ANALİZ | Çavuşoğlu İsrail'de: Türkiye arayışta, İsrail temkinli

İsrail ile Türkiye, zaman zaman sert tartışmalar yaşasalar da ayrılmaz bir ikili. Çavuşoğlu’nun gezisi de Filistin ve İsrail ziyareti değil, Filistin’e de uğranılan İsrail ziyareti olarak görülmeli.

Musa Özuğurlu

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun ülkeyi ziyareti, İsrail’in Batı Şeria Kalkilya’da bir camiyi yerle bir etmesine denk geldi.

Çavuşoğlu 15 yıldan bu yana Türkiye’den Filistin ve İsrail’e ziyarette bulunan ilk bakan oldu. İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog da 14 yıl aradan sonra geçtiğimiz Mart ayında Türkiye’ye cumhurbaşkanı düzeyinde ilk ziyareti gerçekleştirmişti.

İsrail başka, Filistin başka...

Çavuşoğlu ziyarette camii yıkma meselesini gündeme getirmedi doğal olarak. Bu türden konular iç politikada iyi malzeme olabilir ama tam da ilişkilerin düzeltilme ihtiyacının olduğu günlerde havayı bozacak çıkışlar yapmanın bir anlamı var mı? Nitekim Çavuşoğlu şunu dedi: Filistin davasına olan desteğimiz İsrail ile ilişkilerden farklıdır.

Mantık hatası var mı cümlede? İsrail – Filistin süreci kanlı bir süreç. İsrail bütün anlaşmalara, kararlara, çağrılara rağmen yeni yerleşim birimleri açmaya devam ediyor, Filistinlileri kendi yurtlarından etmeyi sürdürüyor ve üstelik gerekli gördüğü zamanlarda bunu ölümlere varan şiddet uygulayarak yapıyor. Tıpkı Filistinli gazeteci Şirin Ebu Akle’nin keskin nişancı tarafından öldürülmesi gibi.

Akle’nin öldürülmesi Batı ve basını ile Türkiye’de iktidar çevreleri ile basınında neredeyse yer bulmadı. Cinayetin görmezden gelinmesi için İsrail tarafından işlenmiş olması yeterli görülüyor.

İktidarın “küçük sorunlara” ayıracak vakti, İsrail ile tadımızı kaçıracak söylemlere niyeti yok bugünlerde. Çavuşoğlu da görmezden geldi, hiç değinmedi meseleye. Camiden de Şirin'den de ve hatta ifade ettiği gibi “ayrı tuttukları” Filistin davasından da önemli dertler var çünkü.

Yeni olanaklar, yeni ihtiyaçlar

İsrail ile Türkiye, zaman zaman sert tartışmalar yaşasalar da ayrılmaz bir ikili. Geçmişte iki ülke liderlerinin birbirlerini katliam yapmakla suçladıkları dahi vardır. Ancak her seferinde ilişkilerinin açık ya da gizliden gelişmeye devam ettiği bir gerçek.

Buradan yola çıkılarak şu söylenebilir: Yaklaşık 15 yıllık aradan sonra yapılan üst düzey ziyaretler sadece ikili ilişkilerin geliştirilmesi niyetine değil, bölgesel ve uluslararası konularda fırsat ve olasılıkların ortaya çıkmış olması ve/veya ikiliden birinin (Türkiye’nin) diğerine olan ihtiyaçlarının yeniden tezahür etmesine bağlanmalı.

Ankara’dan başlayalım. Cumhurbaşkanı Erdoğan uzun zamandır yaşadığı yalnızlığı giderebilmek için yeni açılımlara ihtiyaç duyuyor. ABD ile Biden döneminde yaşanan gerginlik aşılabilmiş değil ve bu sorunu ancak ve ancak İsrail giderebilir. O da isterse. Diğer yandan Bazı Arap / bölge ülkelerinin İsrail ile normalleşme adımları atmış olması nedeniyle Türkiye Ortadoğu’da yeni treni kaçırabilirdi. Bu açığı telafi etmek üzere hem İsrail ile ilişkileri normalleştirdikleri için ağır şekilde eleştirilen Araplar hem de İsrail ile ilişkilerin düzeltilmesi gerekiyordu. Başka bir şekilde ifade edecek olursak, Arap adımlarından sonra İsrail adımının gelmesi kaçınılmazdı.

Bir başka önemli konu enerji savaşları. İsrail, Kıbrıs Rum Kesimi, Mısır hatta Filistin aynı cephede yer alıyorlar ve geniş çerçevede Doğu Akdeniz gaz mücadelesinde Türkiye Libya ile yaptığı deniz yetki alanı anlaşması dışında müttefiksiz kalmıştı.

Aslında Doğu Akdeniz tartışması somuta dökülmeden önce Türkiye, İsrail ve Katar’ın da içinde olduğu; gazın Suriye üzerinde taşınması gibi konular gündemdeydi. Ancak Mısır ve Suriye’de istenilen hedeflere ulaşılamaması herkesi kendi yoluna gitmeye zorladı ve Doğu Akdeniz’de halihazırdaki duruma gelindi.

