AKP’nin 20 yıllık tütün endüstrisi politikası - II

Yazı dizisinin bu bölümünde Yeşilay yönetim kurulu üyesi Esra Albayrak'ın suç örgütü olarak tanımladığı tütün endüstrisinin AKP eliyle nasıl ihya edildiğine dikkat çekiliyor.

Meryem Vitni

Dün ilk bölümü yayınlanan bu yazı dizisinde, Yeşilay yönetim kurulu üyesi Esra Albayrak’ın tütün endüstrisini küresel suç örgütü ilan etmesinden hareketle, AKP iktidarının tütün ürünü üretimi ve ticaretine ilişkin politikası masaya yatırılarak, bu politikanın farklı boyutlarının iktidar inşasında nasıl bir işlev gördüğü irdeleniyor. Aşağıdaki ikinci ve son bölümde, suç örgütü olarak tanımlanan endüstrinin AKP eliyle nasıl ihya edildiği, AKP’nin hükümet şapkası ve STK şapkası takarak yürüttüğü “bağımlılıkla mücadele”nin anlamına ve etkisine dikkat çekiliyor.

'Suç örgütü'nün ihyası

AKP, sadece 4733 sayılı Kanun çerçevesinde piyasa düzenlemesi yaparak değil, vergi ve teşvik politikalarıyla da ulusötesi sigara şirketlerini desteklemiştir. Burada sadece birkaç örnek üzerinde durulacaktır. Bunlardan ilki yatırım teşvikleridir. AKP iktidarı boyunca, tütün endüstrisinin 60’tan fazla yatırım projesine, başta KDV istisnası ve gümrük vergisi muafiyeti olmak üzere, geniş çeşitlilikte mali teşvik sağlamıştır. Örneğin, 2012’de PHILSA’nın 67 milyon TL ve 2015’te 285 milyon TL sabit yatırım bedelli sigara imalat kapasitesini, ilkinde 31,7 milyar adet/yıl ve ikincisinde 40,9 milyar adet/yıl düzeyinde büyütme projelerine teşvik verilmiştir. Türkiye’nin sigara imalat kapasitesinin 108 milyar adet/yıl’lık kısmı teşvikle hayata geçmiştir. AKP, dahilde ve hariçte işleme rejimleri altında da, tütün endüstrine önemli ihracat teşviği ve ticari fırsat olanağı sunmuştur. Her yıl bu olanaklardan en fazla yararlanan 3 firma PHILSA, BAT ve JTI olmuştur. 

Hem kamu gelirinden vazgeçerek hem de kamu kaynağı kullanarak endüstriye verilen bu teşviklerin kamu maliyesi ve ulusal ekonomi üzerinde doğrudan ve dolaylı çok boyutlu negatif etkisi olduğunun altını çizmek önemlidir. Gerçekten de, teşviklerin yegâne olumlu etkisi ilgili şirketlerin kendi ekonomilerinedir.

Vergi politikasında ise, iktidar ile tütün endüstrisi arasındaki hami-müvekkil ilişkisi içinde biçimlenen kazan/kazan formülü etkilidir. Tütün ürünlerine uygulanan ÖTV oran ve tutarları, vergi gelirleri ile endüstri gelirlerinin maksimizasyonu hedeflenerek belirlenmektedir. 4733 sayılı Kanun’un kendilerine tanıdığı fiyatlama serbestisi çerçevesinde, optimum fiyatlama, dolayısıyla en yüksek kâr elde etme olanağı sunan bu oran ve tutarlar üzerinde ulusötesi sigara şirketleri adeta sörf yaparcasına fiyat belirlemektedir. Kazan/kazan formülü çerçevesinde ÖTV tutarlarının endeksli, kademeli artırımı söz konusuyken, AKP gerektiğinde sigara ÖTV oranında indirim de yapmıştır. Örneğin, 2011 Kasım ayında sigara ÖTV oranını önce %63’ten %69’a yükseltmiş, endüstrinin yüksek oranın çarpan etkisinden şikayeti üzerine, 15 gün sonra geçerli bir gerekçe sunmadan %65,25’e geri çekmiştir. Haziran 2018’de ise bu oranı %63’e düşürmüştür. 2019’da oran %67’ye yükselmekle birlikte, 2020 sonunda %63’e tekrar geri çekmiştir. Günümüzde birkaç ayda bir baş gösteren sigara fiyatı artışları, vergi oranı artışından ziyade, TL’nin değer kaybı ve üretim maliyetlerindeki artışlar nedeniyle, net kârlarını döviz cinsinden yurtdışına aktaran sigara şirketlerinin azalan kazançlarını telafiye yönelik yapılmaktadır. 

İthal tütünden ithalat aşamasında alınan 3000 USD/ton Tütün Fonu, AB müktesebatına uyum gerekçesiyle aşamalı olarak azaltılmış, 2018 yılında ise Cumhurbaşkanı Kararı ile sıfırlanmıştır. Sigara imalatında %88 oranında ithal tütün kullanan ulusötesi sigara şirketlerine büyük maliyet indirimi ve geniş fiyat belirleme marjı sağlayan bu politika ile kamu idaresi azımsanmayacak bir zarara uğratılmıştır. Örneğin 2021 yılında sigarada kullanılan ithal tütün miktarı üzerinden, Tütün Fonu’nun sıfırlanmasının neden olduğu Hazine kaybı, dolayısıyla endüstri kazancı, 273 milyon USD/yıl’dır. Bir Tank Palet Fabrikası veya bir Antalya Limanı kadar kayıp da burada vardır.

