4. Yargı paketi ne anlama geliyor?

'AKP’nin bugüne kadar kanunlarda yapmış olduğu tüm değişiklikler ve izlemiş olduğu politika hukuk devleti ilkesinden uzaklaşmak ve kendi hukukunu yaratmak adınaydı.'

Özge Demir

AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından 30 Mayıs 2019’da "Yargı Reformu Strateji Belgesi" açıklanmıştı. Söz konusu belge doğrultusunda hazırlanan dördüncü yargı paketi ocak ayından beri gündemde. Yeni paket 32 madde içeriyor ve 7 ayrı kanunda düzenleme yapıyor.

4. Yargı paketinin taslak metni kamuoyu ile paylaşılmadı, baroların, akademisyenlerin görüşleri alınmadı ancak bazı gazeteciler taslak hakkında ulaştığı bilgileri haberleştirdi. Habertürk’ten Fevzi Çakır’ın haberine göre taslak şunları içeriyor:

  • Eski eşe karşı işlenen kasten öldürme, kasten yaralama, eziyet ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarının işlenmesi “nitelikli hal” kapsamında ele alınacak ve faile verilen ceza artırılacak.
  • Avukatın müvekkili ile görüşmesi, “soruşturmanın amacını tehlikeye düşürecek somut varlıkların bulunması halinde” sınırlanabilecek.
  • Yurt dışı yasağı, ev hapsi gibi adli kontrol kararında üst sınır 2 yıl olacak. Söz konusu yasak, 4 ayda bir gözden geçirilecek. Adli kontrol kararı sebeplerinin ortadan kalktığı kanısına varılırsa, adli kontrol kaldırılacak.
  • Konutu terk etmeme adli kontrol kararı verilmesi halinde, kişinin konutunda geçirdiği iki gün, bir gün sayılarak mahkumiyetinden düşürülecek.
  • Sulh Ceza Hakimlikleri tarafından verilen tutuklama kararlarına karşı itirazları, üst mahkeme olarak Asliye Ceza Mahkemesi değerlendirecek. Katalog suçlar kapsamında verilen tutuklama kararlarında, failin suçu işlediğine dair somut delil bulunması aranacak.
  • Suçlama dışındaki deliller, iddianameye konulmayacak. Ayrıca sanığın beraat etmesi halinde telefon dinleme kayıtları da imha edilecek.
  • Vergi suçlarında uzlaşma yoluna gidilebilecek ve etkin pişmanlık hali uygulanabilecek.
  • Otelde veya yol çevirmelerde hakkında yakalama kararı olduğu tespit edilen kişiler, bir defaya mahsus olarak, belirlenen tarih ve saatte adliyede hazır olacakları konusunda taahhütte bulunmaları halinde gözaltına alınmayacak.

Ayrıca Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, TBMM’de kurulan Kadına Yönelik Şiddetin Araştırılması ve Çözüm Yollarının Bulunmasına İlişkin Komisyon’a yapmış olduğu 4. Yargı paketi sunumunda ısrarlı takibin suç olarak düzenleneceğini belirtti.

4. Yargı paketi beklentileri karşıladı mı?

1-Pakette yer alan bazı maddeler olması gerekeni söylüyor. İddianamede, suç isnad edilen fiillerle ilişkili olmayan veriler veya yasak yollarla elde edilmiş olan veriler zaten bulunmamalıdır. Söz konusu veriler, karara doğrudan esas alınmasa dahi, fail hakkında bir kanı oluşturmak amacıyla dosyada tutuluyordu. Beraat eden sanığın telefon dinleme kayıtları da imha edilmelidir zaten.

2-Israrlı takibin suç olarak düzenlenmesi kadın hakları için mücadele eden herkesin uzun süreden beri talebiydi. Bu yöndeki talep devam ediyor.

Eski eşe yönelik kasten öldürme, kasten yaralama, eziyet ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarının işlenmesi nitelikli hal olarak düzenlenmesi ise yetersiz. Burada esas alınması gereken şey şu anda veya önceden partner olmaktır. Bu partnerliğin devlet tarafından onaylanması, failin daha fazla cezalandırması için bir kriter olarak düzenlenemez. Elbette bir adım atılması önemli ama olması gereken yaklaşım: Şiddeti, ekonomik, fiziksel, cinsel ve duygusal şiddet olarak tanımlamak ve şiddetin meydana gelmesini engellemek için, toplumsal cinsiyet eşitliğini esas alan ekonomik ve toplumsal düzen kurabilmek. Halbuki iktidar tam tersini süreklileştirmiş durumda. Üstelik yakın zamanda İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı almaları da şiddeti besleyen bir eylemdi.

