret ve ayrımcılık, 1927’de sınır dışı edilmelerine kadar sürdü. Çinli haşhaş üreticileri Sinaloa'dan kovulduktan sonra, uyuşturucu üretimi kırsal kesimdeki Meksikalı çiftçilere kaldı. Sinaloa eyaleti başta olmak üzere Çinlilerin o zaman göç ettikleri noktalar, bugün Meksika kartellerinin en etkin oldukları eyaletler.
Amerikalı kaçakçılar Meksika’yı keşfetti
Meksika açısından bir diğer kötüye gidiş de ABD’nin alkollü içkileri ve esrarı yasaklamasıyla oldu.
ABD’li denince genelde gözümüzün önüne beyaz tenli, sarışın, kırmızı yanaklı insanlardan önce Çinli, Afrikalı, Koreli, Filipinli, Hindistanlı çeşit çeşit insan yüzleri gelir. Çünkü ABD, bir göçmenler ülkesidir.
Göçmenlerin olduğu yerlerde yoksulluk vardır, hor görülme, dışlanma vardır. İtilip kakılan göçmenler de birbirlerine tutunurlar, içlerine çekilip kendi mahallelerini kurarlar. O mahallelerde yoksulların, ezilenlerin, dışlanmışların öfkesi birikir. Ve önlerinde iki seçenek vardır bu insanların: Ya öfkelerini kendilerini yoksulluğa mecbur edenlere yöneltecekler, devrimcileşecekler; ya da öfkeleriyle başka yoksulların, ezilmişlerin canını yakacaklar, çeteleşeceklerdir.
Güçlü bir devrimci öznenin yokluğunda genelde ikinci seçenek hayata geçer. ABD’de de böyle oldu. Dünyanın farklı yerlerinden ülkeye akın eden göçmenler kendi gettolarında çeteleştiler, uyuşturucu ve kaçakçılığa başladılar; mafyalar ortaya çıktı.
ABD, 1919'da alkollü içkileri, 1933’te de esrarı yasaklayınca, ABD’li mafyalar kaçakçılık yapmak için tedariği en kolay yapabilecekleri, hemen güney sınırlarındaki Meksika’ya yöneldiler. Kilolarca esrar, afyon, litrelerce alkol sınırın güneyinden kuzeyine bu mafyalar aracılığıyla akmaya başladı.
Bu akış, Meksika’daki pazarı hızla büyüttü, mesleği Çinlilerden devralan Meksikalı afyon üreticilerinin hızla sermaye biriktirmesine yol açtı. Buna bir de 2. Dünya Savaşı boyunca ABD’nin Avrupa’dan morfin tedariğinde sıkıntı yaşaması da eklenince, Meksika bu talebi karşılayabilmek için bir dönem uyuşturucu üretimini kontrollü olarak yasallaştırmak zorunda kaldı.
Amerikalı mafyalar kumarhanede, Meksikalı karteller ticarette akladılar
1970’lere kadar uyuşturucu kaçakçılığı Meksika’da genelde aile işi olarak sürdü. Ancak 70’lerden sonra ABD’den gelen talep daha da artınca, Kolombiyalı uyuşturucu kaçakçılarıyla ittifaklar kuruldu, iş giderek büyüdü.
Zamanla Meksika, hem bir uyuşturucu üreticisi hem de Kolombiya kokaini için bir koridor haline geldi. Bugünkü belli başlı kartellerin ortaya çıkması da bu döneme denk düşüyor. 80’lerde ABD’ye kokain ve esrar göndermek için kurulan Guadalajara karteli, ABD pazarına akan kokainin yüzde 90'ını sağlıyor ve yılda yaklaşık 5 milyar dolar kazanıyordu.
Zamanla bu ticaretten milyoner olan Amerikan mafyaları, kara parayı aklamak için kumarhaneler kurdular, servetlerini buraya yatırdılar. Sermaye biriktiren Meksikalı karteller de kirli paralarını ticarette akladılar. Kereste ticareti, demir ihracatı, petrol ticareti, inşaat… Karteller piyasada önemli oyunculara dönüşüyor, bu arada yatırım yaptıkları kırsaldaki kontrollerini de giderek artırıyor, devletleşiyordu.
