Amerikan Yahudi Komitesi’nden 'Ülkücü Hareket'e yasak çağrısı

Alman sermayesi 'Bozkurtlar'ı antikomünizm üzerinde birleşip uzunca bir süre desteklemiş, komünizm tehdidini ensesinde hissetmez olduğunda da kendi haline bırakmıştı.

Onur Aslan

Amerikan Yahudi Komitesi (AJC) Berlin Ramer Enstitüsü 27 Nisan tarihinde, Prof. Dr. Kemal Bozay ve Yeşiller’in Almanya Parlamentosu Bundestag Milletvekili Cem Özdemir’in de katılımıyla yapılan bir basın açıklamasıyla ”Türkischer Rechtsextremismus in Deutschland - Die Grauen Wölfe. Antisemitisch, Rassistisch und Demokratiefeindlich” (Almanya’da Türk Aşırı Sağcılığı - Bozkurtlar. Antisemitik, Irkçı ve Demokrasi Düşmanı) başlıklı araştırmayı kamuoyu ile paylaştı.

Prof. Dr. Kemal Bozay tarafından hazırlanan metinde ülkücü hareketin ortaya çıkışı ve ideolojisi, Türk-İslam sentezi, hareketin Almanya’daki kuruluşundan bugüne tarihçesiyle birlikte, dernekler ve çatı örgütler aracılığıyla örgütlenme biçimleri ve Avrupa’daki diğer “aşırı sağ” örgütlerle olan benzerlikleri de yer alıyor. Alman iç istihbarat teşkilatı (Verfassungsschutz) verileri ile de paralel bir biçimde, Almanya içinde en az 18.500 takipçisi olduğu belirtilen ülkücülerin veya Alman kamuoyunda kullanılan isimleriyle “Bozkurtların” Avrupa’da bilinen en büyük ve tehlikeli sağcı örgütlerden biri olduğuna dikkat çekiliyor. 15 Temmuz sonrası ülkücü derneklerin etkinliğinin arttığının vurgulandığı metinde, 2020 senesinde Federal Meclisin gündemine gelen yasaklama önerisinin bir an önce yürürlüğe girmesi gerektiği, gerektiğinde dernek kapatma dahil bütün önlemlerin alınması gerektiği savunuluyor. 

Basın açıklamasında AJC direktörü Dr. Remko Leemhuis, Bozkurtlar'ın en çok takipçiye sahip sağcı organizasyonlardan biri olduğu halde, bugüne kadar toplumsal anlamda hiç tartışılmamış olduğunu, bu araştırmayla beraber, Almanya’da Türk milliyetçiliğinin yarattığı tehlikelerin tartışılmasını sağlamayı umduklarını söylüyor. 

Almanya’da Amerikan Yahudi Komitesi

1906 yılında New York’ta kurulan Amerikan Yahudi Komitesi, kuruluş amaçlarını Yahudilerin güvenliklerinin korunması ve demokrasi ve insan haklarının tüm dünyada desteklenmesi olarak açıklıyor.

2. Dünya Savaşı’nın ardından Federal Almanya ile ilişkilerin geliştirilmesi gerektiğini savunan AJC, Berlin ayağının kuruluşunu ancak 1997 senesinde yapılan bir konferansın bir sene sonrasında düzenlenen “görkemli bir balo” ile tamamlamıştı. 

AJC’nin Berlin Ramer Enstitüsü, siyasi pozisyonlarını dört başlık halinde sıralıyor; antisemitizm ile mücadele, toplumun kutuplaşması ve her türden aşırılıkla mücadele, Almanya-İsrail ilişkilerinin güçlendirilmesi, Transatlantik ittifakın güçlendirilmesi. Komite tarafından yayınlanan, Federal Almanya ile komitenin ortak tarihini inceleyen kitapçığa bir önsöz kaleme alan komite CEO’su David Harris, geride kalan 70 yılın başarılarla dolu olduğunu belirtiyor ve Federal Almanya’nın insanlık onurunu korumaya adanmış, geçmişiyle yüzleşebilmiş, Avrupa Birliği’nin kurucu üyesi, NATO müttefiki, büyümekte olan bir Yahudi toplumunun ev sahibi ve İsrail’in stratejik ortağı haline gelmesinde komitenin başarılarına hayranlığını belirtiyor

Amerikan Yahudi Komitesi, Türkiye kamuoyunun gündemine daha önce 2004 yılında, o zaman Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan’a verilen cesaret ödülü ile girmişti. Bu ödül 2014 tarihinde komite tarafından geri istenmiş ve iade edilmişti.