'Suç örgütü' ile simbiyotik ilişkiler

AKP ile ulusötesi sigara şirketleri arasındaki ilişkinin en sembolik göstergelerinden biri 15 Temmuz sonrası PHILSA Genel Müdürü Enrique Jimenez’in Türkiye’yi yabancı sermaye yatırımları için güvenli bir cennet olarak tanıtmak üzere “Türkiye Hikayeni Keşfet” kampanyası çerçevesinde kameraların önüne geçmesi ve “Türkiye’ye neden inandığımızı anlatma gibi bir görevimiz var” sözleridir. Bir diğeri, Biz Bize Yeteriz Kampanyası’na PHILSA’nın 4.724.720 TL, JTI’nin 1.255.000 TL bağışta bulunmalarıdır. Ancak bunlardan daha önemli olanı, her yıl Türkiye İhracatçılar Meclisi tarafından düzenlenen İhracatın Şampiyonları Ödül Töreni’nde Erdoğan’ın huzurunda, tütün sektörü ihracat ödülünün her seferinde 3 büyük ulusötesi sigara şirketinden birine bir bakan tarafından verilmesidir. 18 Eylül 2021’de düzenlenen törende Erdoğan ihracat şampiyonlarına hitaben, “Siz bu ülkenin uçbeylerisiniz, elçilerisiniz, yeri geldiğinde serdengeçtilerisiniz. Rabbim hepinizden razı olsun!” şeklinde seslenmiştir.

İkili strateji: AKP hem hükümet hem STK 

20 yıllık politika ve uygulamaları incelediğimizde, AKP’nin hükümet şapkasını başına geçirdiğinde, söz konusu ulusötesi sigara şirketlerine hiç de suç örgütü muamelesi çekmediği, aksine milli muamele ilkesi çerçevesinde onların hukukunu ve kârlarını koruduğu, daha fazla üretim ve ticaret için teşvik ettiği görülüyor. 

Ne var ki, kullanıcılarının yarısını öldüren bir ürün pazarlayan endüstri karşısında ister istemez bu şapka dar geliyor, baş ağrıtıyor. İşte o zaman iki strateji devreye giriyor: Bunlardan ilki, Erdoğan’ın sigara karşıtlığının kamusal alanda sıkça icra edilmesi, konuşmalarında konuya muhakkak yer verilmesi. Bu icraatın iletişiminde, otoritesini kullanarak sigara bıraktırdıklarını “kurtardığı”, “yeniden doğmalarına” neden olduğu yönündeki imalarla, Erdoğan’a dünyevi siyasetçi olmanın ötesinde, Müslümanları bağımlılıktan, günahtan koruyan bir dini liderlik atfediliyor. Erdoğan’ın sigara karşıtlığı, Müslümanları dine dönmeleri için terbiye eden bir dini liderlik görevi tonlamasıyla icra ediliyor.

İkinci strateji ise, başa STK şapkası geçirilmesi. STK’cılığın dayanılmaz hafifliğinin AKP’ye sağladığı geniş olanaklar var. Öyle ki, hayali bir devlet-STK güçler ayrılığı mizanseni yaratılıp, ikisi arasında organik bağ yokmuşçasına, AKP’nin politika ve hukuk koruması altına aldığı şirketler aynı AKP’nin STK türevi tarafından rahatlıkla öcü olarak nitelenebiliyor. Peki, bu söylemdeki öcüyle kimin, nasıl baş etmesi bekleniyor? Her iki stratejide de parmak topluma sallanıyor, toplum uyarılıyor, ürkütülüyor. Yeşilay tarafından hazırlanan kamu spotlarında da görüldüğü üzere, telkin edilen, beklenen, bireysel sorumluluk çerçevesinde, bireyin iman gücüyle öcüye karşı koyması, fetva ile haram ilan edilen tütüne başlamaması, kullanmaması, kullanıyorsa bırakması. 

Bu ikili strateji yıllar içinde AKP iktidarının ideolojik aygıtının asli bir unsuru haline geldi. AKP’ye ve liderine ahlaki üstünlük bahşeden bu stratejiler sayesinde iktidar pekiştirilirken, ulusötesi sigara şirketleri ile yürütülen ilişkiler gözlerden kaçırıldı, başarısız politika ve uygulamaların üstü örtüldü, doğru mücadelenin önü kesildi. Muhalif olarak nitelenen kesimde bile, bir yandan sigara yasakları “alkol yasağı öncülü”, “yasakçı zihniyet tezahürü,” “yaşam biçimi dayatması” olarak nitelense de, diğer yandan birileri ekranlara çıkıp “AKP’nin hiçbir politikasını tasvip etmem, ama sigarayla mücadelesini destekliyorum” dedi yıllarca. 