70’ler petrol krizi ve Washington uzlaşısı
70’lerde yaşanan petrol krizi Latin Amerika ekonomilerini ABD’den çok daha kötü vurdu. Meksika’da işsizlik fırladı, ekonomi dibe vurdu. Meksika devleti kredilerin faiz ödemelerini yapamayacağını duyurdu. En büyük 13 ABD bankası 60 milyar dolarlık riskle karşı karşıyaydı.3 Bu da toplam sermayelerinin %48’ini kaybetmeleri demekti, göze alınması mümkün değildi. Ayrıca Meksika batarsa Latin Amerika’nın geri kalanı da batardı ve bu da uluslararası finansal kriz demek olurdu.
Bunu engellemek için ABD milyarlarca dolarlık kredi ve borç paketi hazırladı ve resmi olmayan bir moratoryum düzenledi. Dünya Bankası ve IMF, Meksika Amerikan bankalarına borcunu ödeyebilsin diye acil kredi paketi çıkardı.
Bunun karşılığında Meksika’ya “Washington Uzlaşması” dayatıldı. Kamu hizmetleri özelleştirilecek, hükümetin sosyal programlarında kesinti yapılacak, yabancı yatırımcıya ekonomide daha geniş bir yer ayrılacaktı.
Tanıdık geldi değil mi? Çünkü artık 80’lerde, “neoliberal” dönemdeyiz.
80’ler: ‘La Década Perdida’ veya ‘Kayıp 10 Yıl’
Türkiye nasıl Özal’ın icracısı olduğu 24 Ocak Kararları’yla Soğuk Savaş sonrası dünyaya eklemlendiyse, Meksika da Washington Uzlaşısı’yla neoliberal modele eklemlendi. Türkiye’de bu programı Turgut Özal uyguladı, Meksika’daysa Carlos Salinas de Gortari.
Gortari’nin uyguladığı politikaların emekçilere yansıması şöyle oldu: Temel kamusal hizmetler özelleştirildi, ücretsiz sağlık ve eğitime erişim ortadan kalktı. Kamu işletmeleri özelleştirilince toplu sözleşmeler iptal edildi, yan haklar kaldırıldı, "esnek" çalışma rejimi getirildi.
İşçiler haliyle tepki gösteriyordu, hızla işçi sendikalarına karşı devlet destekli militan gruplar sahaya sürüldü. Ücretler hızla düşerken, süt, tortilla, benzin, elektrik ve toplu taşıma fiyatları fırladı. Ve üstüne temel gıda maddelerindeki devlet sübvansiyonları kaldırıldı.
Bu dönem boyunca 800 bin işletme battı ve mülksüzleştirilmiş çiftçiler kent merkezlerine akın etti. Bu yüzden 1980'ler Meksika’nın hafızasına “La Década Perdida” veya "kayıp on yıl" olarak kazındı.
NAFTA ve topraksızlaştırılan Meksika köylüleri
Hani yazının başında demiştik, zihinlerimizdeki imgenin aksine Meksika’nın belki de en yüzü gülmeyen kesimidir köylüler diye. İşte şimdi bunun neden böyle olduğuna geliyoruz.
Meksika Başkanı Carlos Salinas de Gortari, sadece büyük kamu işletmelerini ucuz fiyatlara satmakla kalmadı, Meksika’yı ülkede ABD lehine serbest ticaret bölgeleri yaratan NAFTA’ya soktu. NAFTA ABD, Meksika ve Kanada arasında imzalanan, bu ülkeler arasında serbest ticaret bölgeleri kurulmasını öngören bir anlaşma.
ABD Başkanı Bill Clinton’ın Meksika’yı NAFTA’ya almak için bir koşulu vardı: Meksika Devrimi'nin başlıca mirası olan ve anayasal güvenceyle korunan tarım reformlarının geri alınması. Meksika Başkanı Salinas kabul etti, 94’te imzalar atıldı ve çiftçilerin ortak üretim yaptığı komünal topraklar (ejido) artık bölünebilir ve özel mülke dönüştürülebilir hale geldi.
Burada durulamazdı; temel mahsullerdeki devlet alımları, tarımsal ithalatlardaki tarifeler ve kotalar kaldırıldı. Küçük ölçekli çiftçileri destekleyen sübvansiyonlar silindi. NAFTA’nın yürürlüğe girmesinden itibaren 6 yılda 2 milyon çiftçi topraklarını terk etti.
