Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 75. yılı ışığında 'kadın olmak' üzerine: Ya Sosyalizm ya bataklık!

"Kadınların kişilik kazanması için ADC’de ortaya konulan çaba ve elde edilen başarıları ne kadar hatırlıyoruz ya da ne kadarını biliyoruz?"

Nazlı Cihan

Geride bıraktığımız birkaç haftada ülkemizde üst üste yaşanan kadın ve çocuk cinayetleri, istismar haberleri ve taciz görüntüleri, laikliğe ve bilime saldırmak için hiçbir fırsatı kaçırmayan siyasal İslam’ın borazanları tarafından malzeme yapıldı, özellikle sosyal medya platformlarında kadının toplumsal yaşam içeresindeki yeri, rolü ve modeli ile ilgili topyekûn taarruza geçildiği bile söylenebilir.

Örneğin profesör ünvanlı İslamcı yazar Ebubekir Sofuoğlu, katillerin en ağır şekilde cezalandırılması gerektiğini söylerken, asıl meramını yaygın bir deyimle dile getirdi: “Ama bu asıl çözüm değil, sivrisineği öldürmektir. Aslolan bataklığı kurutmaktır.” İçinde yaşadığımız bu düzenin bir bataklık olduğunu kabul ediyordu en azından. Ancak bu bataklığı yaratan koşulların sorumluluğunu ustaca bir manevrayla, sanki 12 Eylül darbesinden beri çeşitli görüntülere bürünerek ve elden ele kendi fikirleri iktidarda değilmişçesine üzerinden atarak “Batı'dan ithal edilen şeytani kanunlar” gibi alışıldık zırvalarla sözü laikliğe ve modern cumhuriyete getiriyordu.

Adı geçen kişiye, hayallerindeki düzenin kadınlar için ne anlama geldiğini pekâlâ bildiğimizi hatırlatarak yazının asıl konusuna, kadının kurtuluşu için çözüme giden yolu göstermiş, ülkeyi bataklıktan kurtararak yüz akı bir düzene kavuşturmuş Alman Demokratik Cumhuriyetine dönelim.

Nostaljiden fazlası: Övünç ve ders çıkarılacak bir tarih

Doğu ve Batı Almanya'nın ortak gelişiminin reddi anlamına gelen Federal Almanya’nın kuruluşundan sonra, 7 Ekim 1949'da Alman Demokratik Cumhuriyeti (ADC / DDR) ortaya çıktı. Kuruluşunun ve kurucu kuşağının en önemli hedeflerinden biri, bir görev olarak kadın-erkek eşitliğini somut bir çözüme kavuşturmak için kadın ve erkeklere eşit hakların anayasada yer almasıydı.

Buna uygun olarak Demokratik Almanya'nın ilk anayasasının 7. maddesinin ilk cümlesi şöyledir: "Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir." Bu önemli beyana ek olarak, 1949 yılında anayasanın 18. maddesi de kabul edilmiş ve eşit hakların hayata geçirilmesinin yolunu göstermiştir: “Cumhuriyet yasaları, kadınların vatandaş ve yaratıcı rolleri ile eş ve anne olarak görevlerini uzlaştırabilmelerini sağlayacak kurumlar yaratır.” Kadınların eşit haklara sahip olmasının önünde engel teşkil eden tüm yasa ve yönetmelikler yürürlükten kaldırıldı.

1952 yılında SED'in (Sozialistische Einheitspartei Deutschlands - Almanya Sosyalist Birlik Partisi) İkinci Parti Konferansı'nda Demokratik Almanya'da sosyalizmin kuruluşu ilan edildi ve bu kuruluşla birlikte sosyal güvenlik, tam istihdam, genel eğitim ve toplumsal cinsiyet eşitliği gibi yeni toplumsal değerler belirlenmiş oldu. Bu toplumsal değerler sürekli olarak geliştirilmeleri gerekse de, kadın ve erkeklerin ortak çabaları dahil olmak üzere sıkı bir çalışmayla tekrar tekrar uygulanabilecek ve uygulanması zorunlu yasal gereklilikler olarak hataya geçirildi.

Peki neden bugün hâlâ Demokratik Almanya'da, 1949'daki kuruluşundan 1990'da Federal Almanya tarafından ilhak edilmesiyle ortadan kalkmasına kadar geçen sürede kadınlar konusunda elde edilen sonuçlar veya ortaya çıkan sorunlarla ilgileniyoruz? Kadınların kişilik kazanması için ADC’de ortaya konulan çaba ve elde edilen başarıları ne kadar hatırlıyoruz ya da ne kadarını biliyoruz? Günlük yaşamın koşturmacası içinde unutuldular mı? Yoksa ADC’ye yönelik karalamalar arasında kaybolup gittiler mi?