Bozkurtların Almanya serüveni

Kemal Bozay, yaptığı araştırmada ülkücülerin Almanya’da ortaya çıkışlarını detaylarıyla ortaya koyuyor. İlk dernekler, lokaller yetmişli yılların başlarında ortaya çıkıyor. 1975 senesinde Alparslan Türkeş’in Almanya seyahati ve düzenlenen kongre ile, MHP’nin Avrupa organizasyonu Almanya merkezli olmak üzere kıtanın pek çok noktasında çalışmaya başlıyor. 1977 senesinde ise MHP adıyla faaliyet yürüten yurtdışı örgütü, Türkiye’de yasaklandığı için Türk Ocakları ve Ülkü Ocaklarına dönüşüyor. 1978 yılında Türkeş’in bir kez daha Almanya’ya gelişi, geniş çaplı protestolara sahne oluyor. Türkeş ile CSU (Hristiyan Sosyal Birliği) şefi ve dönemin Bavyera eyalet başbakanı Franz-Josef Strauß arasında yapılan görüşmenin birkaç ay sonrasında, dağınık derneklerin birleştiği ilk çatı örgüt Türk Federasyon (ADÜTDF) kuruluyor. O yıllarda Türkiye’yi kasıp kavuran solun karşısına paramiliter sokak gücü olarak çıkarılan ülkücüler, benzer yöntemlerle Almanya’da da sahaya sürülüyor. 

Ucuz ve uysal iş gücü olarak ülkeye davet ettiği göçmen işçilerin, Alman işçi sınıfı ile hızlı “entegrasyonu”ndan dehşete düşen sermaye sınıfı çareyi, kapıyı Türk faşistlerine açmakta, onları koruyup kollamakta bulmuştu. Göçmen işçilerin, sendikalarında sınıf kardeşleriyle örgütlenmesinin, dinin veya dilin ötesinde, işçilerin sınıf bilinciyle birleşmesinin önüne duvarlar ören Alman sermayesi, bugün hâlâ entegrasyon probleminden yakınıyor.

Tasfiye mi? Aba altından sopa mı?

Daha önce de belirli aralıklarla talep edilmesine rağmen Ülkücü Hareket’in faaliyetlerinin yasaklanması Almanya Federal Meclisi’nin gündemine 2020 senesinde 5 partinin (CSU/CDU, FDP, SPD, Yeşiller) ortak imzasıyla sunulan teklif sonucunda girdi. Bozkurtlarla mücadele etmek için, ırkçılık karşıtı eğitim dökümanlarının yaygınlaştırılmasından, dernek kapatma ve hapis cezalarına kadar bütün araçların kullanılması öngörülüyor.

Almanya düzen partilerinin ülkücü harekete demokrasi ve insan hakları adına savaş açtığına inanmak güç, Alman sermayesinin antikomünizm üzerinde birleşip uzunca bir süre desteklediği, komünizm tehdidini ensesinde hissetmez olduğunda da kendi haline bıraktığı bozkurtların, MHP’nin Türkiye'de iktidara küçük ortak olmasıyla beraber kendilerine yeni bir hami bulduğu gözüküyor. Uzun süredir AKP’nin kontrolünde olan DİTİB (Diyanet İşleri Türk İslam Birliği) gibi dinci yanı daha ön planda olan örgütlerle birlikte “Türk-İslam Ülküsünün” çatı örgütleri (Avrupa Türk Birliği, Avrupa Türk İslam Birliği vb.) Almanya’da yaşayan Türk nüfus üzerinde hatırı sayılır bir etkiye sahip. Erdoğan’ın elinde böyle bir politik gücün bulunması Alman sermayesinin temsilcilerinin uykularını kaçırıyor olmalı.

Öte yandan Almanya’nın işi, Fransa ve Avusturya’ya göre daha zor. Ülkücülerin, uzun zamandır Avrupa’da merkezleri olan Almanya’da sessiz sedasız tasfiye edilmelerini beklememek gerekir. Bu nedenle Federal Meclisin tercih edeceği çözüm yolu ekonomik yaptırım ve soruşturmalarla sopa göstererek, bozkurtları kendilerine çizilecek alanda kalmaya zorlamak olabilir. Ülkücü hareketin, Erdoğan’ın etki alanından uzaklaşması veya Erdoğan’ın AB’nin çıkarlarına uygun bir çizgiye geçmesi, sopanın yerine havucun geri gelmesiyle ödüllendirilecektir.

Dünyanın neresinde olursa olsun, faşist örgütlenmelerin yasaklanmasına, derneklerinin, lokallerinin kapatılmasına, demokrasi ya da ifade hürriyetinin savunulması adına karşı çıkacak değiliz. İnsanlığın düşmanlarının örgütlenme haklarını tanımıyoruz!

Bununla birlikte, ne ordu ve polis içindeki ırkçı, faşist örgütlenmeleri gün ışığına çıkarmak bir yana, ortaya çıkan skandalların üzerini örtmekle meşgul Federal Almanya’nın ne de dünyanın neresinden geliyor olursa olsun, çeşitli sermaye kuruluşlarının, onlar için faydalılığını yitiren, omuzlarında bir yüke dönüşen ülkücüleri tasfiyeye girişmesinden heyecan duyacak da değiliz. 

Sermayenin faşist ve liberal kanatlarının temsilcilerinin arası bugün açık gözüküyor, fakat bu kanatların komünizm tehdidi yükseldiğinde yıldırım hızıyla çekişmeyi bir yana bırakıp ortak düşmana karşı birlik olmalarının örnekleri tarihte mevcut. Biz ise, hem faşist sürülerin, hem de sömürücü sınıfların tarihin çöplüğüne gömüleceği güne hazırlanıyoruz. O gün geldiğinde kuracağımız dünyada ne sömürü, ne ırkçılık ne de lobi şirketleri olacak.