Yine NAFTA ile Meksika ve ABD arasındaki ticaretin serbestleştirilmesi ve kolaylaştırılması, sınır ötesi trafiği önemli ölçüde artırdı ve kuzeye doğru giden malların arasında uyuşturucuların sokulmasını daha da kolaylaştırdı. Serbest Ticaret Bölgeleri (maquiladoralar) tarifelerden muaf tutulduğu ve düşük denetime tabi oldukları için, Meksikalı kaçakçılar bu bölgelerden fabrikalar satın aldı ve bunları lojistik cephe olarak kullandı.
Bu koşullarda Meksikalı köylüler için ABD’nin tarım şirketleriyle rekabet etmek imkansızdı. Şehirde iş bulmaksa bir o kadar zordu. Birçok çiftçinin hayatta kalmak için tek çaresi vardı: büyüyen esrar ve haşhaş pazarında işçi olmak.
Böylece ABD emperyalizmi ve işbirlikçi yöneticileri yüzünden çaresizliğe, açlığa itilen yüz binlerce Meksikalı çiftçi, uyuşturucu çetelerinde üretici, silahlı adam, paketleyici, şoför, muhafız ve seyyar satıcı olarak işe girdi ve hayatları mahvoldu.
Zenginliğin ve girişimciliğin yüceltilmesi, uyuşturucu baronlarını toplumun gözünde meşrulaştırmaya hizmet etti. Ülkede milyonerler ve gangsterlerden oluşan yeni bir zenginler sınıfı doğdu. 1987'de Forbes milyarder listesinde yalnızca bir Meksikalı varken, Salinas 1994'te görevden ayrıldığında 24 kişi vardı.
ABD’nin ‘uyuşturucuya karşı savaş’ doktrini
90’lar boyunca ABD emperyalizmi Meksika’yı yalnızca NAFTA ile teslim almadı, bir de o dönemki dış politika doktrini olan “War on Drugs” (Uyuşturucuya Karşı Savaş) vardı.
71’de Nixon “Uyuşturucuya Karşı Savaş” doktrinini başkanlık kürsüsünden şöyle duyuruyordu:
“Bu düşmanla savaşmak ve onu yenmek için yeni, tam kapsamlı bir saldırı başlatmak gerekiyor. ... Bu dünya çapında bir saldırı olacak. ... Hükümet çapında olacak ... ve ülke çapında olacak.”
19’uncu yüzyılın sonunda ABD, Amerika kıtasının kalanına müdahale etmenin zeminini “Monroe Doktrini”yle ilan etmişti. 20’nci yüzyılda aynı hedef için yeni bir doktrin ilan edildi. ABD yaklaşık 40 yıl boyunca bu doktrine dayanarak dünyanın farklı coğrafyalarına askerlerini, silahlarını soktu.
Nasıl 2000’lerde Irak’a, Afganistan’a ve birçok Latin Amerika ülkesine ordusu ve silahlarıyla “demokrasi” götürdüyse, bu dönem de “uyuşturucunun olmadığı bir yaşam” götürmek için darbelere, katliamlara imza attı.
Bu politikanın hedefindeki ülkelerden biri de en başından beri Meksika’ydı. Meksika, 1910’daki Meksika Devrimi’nden itibaren kıtadaki diğer ülkelere göre sosyal devlet politikalarının daha baskın olduğu bir yerdi.
1986’da Reagan uyuşturucuya karşı savaş doktrinine hız vererek ABD yardımlarını, ABD’nin uyuşturucu politikalarıyla eksiksiz bir işbirliği ve uyum şartına bağladı. Kongreden geçirilen yasaya göre, uyuşturucuya karşı ABD’nin dayattığı adımları atmayan ülkeler, IMF ve Dünya Bankası da dahil tüm dış yardım programlarından çıkarılacaktı.
1994-2000 arasında Meksika devleti ve yöneticileri, Uyuşturucunun Kontrolü için Ulusal Program adı altında 5 yıllık planlar oluşturdu; bu planlarla ABD’nin gözüne girmek için devleti militarize etti, ordunun her alandaki ağırlığı arttırıldı. Tüm bu militarizasyon halka “çetelerle mücadele” diye tanıtıldı, ancak polis şiddeti asıl komünistler başta olmak üzere toplumsal muhalefete karşı kullanıldı.