Karşıdevrimcilerin tüm çabalarına rağmen ADC’deki kadınların ve erkeklerin, hedeflenen ancak her alanda tam anlamıyla sağlandığı söylenemeyen toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili elde ettikleri kazanımları ve deneyimleri, hafızalardan öylece kazıyıp atmak mümkün olmuyor. Söyleşiler ve anketler bunu açıkça gösteriyor. Bugün Alman medyasında dönemle ilgili tanıklıklar büyük bir hevesle çarpıtılsa da yaşananların nostaljik bir şekilde romantikleştirilmesi şeklinde gösterilmeye çalışılsa da geçmişte takılı kalmanın mevcut zorlukların üstesinden gelmemize yardımcı olmadığını bilerek bu dönem tanıklıklarının ve aktarımların büyülü masallar değil, somut sorunlara somut çözümler getiren ve dersler çıkarılması gereken bir deneyimin gerçek ürünü olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız.  

Gelişkinliğin bir ölçütü olarak kadının toplumdaki konumu

Karl Marx'ın toplumsal ilerlemenin bir ölçütü olarak kadınların konumuna yaptığı atıf, ADC’deki kadın politikası için bir kılavuz olarak kullanıldı ve bazı önlemlerle daha güçlü hale getirildi. Marx, 1868 yılında yakın dostlarından hekim ve sosyal demokrat düşünür Ludwig Kugelmann'a (1828-1902) yazdığı bir mektupta şöyle demiştir: “Az biraz tarih bilen herkes büyük sosyal devrimlerin kadınların katılımı olmadan gerçekleşemeyeceğini bilir. Toplumsal gelişim bizzat daha güzel olan bu cinsiyetin (çirkinler dahil) toplumsal konumuna bakılarak ölçülebilir.” (Marx, Engels 1965). Bu geçmişte de doğruydu, bugün de geçerli. Doğu Almanya'nın tarihine mal edilecek biricik ölçüt budur işte.

Alman Demokratik Cumhuriyeti’nde toplumsal cinsiyet eşitliğine giden yol uzun ve karmaşıktı. Tarih, buraya kadar başarılar ve gerilemeler biriktirerek ulaşmıştı. Her ne kadar ADC’nin tarihten devraldığı kadının ezilmesi, ayrımcılığa uğraması ve sömürülmesi mirası bir yandan yüzyıllar öncesine dayansa da dünyanın bazı yerlerinde ve eğitim, seçimler, kadın liyakatinin tanınması gibi bazı alanlarda ilerici güçlerin mücadeleleri sayesinde kısmen aşılmıştı. Yine de yapılması gereken çok şey vardı. 

Tarih boyunca cesur kadınlar, kendileri gibi düşünen erkekler tarafından desteklenerek haklarını savunmak için yola çıktılar. Siyasi kısıtlamalara ve devlet baskısına göğüs germek zorunda kaldılar. Kadın haklarının insan hakları olarak savunulmasına yönelik hareket, Dünya Emekçi Kadınlar Günü ile birlikte önemli bir ivme kazanmıştı. 1945'te Nazi diktatörlüğünden kurtulduktan sonra, kadınlara karşı yüzyıllardır süregelen adaletsizliği düzeltmenin zamanı gelmişti.

Ancak Almanya'da yollar kısa süre sonra ayrıldı. Sovyet işgal bölgesinde (SBZ), kendilerini zincirlerinden kurtaran kadınların belirleyici gelenekleri, eşitliğe giden yolda önemli adımlar atmak için teşvik edici olmuştu (Hörz, 2010). Ama hiç kolay bir yol değildi bu. ADC'nin eğitim sistemi, yasalar ve yönetmelikler aracılığıyla ADC'deki tüm kadınlar için kapsamlı yeni faaliyet alanları yarattı. Sosyalist iktidara siyasi katılımları, yasaların hazırlanmasında ve hatta uygulanmasında aktif olarak yer almalarının bir kanıtıydı zaten. Sonuçta, modası geçmiş rol klişelerinin üstesinden gelinmesi gerekiyordu. Erkeklerden ekonomik bağımsızlık, kendini gerçekleştirmeyi mümkün kılıyordu. Aynı zamanda, aile ve kariyerin uyumluluğunu teşvik etmek için yeni koşulların yaratılması gerekiyordu.

Gerçeklik daima, bir yanda güzel resimlerden oluşan bir dünya, diğer yanda ise sadece küçümseyici kötümserlik tarafından inandırıldığımız resimlerden çok daha çelişkilidir. Bu nedenle, ADC’ye karşı önyargı üretmek için bugünün Almanya’sında medya eliyle tahrif edilen ve düzen tarihçileri tarafından icat edilen Demokratik Almanya'daki aile ve kadın imgesine karşı çıkmak bir zorunluluktur. 

