Abdullah Özkucur’u yitirdik

Köy Enstitülü yazar, şair Abdullah Özkucur, 101 yaşında hayata gözlerini yumdu.

Haber Merkezi

1942 yılında Çifteler Köy Enstitüsü’nden mezun olan bir köy öğretmeniydi Abdullah Özkucur. Köy Enstitüsü’nün yaşayan tarihlerinden, bir aydınlanma neferi.

Hayatını ülkenin aydınlık geleceği için mücadeleyle geçiren yazar, şair Abdullah Özkucur, 102 yaşında hayatını kaybetti.

Abdullah Özkucur'un cenazesinin yarın Ankara'ya getirileceği öğrenilirken, törenin ayrıntıları daha sonra duyurulacak.

Özkucur'un ardından yazarımız Serpil Güvenç’in daha önce kaleme aldığı bir yazıyı yeniden soL okuruna sunuyoruz:

Özkucur öğretmenin gözünden Köy Enstitüleri

Fakat şunu bil ki, emin ol ki,

Birgün gelecek

Bu kürenin seyri değişecek

Gök yere inecek

Yer göğe çıkacak

Bekle, biraz daha bekle

Kıyamete kadar bekle”

(Abdullah Özkucur, Çifteler, 1942)

Köy Enstitülü bir yazar-ozan olan Abdullah Özkucur, aydın, ilerici, insan onuruna yakışır, güzel günlerin geleceğine inanan ve bu uğurda mücadele vermiş ve vermekte olan bir yoldaşımız, ağabeyimiz. “Öğretmen Olacağım” başlıklı kitabını okumak üzere yanıma aldığımda bazı sayfaların eksik olduğunu gördüm. Ve Zeliha Kanalıcı ve Birsen Sürmeli dostlar sayesinde yazarın üç yapıtına da ulaşma olanağını buldum.

Hacimlerine karşın kitapları bir solukta okudum. Dilin sadeliğinin yanında akıcılığına, olayların sanki çok yakın bir zamanda yaşanmışcasına canlı, ayrıntılı olarak okura sunulmasına ve kalem kıvraklığına hayran kaldım.1 Bunun yanında, köye boş inançlardan, dini doğmalardan arındırılmış, laik, sorgulayıcı ve üretici bir eğitim sistemi taşımaya girişen bir siyasi iradenin bir çocuğun kendi yaşamını değiştirme çabasıyla örtüşmesi sonucunda, çocuğun geleceğinin nasıl değiştiğini anlatan bu öz yaşam öyküsünden çok etkilendim. Okula başladığında “Mızraklı İlmihal”, “Hüccet-ül İslam” ve daha bir sürü hurafeden başka bir şey bilmeyen bir köy çocuğunun, Fransız aydınlanmacıları, Rousseau, Voltaire, Montaigne ile Pestalozzi ve Dewey gibi eğitimcilerle tanışıp köy yaşamının sosyolojisini ve sınıf ilişkilerini anlatan Türk araştırmacılarının kitaplarını okur hale gelmesi ve sonunda Prof. Niyazi Berkes’ten ders alarak onun eserleri üzerine ödev yapacak düzeye ulaşmasının olağanüstü bir başarı olduğunu düşündüm.

Ne var ki, Abdullah öğretmenin eserlerinin değeri bu anlatılanlarla sınırlanamaz. “Öğretmen Olacağım” isimli kitabında2 Cumhuriyetin ilk yıllarında ve Köy Enstitüleri’nin kuruluşuna öngelen yıllarda köydeki hacılı, hocalı “eğitim”i betimlerken, 1940-45 yılları arasında CHP yönetiminin temsilcisi olduğu burjuva sınıfının o günlerdeki siyasal ve ekonomik gereksinmeleri doğrultusunda, kendi sol kanadını oluşturan bakan Hasan Ali Yücel, İsmail Hakkı Tonguç ve Ferit Oğuz Bayır gibi değerli yöneticilerle bu durumu değiştirmeye yönelik çabasını ve karanlığın ve yoksulluğun birbirini beslediği köylerde aydınlığa direnişi de aktarmaktadır bizlere. “Öğretmen Olacağım”ı okurken Yaşar Kemal’i de anımsadım. Kemal, halk topluluklarının okuma hakkını almak için otoriteleri zorladıklarını, Köy Enstitüleri’nin kuruluşunda bu durumun önemli bir etken olduğunu, toprağın yüzünün güldüğünü, cıvıl cıvıl köy çocuklarının kendi okullarını kendilerinin kurduklarını ve donanımlarını köylerine taşıdıklarını yazar. Ona göre, “inanmış toprak adamlarıyla kara güç arasında zorlu bir dövüş” başlamıştır. İftiralara kurban gidenlerin, öldürülenlerin olduğunu ama onların yürüyüşlerini durdurmadıklarını ve yurdu bir ışık gibi bir uçtan bir uca sardıklarını söyler.3