Bunun en çarpıcı örneği Zapatista Ayaklanması’dır. 94’te NAFTA anlaşmasının mülksüzleştirdiği ve ezdiği Meksikalı köylüler, Zapatistaların öncülüğünde bir ayaklanma başlattı. 12 gün süren ayaklanma, devletin kartellere karşı kurduğunu söylediği özel silahlı gruplar tarafından bastırıldı.
Niye önemliydi bu? Çünkü bu ayaklanmayı bastıran devletin silahlı milislerinden GAFE olarak bilinen Özel Kuvvetler Hava Mobil Grubu’nun komutanı, Zapatistaları bastırdıktan sonra 30 adamı ve tüm askeri cephanesiyle birlikte Gulf karteline katıldı. Bir süre sonra da onlardan ayrılarak Los Zetas kartelini kurdular.
Kontr-mafya, mafya oluyordu. Günümüzde dahi süren bir eğilim bu.
Los Zetas’ın hızla Meksika’nın en güçlü kartelleri arasına girmesi, zorlu yaşam koşullarında düşük maaşlarla, çok uzun saatler stres altında çalışan ordudaki askerlerde bir çözülme yarattı ve karteller tarafından satın alınmalarının önünü açtı. 2000 ile 2006 yılları arasında 123.218 kişi ordudan firar etti, bunların kimisi çetelerin adamı oldu.
ABD Guadalajara Karteli’nin başını istiyor
ABD’nin uyuşturucuya karşı savaş doktrini kapsamında yardımların sürmesi için Meksika’dan kayıt dışı bir özel isteği daha oldu: Üç uyuşturucu baronunun yönettiği Guadalajara Karteli'nin şefi Miguel Ángel Félix Gallardo.
Félix Gallardo, 1989'da tutuklanmadan önce Acapulco tatil beldesinde bir evde ülkenin en güçlü uyuşturucu baronlarını topladı. Odadakilerin neredeyse hepsi birbirine evlilik, akrabalık, ortaklık bağıyla bağlı Guadalajara çetesinin üyeleriydi. Tutuklanacağını öğrenen Gallardo Amerikan pazarını, üretim bölgeleri ve kaçakçılık rotalarını odakiler arasında paylaştırdı. O paylaşımdan da ortaya Sinaloa, Juárez ve Arellano Félix kartelleri çıktı. Bunlar Meksika’nın en güçlü 3 karteli.
Peki karteller Meksika’yı nasıl bir ülke haline getirdi? Biraz da buna bakalım.
Kartel savaşlarının ortasında bir ülke: Meksika
Karteller en başta uyuşturucu üretimi ve ticareti, lojistiği, insan kaçakçılığı, silah ve kadın ticareti, göçmen kaçakçılığı gibi yasadışı işler yanında yukarıda söz ettiğimiz gibi siyasetten ticarete, bürokrasiden tarıma her yerde varlar.
Meksika hükümeti çetelerin ilk kez 2014’te Michoacán’dan yasadışı olarak demir cevheri ihraç ettiğini tespit ediyor. Kereste ticareti yaptıkları ve son yıllarda Çin’e kimyasal bazı uyuşturucular karşılığında Meksika hayvanlarının gönderdikleri, devlet petrol şirketi Pemex’te satın aldıkları yetkilileri kullanarak petrol ticaretine başladıkları da konuşuluyor.
Uyuşturucudan sonra en büyük gelirlerini haraç oluşturuyor.
Karteller, kendi bölgelerinde sokak satıcılarından dükkan sahiplerine, çiftçilere herkesten haraç alıyor. Küçük işletmeler genelde bu haraçlar yüzünden batıyor, bazıları da dikkat çekmemek için büyümek istemediklerini söylüyor. Bazı işletmelerse kendi güvenliklerini sağlamak için başka bölgelerin kartellerinden güvenlik hizmeti satın alıyor.
Meksika dünya avokado tedariğinin üçte birini sağlıyor. Her yıl ABD’ye ihraç edilen 3 milyar dolarlık “yeşil altın”, üreticiler için önemli bir gelir kaynağı; aynı zamanda karteller için de. Ellerinde tapularla köylülere gidip, hektar başına yıllık 10 bin peso (560 dolar) istiyorlar. Bu verilere ulaşmak onlar için çocuk oyuncağı, çünkü emniyette, bürokraside, siyasette olduğu gibi her belediyede de kendilerine bağladıkları memurları var. Kimi zaman da fiyatları yükseltmek için çiftçilerden stokçuluk yapmalarını istiyorlar.