'Bağımlılıkla mücadele' politikası ve Yeşilay

AKP’nin STK halinin belki en önemli yansıması, alkol karşıtı, gerici, etkisi düşük bir örgütken, bugün “bağımlılıkla mücadele” alanında hükümetin uzantısı, etkin bir kuruma dönüşen Yeşilay’dır. Dönüşümün odağında 2014 tarihli “Madde ve Diğer Bağımlılıklar ile Mücadele Kapasitesinin ve Bu Bağlamda Türkiye Yeşilay Cemiyetinin Değerlendirilmesi” başlıklı DDK raporu bulunuyor. Raporda, “bağımlılık” birey ve toplum ölçeğinde özgürlükleri kısıtlamayı mümkün ve meşru kılan bir gerekçe olarak tanımlanıyor ve Yeşilay’ı “çözüm ortağı” olarak yetkilendirecek ve kamu kaynaklarıyla besleyecek politikaların hızla hayata geçirilmesi isteniyor. DDK’ya göre bağımlılıkla mücadelede kamu idaresi zayıf ve bürokratik kalıyor. Devletin gerçekleştirme imkânı olmayan işleri Yeşilay’in yürütmesi, ancak Yeşilay’ın savunuculuk pozisyonunda kalmaması, daha ileri giderek, doğrudan “operasyonel faaliyetlere yönelmesi” talep ediliyor. Diğer bir deyişle devletin kanunlarla tanımlı bazı görev, yetki ve işlevlerinin bir STK’ya devredilmesi gerekli görülüyor. 

Bugün DDK’nın taleplerinin hepsi gerçekleşmiş bulunuyor. Bağımlılıkla mücadele çerçevesinde yeniden yapılandırılan, yetki devri yapılan, kamu kaynakları tahsis edilen Yeşilay, hem madde bağımlılığının hem de davranışsal bağımlılıkların birbirine geçişkenliği üzerine kurgulanmış, psödo-bilimsel, çocuk pedagojisi açısından sorunlu, ahlakçı, bireyin ıslahına yönelik, örgün öğretimin olanaklarından yararlanan bir dizi eğitim, iletişim, yayın ve tedavi programı uyguluyor.

Bilime, sağlık hakkına ve uluslararası hukuka dayalı tütün kontrolü politikası ve pratiğinden AKP’nin ayrı düşüşünü temsil eden bağımlılıkla mücadele politikasının özellikle gençlere yönelik dinci politizasyonun hem bir ereği hem de mükemmel bir aracı olarak biçimlendirildiği, bunun için tıp biliminin, DSÖ’nün ve ulusal sağlık otoritelerinin seçili olarak kullanıldığı iddia edilebilir. Ancak Erdoğan’ın tam burada çektiği, bağımlılık mücadelesini frenleyen çok belirgin bir kırmızı çizgisi var: Mücadelenin büyük sermayenin (yerli ve yabancı sermaye şirketleri) ve küçük sermayenin (yine AKP tarafından sigara satmak üzere ruhsatlandırılan 180 binden fazla TESK’e bağlı perakendeci esnaf) çıkarlarına dokunmadan, sadece atomize bireye yönelik yürütülmesi gerekiyor. Onlara istediğiniz kadar öcü diyebilirsiniz, ama çıkarlarına dokunamazsınız. Bu haliyle bağımlılıkla mücadele, iflas eşiğine gelen ABD’nin “war on drugs” politikası ile birçok açıdan benzerlikler taşıyor. Her iki politikada da gerçeklik ve retorik arasında gitgide derinleşen bir uçurum var ve temelde yatan hedefin toplumsal denetim ve baskı olduğu belirginlik kazanıyor. 

Gelinen noktada “AKP politikası ve icraatı dökülüyor, yerlerde sürünüyor” denebilir, ancak kritik bir soru, 4733 sayılı Kanun’un ve STK’lar yoluyla toplumda kök salan iktidar modelinin ve bunun izdüşümü politikaların yarın, farklı isim ve formatlarda da olsa, kalıcı olup olmayacağı, ya da neye, nasıl dönüşeceği. Artan sigara tüketiminden kaynaklı bağımlılık, hastalık, sakatlık ve ölüm artışları gerçek, ulusötesi sigara şirketlerinin oligopol gücü de gerçek. İşte bunlar hayalet veya hurafe değil. Bunlarla doğru mücadele, öncelikle siyasi retorik ile gerçeklik arasında derinleşen uçurumu teşhir etmekle, “ıslah/tedavi edilmesi gereken bireysel sorun” yaklaşımına karşı, bu gerçeklerin toplumsallığını ortaya koymakla başlamak zorunda. Bunun ardından, tütün ürünü ve endüstrisi politikasının halk sağlığı ilkeleri üzerinde yeniden inşa edilmesine, kamucu yürütme mekanizmalarının kurulmasına ve ulusötesi sigara şirketlerinin hakimiyetine son verilmesine gereksinim var. Böyle tanımlanınca, doğru mücadelenin ancak ve ancak anti-kapitalist perspektiften verilebilir olduğu gün yüzüne çıkıyor.