Özkucur öğretmen, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim vakfı tarafından yayımlanan “Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü” isimli eserinde, sadece bir okulun inşasını, köy enstitülerinin özgün ders programını ve uygulamaları anlatmakla yetinmez. Özellikle, İsmail Hakkı Tonguç’un, diğer enstitü kurucularının, öğrenci ve öğretmenlerin mektuplarından ve bu kişilerin bazılarının yaşam öykülerinden oluşan bölüm, enstitülerin kapatılmalarının önünü açan olayları kavramak ve enstitüleri ortadan kaldırmak için girişilen düzenleri görmek için okura ilk elden bilgi sunmaktadır. Bu bağlamda, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nün müzik binasının çatısındaki muşambanın parçalanması üzerine kiremit bulunamayınca çinko ile kapatılan çatının bir uçak pilotunca orağa benzetilmesi ve çalışanların bu nedenle töhmet altında bırakıldıklarını anlatan öykü, ülkemizdeki akıl dışı anti komünizm uygulamalarının bir örneği olmanın ötesinde, kısa bir süre sonra Köy Enstitülerinin kapatılmalarının ve bu bağlamda Hasan Ali Yücel ve diğer yöneticilere kurulacak kumpasın da habercisidir. Tonguç’un Özkucur hoca’ya yazdığı bir mektubundaki ifadesiyle; “karanlıktan hoşlanan … iki ayaklı yaratıklar ışık görünce etrafa şuursuzca saldırmaya” başlayacak ve “ilkel insanların başvurabilecekleri metotlarla aydınlığı silmeye“ yelteneceklerdir.

Kitaptaki yazışmalardan, Aşık Veysel’in köy enstitüleri için yaktığı türküyü öğrendiğimiz gibi, idealist enstitü kurucularının farklı eğitim anlayışlarını, enstitüleri kuran ve kapatan CHP’nin ve İnönü’nün siyasal yalpalamalarını, sermaye sınıflarının parti içi ve dışındaki temsilcilerinin bastırmasıyla bakan H. Ali Yücel’in görevden alınması ve komünistlikle suçlanmasını, onun yerine Köy Enstitüleri düşmanı, gerici Reşat Şemsettin Sirer’in atanmasını, 1950 seçimleri sonrasında iktidara gelen DP iktidarının faşist, gerici eğitim bakanları –Tahsin Banguoğlu ve Tevfik İleri- eliyle Cumhuriyet’in görüp göreceği en aydınlık ve ileri kurumlar olan enstitülere son öldürücü vuruşun nasıl yapıldığına dair bilgilenme olanağını buluyoruz.

Yazarın Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı tarafından basılan üçüncü kitabı “Köy Enstitüleri Destanı”4 başlığını taşıyor. Bu eserde de 17 Nisan 1940 tarihinden Çifteler Köy Enstitüsü’nü bitirdiği 1.11.1942 tarihine değin okulunda yaşadıklarını anlatmaktadır.

Abdullah Özkucur öğretmenimizin yaşayarak yazdığı yapıtları ister istemez insanı enstitülerin kurulma amacını irdelemeye itmektedir. Konuyu araştıranlar, CHP’nin ulaşım ve iletişim olanaklarından yoksun olan ve nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan köylülüğün “Kemalist rejim”i desteklemesini sağlamak istediğini ve bu nedenle de bir okuma/yazma seferberliğine ve “ilköğretim seferberliği”ne giriştiğini, bu nedenle enstitülerin önünü açtığını söylemektedirler. Amaçlanan, Kemalist ideoloji aşılanan çocukların köylere dağılmaları, Kemalizm militanlığının yanı sıra köy çocuklarına okuma/yazma ve temel bilgi ve beceriler kazandırmalarıdır. Ne var ki, İsmail HakkıTonguç, Selahattin Eyüboğlu, Ferit Oğuz Bayır ve Milli Eğitim bakanı Hasan Ali Yücel gibi CHP’nin solunda konumlanmış değerlerin yönetimindeki enstitüler “CHP’nin Kemalist ideolojiyi pekiştirme zorunlu gereksinimi sonucunda toplanan köy çocuklarına, onların sınıfsal nitelikleriyle çakışan bir yetişme ve çalışma ortamı” sağlamışlardır. Köy Enstitüleri sosyalist kurumlar değildirler ama üretim, birlikte çalışma, özgür düşünme, tartışma ortamına olanak veren yasa maddeleri ve bu çalışma metoduna inanmış yöneticiler elinde yetişen köy genci “sınıfsal niteliğini sezinleyecek”, egemen sınıflara karşı solda yer alacaktır5. Avcıoğlu, Köy Enstitüleri hareketinin, başından beri, eşrafın ve bürokrasinin dar ve tutucu kurallarına sığmadığını ve bu nedenle bürokrat çoğunluğun düşmanlığını kazandığını belirtmektedir. Ayrıca, Köy Enstitülerinin Kurtuluş Savaşı’nın milliyetçi- devrimci kadrosunun, güçlü egemen sınıflar aleyhine giriştikleri bir devrim hareketi olduğunu iddia etmektedir.6