Denizler de kartellerin hakimiyet alanına dahil. Balıkçıların ne zaman avlanacağını, ne avlayabileceğini onlar belirliyor. Yine avlanan deniz ürünlerini balıkçılardan ucuza alıp, daha pahalıya restoranlara satan da karteller.
Kartellerden sadece esnaf, tüccarlar değil sokakta yürüyen yurttaş da nasibini alıyor. 2022 yılı verilerine göre gasp edildiğini bildiren Meksikalıların sayısı 5 yıl öncesine göre iki kat artmış, üstelik çoğu insan şikayet etmeye cesaret edemediği için kayıtlara geçen küçük bir azınlık.
İnsan ticareti de en önemli gelir kaynaklarından biri. Sınırın kuzeyindeki daha zengin akrabalarından zorla para almak için göçmenleri kaçırıyorlar. Eski ABD Başkanı Trump’ın Meksika sınırına duvar örmesiyle yeni bir aşamaya geçen göçmen kaçakçılığı, on yıl öncesine göre 6 kat artmış durumda.
Siyasetçiler, polis veya kamu idarecileri bu kirli işlere dahli olmaksızın kartellerin bunca alanı kontrol edebilmeleri olanaksız. Çeteler satın alarak veya tehdit ederek, yerel polis ve belediye başkanlarıyla, siyasetçilerle derin ilişkiler kurmuş durumda. Bunun en sarsıcı örneği geçtiğimiz yıl basına yansıyan, eski Güvenlik Bakanı Genaro García Luna’nın ülkenin en büyük uyuşturucu karteli Sinaloa’dan milyarlarca dolar rüşvet almakla ABD mahkemesince suçlu bulunmasıydı.4
Toplu mezarlar ve adli tıp uzmanı krizi
Hükümetin açıkladığı resmi verilere göre 2006’dan bu yana Meksika’da kartellerin karıştığı en az 450.000 cinayet işlenmiş. Bu veriler cesetlere ulaşılabilen cinayetleri kapsıyor, ancak bir de cesetlerin yok edildiği cinayetler, ortadan kaybolmalar var…
Meksika’da her gün ortalama 25 insan kayboluyor. Bu insanların büyük kısmını 12 ile 15 yaş arası kız çocukları oluşturuyor. Küçücük kız çocukları, karteller tarafından fahişeliğe zorlanıyor, ufacık bedenlerinden para kazanılıyor.
Meksika’da son yıllarda artan bir adli tıp uzmanı krizi var. Uzmanlar, toplu mezarlardan çıkan, karteller tarafından teşhise yarayacak tüm olguların yok edildiği onbinlerce cesedin kimliğini teşhis etmeye yetişemiyor. BM’nin ilgili komitesi, toplu mezarlardaki teşhis işleminin en az 120 yılda tamamlanabileceğini söylüyor.5
Adli tıp uzmanları yetmeyince devlet, bu işi yapabilecek en uygun meslek grubu olarak arkeologları göreve çağırıyor. Meksikalı arkeologlar toplu mezar kazıyorlar; tarihi bulgu değil ceset arıyorlar.
Ancak onlar da yetemiyor. Bu kez sevdiklerini kaybeden ama onları başında ağlayacakları bir mezara bile gömemeyen aileler, yakınlar; ellerinde demir çubuklar toplu mezar arıyorlar. Çubuğun ucunu toprağa sokup çıkarıyorlar, ucu kötü kokarsa biliyorlar ki o toprağın altında bir toplu mezar var, umuyorlar ki yıllardır aradıkları sevdikleri de o mezarın içinde. Ve kimliği teşhis edilebilirse onun da artık bir mezarı olabilecek, işte o zaman başında ağlayabilecekler.
Peki ya teşhis edilemezse? O zaman ya bir üniversiteye kadavra olacak bağışlanacak, ya yakılacak ya da tüm bu cesetlerle baş edemeyen devlet gizlice bir toplu mezar da kendisi kazıp, kimliği teşhis edilemeyen cesetleri oraya gömecek.