Mısır’ın Yunanistan'la yakınlaşması ve Türkiye’nin Libya’nın bir tarafıyla yaptığına benzer bir anlaşma yapması Türkiye’yi farklı alternatiflere yönelmeye zorladı. Mısır'la ilişkilerin düzeltilmesi girişimlerinin sebeplerinden biri de budur.

Ne kadar verimli olur, hayata geçirilebilir mi bilinmez ancak Rusya’nın Ukrayna operasyonu ve Batı’nın alternatif gaz kaynak ve güzergah arayışlarına girmesi de Suriye savaşı öncesindeki gaz planlarını bir kez daha üzerinde düşünmeye değer hale getirdi. Türkiye olmadan İsrail’in gazı Batı’ya sevk etmesi mümkün elbette ancak kolay değil.

İran-Türkiye ilişkileri son dönemde iyi bir seyir izliyor. Suudi Arabistan-İran ilişkileri de öyle. Ancak ikisinin de son derece kırılgan olduğu ortada. Her olasılığın eşit şekilde ortada olduğu bu konjonktürde İsrail ile ilişkileri sıkı tutmak Türkiye açısından çok önemli.

Rusya tarafından kısmi olarak ancak İsrail tarafından hiçbir şekilde Suriye’de istenmeyen İran Suriye’de olduğu sürece, İsrail’in Suriye’ye saldırıları devam edecek.

Bugünlerde “Rusya’nın Ukrayna’ya yoğunlaşması nedeniyle Suriye’de yaşanan boşluğun İran tarafından doldurulmaya çalışıldığı / Şam’ın doğan boşluğu İran'la doldurmaya çalıştığı iddiaları gündemde ve İsrail -Ukrayna meselesinde net bir şekilde göstermese de- karşısında yer aldığı Rusya’nın da var olduğu Suriye’ye yönelik saldırılarını sürdürüyor.

Bütün bu gelişmeler yaşanırken Cumhurbaşkanı Erdoğan “bir taşla birkaç kuş vurmak için” Suriye’nin kuzeyine operasyon yapılacağını ve 30 km derinlikte bir tampon bölge oluşturulacağını açıkladı.

Bu açıklama Suriye’yi, Rusya’yı, ABD’yi, Kürtleri, İsrail’i yakından ilgilendiriyor. Türkiye bu adımı gerçekleştirirse sahada yeni bir tampon bölge oluşturacak. Bununla bitmiyor. Yerleştirilmesi düşünülen Sünni Araplar (ki bunları artık Suriye yönetim karşıtı değil, Erdoğan / Türkiye yanlısı Araplar olarak nitelendirmek lazım) Kürtlere karşı “Demoklas’in kılıcı” işlevi görecekler, Suriye yönetimine karşı hazır güç olarak görev yapacaklar, ama en önemlisi Suriye’nin o bölgeleri pratikte Türkiye’ye ilhak edilmiş olacak. Yani Erdoğan bu adımı ile sınırı 30 km öteye taşımış olacak. Bu arada iç siyasette yükselen mülteci eleştirileri bir nebze de olsa soğutulmuş olacak. Erdoğan’ın adımı İsrail’i Kürtler bakımından da ilgilendiriyor. Seth J. Frantzman, The Jarusalem Post’taki yazısında “Türkiye’de Müslüman Kardeşler orijinli dinsel köktenciliği ve aşırı milliyetçiği harmanlayan aşırı sağ rejimin Kuzey Suriye’de ‘etnik temizlik yapacağını’ iddia ediyor ve Türkiye’nin olası adımını “işgal” olarak nitelendiriyor.1 Bu ifadeler İsrail yönetiminin görüşlerini de yansıtıyor mu?

İsrail basınında yer alan bir başka görüş ziyaretle ilgili beklentilerin çok da yüksek tutulmaması gerektiğine işaret olabilir.

Mitvim Enstitüsü Dış İlişkiler Direktörü Gabriel Mitchell “İsrail halihazırda enerji alanında işbirliğiyle ilgilenmiyor. İlişkilerimiz henüz enerji işbirliği alanında ortak bir gaz boru hattı oluşturacak noktada değil. Belki bir gün enerjiyi de konuşabileceğimiz ilişkilerimizi eski haline döndürebilmek için gerekli başka şeylere odaklanmalısınız”2

Gezinin Filistin tarafı mı? Önemi yok ama oralara kadar gitmişken Filistin’e uğramamak ayıp olurdu. İsrail ile bölgesel, küresel meseleleri konuşabilirsiniz, Filistin ile ise en fazla yerel konuları konuşabilirsiniz. Önemli meseleler varken Çavuşoğlu’nun bir kahve içmenin dışında zamanı yok tabii ki. Doğal olarak klişe açıklamalarla yetinildi. Filistin devlet başkanı Mahmut Abbas ile görüşmeden sonra Filistin davasına olan destek güçlü biçimde dile getirildi. Abbas da İsrail’in durdurulması için Türkiye gibi ülkelerin desteklerinin önemine güçlü vurgu yaptı.

Bu nedenle bu ziyaret Çavuşoğlu’nun Filistin ve İsrail ziyareti değil Filistin’e de uğranılan İsrail ziyaretidir.