Doğu Almanya'da kadının toplumdaki, işteki ve ailedeki rolüne ilişkin hem teorik hem de pratik açıdan tarihsel olarak önemli tartışmalar yürütülmüştür (Aleksander, 2005). Öncelikle engellerin aşılması gerekiyordu. Amaç, gerçek insanların zihnindeki eski rol klişelerini yıkmaktı. Kadınlar kendi inisiyatifleriyle bu kalıpların üstesinden geldi ve başka kadınları da sürüklediler. Bunun için erkeklerin harekete geçirilmesi, kuşak farklılıklarının aşılması gerekiyordu. Doğu Almanya'nın 40 yıllık varlığı, yüzyıllardır süregelen adaletsizlikleri ortadan kaldırmak, hayata karşı yeni bir tutum geliştirmek, erkek egemenliğini ortadan kaldırmak ve kadınların özgüvenini artırmak için tarihsel açıdan çok kısa bir süreydi kuşkusuz. 

Doğu Almanya'da kadınların ilerlemesine, toplumsal taleplerle bağlantılı olarak uyanış evreleri ve büyüyen engeller, başarılar ve gerilemeler gibi çeşitli aşamalar eşlik etmişti. Tarih hiçbir zaman sadece ileriye giden bir yol değildir. Aşağıdan yukarıya doğru her gelişme, durgunluk ve gerileme ile ilişkilidir. Bu durum Doğu Almanya'da kadınlar için eşit hakların hayata geçirilmesi için de geçerlidir. ADC’nin toplumsal koşulları altında, kadınların çoğunun kendine güvenen ve kendini gerçekleştiren kişilikler haline geldiği söylenebilir. Birçoğu mesleklerinde tatmin bulmuş, iş ve aile hayatını uzlaştırabilmiş, yüksek eğitim seviyesine ulaşmış ve olgunlaşarak sorumlu ve kararlı öncüler haline gelmiştir.

Almanya'nın yeniden birleşmesinden sonra düzen siyaseti tarafından ADC’ye yöneltilen eleştirilerde, başlangıçtaki koşullar bilerek göz ardı edilmekte, ADC’nin kurucularının hedefleri ve ülkeyi yeniden inşa eden kuşağın muazzam çabaları karalanmakta. Ancak bugün Doğu Almanya'nın ekonomik, siyasi ve sosyal başarılarını değerlendirirken tüm bu etkenlerin arka plan bilgisi olarak dikkate alınması önemlidir. Eşit haklar açısından elde edilenler değerlendirilirken de bu koşullar göz önünde bulundurulmalıdır.  

Öncesine, Demokratik Almanya'nın 40 yılına ve Demokratik Almanya sonrası döneme bakıldığında, kadın haklarının insan hakları olarak hayata geçirilmesinde ne denli önemli adımlar atıldığı unutulmamalıdır (Hörz, 2009). Kadınlar ve erkekler için eşit haklara denk gelen davranış değişikliklerinin gerçekleştirilebilmesi için toplumsal koşulların yaratılması gerekmektedir. Ancak fırsatlar sunmak başka bir şeydir, bunları bireylerin eylemleriyle hayata geçirmek başka bir şeydir.

Doğu Almanya'daki kadınlar kendilerini gerçekleştirme fırsatlarını canla başla değerlendirmiş, tereddütlü olanları yanlarına çekmiş, sorunları gün yüzüne çıkarmış ve zorlukların üstesinden gelmişlerdir. Bu deneyim, gelecekte insana yaraşır toplumsal koşulların yaratılmasında üzerine düşünmek için iyi bir temel oluşturabilir. Günümüzde hayata karşı tutumlardaki geri(ci)leşme eğilimi, Doğu Almanya'nın var olduğu 40 yıl içinde davranışları değiştirme konusunda ne kadar büyük bir başarı elde ettiğini, sosyalizmin insan yaşamına kattığı değeri göstermektedir. 

Bugün sadece ülkemizi değil, tüm dünyayı bir bataklığa dönüştürenlerden kurtulmak için bir kez daha: Ya Sosyalizm ya barbarlık! 

*Bu yazı vesilesiyle, Alman Demokratik Cumhuriyetinin kurulusunun 75. yılına denk gelen tarihlerde Yazılama yayınevi tarafından yayımlanan “Avrupa’nın Kaderini Değiştiren Devlet – Alman Demokratik Cumhuriyeti” kitabını anımsatmak gerekiyor. Başarıları ve zayıflıklarıyla ADC’ye bütünlüklü bir bakış sunan, bu alanda büyük bir boşluğu dolduracak yolda bir ilk çalışma olan kitabın yazarları Cemil Fuat Hendek’e ve Osman Çutsay’a teşekkürle.

Kaynaklar

  • Marx, Karl, Engels, Friedrich (1965), Werke, Band 32, Berlin: Dietz Verlag 
  • Aleksander, Karin (Hrsg.) (2005), Frauen und Geschlechterverhältnisse in der DDR und in den neuen Bundesländern. Eine Bibliographie. Berlin: trafo Verlag 
  • Hörz, Helga E. (2009), Zwischen Uni und UNO. Erfahrungen einer Ekerin, Berlin: trafo Verlag 
  • Hörz, Helga E. (2010), Der lange Weg zur Gleichberechtigung: Die DDR und ihre Frauen, Berlin: trafo Verlag