İşte bu ihtimal kayıp yakınlarının hep akıllarında, kendi sevdikleri bulunana kadar asla devlete güvenmiyorlar. Kendileri gibi yakınlarını arayanlarla yan yana gelip, dernekler kuruyorlar. Bizdeki Cumartesi Anneleri’nin yüzlercesi var Meksika’da. Sonora’nın Arayan Anneleri, Guaymas ve Empalme’nin Arama Savaşçıları ve daha yüzlercesi. Ellerinde demir çubuk, uçurumların kıyısında, ot bitmeyen arazilerde, kayaların dibinde toplu mezar arıyorlar. Meksika’daki adli tıp kurumunun verilerine göre 2020 yılından kalan, kimliği teşhis edilmemiş en az 52 bin ceset var.
“Sayın başkan bizi öldürüyorlar”
Belediyedeki yolsuzluğu açık ettiği için silahla vurulan bir gazeteci, 2020’de Meksika başkanına böyle sesleniyor:
“Sayın başkan bizi öldürüyorlar, lütfen unutmayın, bizi teker teker öldürüyorlar. Araştırmacı gazeteciler yolsuz iktidar sahipleri için av hayvanları değildir."
Gazeteci Paul Velazquez, Meksika’nın en büyük kartellerinden birine adını veren Sinoloa eyaletine bağlı Los Mochis şehrinin Belediye Başkanı Chapmen Moreno’nun yolsuzluk yaptığını iddia ediyor. Başkanın ölüm tehditleriyle karşılık verdiği Velazquez, hemen ardından çetelerin saldırısına uğruyor.
Velazquez neyse ki çevredekilerin müdahalesiyle kurtulmayı başarıyor ama her zaman herkes bu kadar şanslı olmuyor. 30 yıllık gazetecilik yaşamında Meksika’daki uyuşturucu ticareti ve Sinaloa karteliyle ilgili yaptığı çok sayıda haberle dünya çapında tanınan Meksika’nın saygıdeğer gazetecisi Javier Valdez 2017’de Sinaloa eyaletinde uğradığı silahlı saldırıda öldürülüyor.
2000 yılından 2020’ye 131 gazetecinin öldürüldüğü Meksika, dünyada gazeteciler için en tehlikeli yerlerden biri kabul ediliyor—elbette veriler, bugün İsrail’in son bir yıldaki “performansı”ndan öncesine dayanıyor.
Meksika’da kartellerin işlediği cinayetler, yalnızca düzenin dışındaki komünistlere değil düzen siyasetçilerine de uzanıyor. 2021’deki ara seçimlerden önce 40’a yakın aday öldürüldü.6 Son yapılan 2024 seçimlerindeyse 30’dan fazla aday öldürüldü.7
Son siyasetçi suikastıysa bir hafta önce yaşandı. Meksika'nın güneyinde, Pasifik kıyısında bulunan ve bu konumu nedeniyle kartellerin yoğun olduğu Guerrero eyaletinin başkenti Chilpancingo’nun belediye başkanı Alejandro Arcos Catalan bir araçta başı kesilmiş halde ölü bulundu. Catalan, göreve başlayalı henüz 6 gün olmuştu, en temel vaatlerinden biri Meksika ordusuyla el ele belediyede barış ve güvenliği sağlamaktı.8
Ancak çetelerin siyasete müdahalesi yalnızca katletmekle olmuyor. Tehditle veya satın alarak da siyaseti sık sık yönlendiriyorlar.
Bu yılın Haziran ayında gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde yaşanan bir olaysa, ülkede çetelerin hareket alanına dair önemli bir ipucu niteliğinde. Meksika Cumhurbaşkanı Claudia Sheinbaum, seçim kampanyası için seyahat ederken yüzü maskeli kişilerce durduruluyor. Kendilerini kasaba sakini olarak tanıtan maskeliler, bir yandan adaydan bölgede güvenliği sağlamasını isterken bir yandan görüşmeyi video kayda alıyor ve sonunda aracın gitmesine izin veriyorlar. Maskelilerin çete üyesi olup olmadıkları netliğe kavuşmasa da yanında korumaları olmasına rağmen bir Cumhurbaşkanı adayının yolunun kesilip durdurulabilmesi, ülkenin güvenliğine dair çok şey anlatıyor. 9
Türkiye Meksika olacak mı?