Enstitüleri kapatan CHP’nin burjuvazinin siyasal örgütlerinden birisi olduğunu, CHP’nin Köy Enstitüleri’ni kapattığı yıllarda Türkiye’nin emperyalist sistemle iç içe geçme çabalarının yoğunlaştığını, 1948’de NATO’ya girme talebini yapan hükümetin CHP olduğunu, emperyalizmin ise gittiği ülkelerde karanlığa başkaldıran, yaşamını değiştirmeye kararlı köy insanı yerine örümcek kafalı, sorgulamayan, yoksulluğu kader bilen köy insanını tercih ettiğini unutmamalıyız. Enstitüleri kapatma ve emperyalizmle güçlü bağlar kurma işini, sermaye sınıflarının bazı kesimlerinin, ticaret burjuvazisinin ve toprak ağalarının CHP’den koparak kurdukları bir başka sistem partisi olan DP tamamlamış, Türkiye 1952’de NATO üyesi olmuş, ülke Amerikan askeri üsleriyle ve Amerikan askerleriyle doldurulmuş, emperyalist entegrasyon sağlamlaştırılmıştır. Dolayısıyla Köy Enstitülerini kapatan gücün, emperyalizmle entegrasyon sürecinde yurt içinde dikensiz gül bahçesi isteyen iç ve dış sermaye sınıfları olduğunu söyleyebiliriz.

Köy Enstitüleri deneyimi, klasik eğitimin dışına taşan, yüzü bilime ve aydınlığa dönük, sorgulayamaya ve tartışmaya açık olan, teori ve pratiği birleştiren, dinsel doğmaları, batılı, geleneksel geriliği elinin tersiyle iten, demokratik ve ilerici bir eğitim yapısının önemini ortaya koymaktadır. Ama bunun yanı sıra, bir üst yapı kurumu olan eğitimin sınıfsallığını da gözler önüne sermektedir. Emekçilerin yaşamları, burjuvazinin dönemsel çıkarlarıyla örtüşen bazı ilerici çabalarla değil, kendi elleriyle kuracakları emek iktidarıyla değişecektir.

Köy Enstitüleri, AKP iktidarının gerici, bilim dışı eğitim uygulamalarının hızlandığı günümüzde, derslerle dolu çok değerli bir denemedir. Abdullah Özkucur öğretmenimiz ise köy çocukları için yıldızın parladığı o altı aydınlık yılın mimarlarından ve öğrencilerinden birisi olarak tarihe tanıklık yapmaktadır.

Elinize, beyninize sağlık Abdullah Öğretmenimiz !

  • 1. Zeliha Kanalıcı, Abdullah Özkucur’un 1937-1945 yılları arasında Çifteler Köy Enstitüsü’nde öğrencilere verilen sarı defterlere yaşadıklarını not ettiğini ve bu notları sözünü ettiğimiz üç yapıta dönüştürdüğünü anlatmaktadır (Abdullah Özkucur, Ocak 2013, “Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü”, s. 579, Köy Enstitüsü ve Çağdaş Eğitim Vakfı Yayınları, Ankara).
  • 2. Bu kitabın ikinci baskısı Öğretmen Dünyası dergisi tarafından 2015 yılında yapılmıştır.
  • 3. Yaşar Kemal (1989), “Ağacın Çürüğü”, s. 14, YKY Yayınları, İstanbul
  • 4. Kitabın birinci baskısı 1985 yılında Öğretmen Dünyası tarafından yayımlanmıştır.
  • 5. Feyzullah Ertuğrul (Nisan 2001), “Köy Enstitüleri Sistemi ve Düşündürdükleri”, s. 84, Güldikeni Yayınları, Ankara
  • 6. Doğan Avcıoğlu (1975), “Türkiye’nin Düzeni - birinci kitap”, s. 499-500, Tekin Yayınları, İstanbul