Evet Meksika’da karteller, devletin dışında ayrı bir güç. Devlet en temel niteliklerinden olan şiddet tekelini kaybetmiş durumda, şu an kartellerle devlet arasında bir pat hali var. Türkiye’de ise şu an belli bir dağılma olsa da devletin hala bir şiddet tekeli var. Geçtiğimiz günlerde Barış Boyun çetesine yapılan 157 kişinin gözaltına alındığı operasyon devletin istediğinde şiddet tekelini bu çetelere karşı pekâlâ kullanabildiğini gösteriyor.
Meksika’nın bir kartel savaşının ortasında kalmasında çok geniş bir uyuşturucu pazarına sahip olmasının etkisi var. Öte yandan ne yazık ki Türkiye’nin de son yıllarda hem uyuşturucu satışında hem de trafiğindeki rolü giderek artmış durumda. Uyuşturucu kullanım yaşı çok düştü. Özellikle yoksul mahallelerde uyuşturucu kullanımı ve satışının yaygınlığı, iş bulamayan uyuşturucu bağımlısı pek çok genci hızla uyuşturucu satıcısına dönüştürüyor. Yine son yıllarda Türkiye’nin uyuşturucu baronlarının adresi haline geldiği de bilinen bir gerçek.
Bir diğer unsur: köyler. Meksika’da bu kadar yaygın üretim yapılmasının önemli bir nedeni, bu üretimin geniş arazilere, köylere yayılması. Başlarda bir üretim merkezi olan köyler, zamanla kartellerin girilmez bölgeleri haline dönüşmüş durumda. Türkiye’deyse böyle bir durum yok.
Meksika’nın bugün yaşadıklarının arkasında emperyalist politikalar ve bunlara bağlılığın çok belirleyici rol oynadığına şahit olduk. Türkiye’de emperyalizme bağlı, ABD ve NATO etkisi altında bir ülke. Bu noktada bir ülkenin geleceği için emperyalizme, NATO’ya ve ABD’ye karşı mücadelenin ne kadar hayati olduğunun altını bir kez daha kalın kalın çizmek gerekiyor.
Paranın ve tarikatların egemenliğinde, sağcılığın borusunun öttüğü bir Türkiye’de toplumun nasıl çürüdüğü ortada. Bunda bu ülkenin gençlerini geleceksiz bırakan, işsiz, hayalsiz bırakan sömürü düzeninin çok büyük payı var. Öte yandan her gün kadınlar öldürülüyor, kız çocuklarımız kayboluyorsa, gencecik insanlar uyuşturucu batağına düşüyorsa Sedat Peker gibi eli kanlı mafyaların, onlardan “kahraman” devşirenlerin, bu pespayeliğe “delikanlı adam” diye pirim verenlerin de çok büyük payı var.
Ülkemizde bugün milyonlarca emekçi, büyük bir yoksullukla boğuşuyor, yaşanan bu haksızlıklara, adaletsizlere, cinayetlere karşı mahallelerde öfke birikiyor. İki seçenek var: Ya devrimcileşecekler, ya çeteleşecekler. Türkiye’de halk, henüz seçimini yapmadı.
- 1 https://haber.sol.org.tr/haber/ceteciligin-anatomisi-1-baris-boyun-daltonlar-redkitler-anucurlar-gundogmuslar-kim-bunlar
- 2 İstatistikler için: https://www.cia.gov/the-world-factbook/field/real-gdp-purchasing-power-parity/country-comparison/
- 3 https://jacobin.com/2015/03/mexico-drug-cartel-neoliberalism/
- 4 https://www.bbc.com/turkce/articles/c72d11p20vwo
- 5The Struggle to Identify All the Dead Bodies in Mexico https://www.newyorker.com/news/dispatch/the-struggle-to-identify-all-the-dead-bodies-in-mexico
- 6Mexico’s gangs are becoming criminal conglomerates https://www.economist.com/the-americas/2023/05/11/mexicos-gangs-are-becoming-criminal-conglomerates
- 7 Mexico’s Long War: Drugs, Crime, and the Cartels https://www.cfr.org/backgrounder/mexicos-long-war-drugs-crime-and-cartels
- 8https://www.cumhuriyet.com.tr/dunya/meksikali-belediye-baskani-kafasi-kesilmis-halde-olu-bulundu-2255396
- 9https://apnews.com/article/mexico-claudia-sheinbaum-election-violence-355df098b5c88a297f5a2600144c2e83