3-Pakette belirtilen bir diğer husus, Sulh ceza hakimliklerinin tutuklama kararları hakkında dikey bir denetleme sisteminin kurulacağı ve adli kontrol kararlarının da sürekli denetleneceği yönünde. Sulh ceza hakimlikleri, 17- 25 aralık operasyonları sonrasında kuruldu ve erişim engelleme, arama, adli kontrol, tutuklama kararları gibi oldukça önemli kararları verme yetkisi ile donatıldılar. Kararları hakkında yatay değil, dikey bir denetleme usulüne geçilmesi oldukça önemli. Ancak söz konusu düzenlemeler yetersiz.

Bilindiği üzere, tutuklama kararları, CMK’nın 100. maddesinde belirlenen kurallar çerçevesinde veriliyor. Kasten öldürme, cinsel saldırı, cinsel istismar, devletin güvenliğine karşı vb katalog suçların işlenmesi halinde de failin fiili işlediğine dair somut delil aranıyor olması önemli elbette. Ancak, tutuklama en son başvurulması gereken bir tedbir. Özgürlüğün esas alındığı bir düzende kişinin tutuklanması için kuvvetli suç şüphesine neden olan somut delillerin varlığı gerekir zaten. Bu halde bile, işin öneminin, kişinin alması beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olması gerekir. Adli kontrol ve tutuklama ile ilgili hükümler hukuka uygun bir şekilde uygulanmış olsa pek çok kişinin zaten tutuklanmasına, hakkında adli kontrol kararı uygulanmasına gerek kalmayacak.

Türkiye’de bir süredir soruşturma evresi “cezalandırma” mahiyetinde. Düşüncelerini dile getiren pek çok kişi, hakaret, cumhurbaşkanına hakaret, terör örgütü propagandası, halkı kin ve düşmanlığa tahrik gibi suçlardan tutuklanıp, günlerce cezaevinde kalabiliyor. Eyleme katılan üniversite öğrencileri terör örgütüne üye olmakla suçlanabiliyor. Hakkında verilen ceza hükmü kesinleşse tutuklanmayacak kişiler, soruşturma aşamasında, siyasi nedenlerle günlerce hapiste kalabiliyor. Önemli olan bu anlayışı değiştirmek.

Avukatların adli kontrol veya tutuklama kararlarına yapmış olduğu hiçbir itiraz da fayda etmiyor. Haksız yere tutuklanan kişilerin tahliye edilmesi için hakkında iddianamenin kabul edilerek ilk duruşmanın yapılmasını beklemek gerekiyor. İmza atma ve/veya yurt dışına çıkma yasağı ise bazen 3-4 yıl sürüyor ve fiilen bir ceza halini alıyor.

Tutuklamanın zorlaştırılmasını tersten okumak da mümkün. İlgili düzenleme gerçekten tutuklanması gereken kişilerin, örneğin cinsel istismar, cinsel saldırı, kasten öldürme, kasten yaralama fiillerini işlediğinden şüphelenilen kişilerin, tutuklanmasını zorlaştırma tehlikesini de barındırıyor.

4-Söz konusu paketin en dikkat çekici yanı hukukun en önemli güvencesi olan savunma hakkını kısıtlıyor olması. Avukatın müvekkili ile görüşmesi, “soruşturmanın amacını tehlikeye düşürecek somut varlıkların bulunması halinde” sınırlanabilecek. “Soruşturmanın amacını tehlikeye düşürecek somut varlık” ifadesinin, hukuki değil de keyfi olarak tanımlanacağı açık. Savunma hakkı hem somut gerçeği ortaya çıkarmak için vazgeçilmez hem de suç isnadı altında bulunan kişi için adeta yaşam güvencesi. Avukatı ile görüşemeyen kişinin işkenceye uğrayıp uğramadığını, baskı altında olup olmadığını bilemezsiniz. Şu an ki uygulama zaten özellikle soruşturma aşamasında avukatı, soruşturmanın dışına çıkarmak yönünde. İlgili düzenlemenin kanunlaşması halinde de bu durum pekişmiş olacak. Güçlü bir savunma yoksa, yargılama faaliyeti de olamaz.

Reform adı altında bir süslemeden ziyade, adil bir yargılanma, tarafsız ve bağımsız mahkemelerin varlığı kişi güvenliği için en önemli güvence. Esas düzenlemelerin bu doğrultuda yapılması gerekirdi. Tarafsız ve bağımsız mahkemeler için, hakim ve savcıların ayrı ayrı kurullarda toplanması, yürütmenin bir unsuru olan Adalet Bakanının, HSK’nın doğal üyesi ve başkanı olmaması, Adalet Bakanlığı müsteşarının HSK’nın doğal üyesi olmaması gerekirdi. Aynı zamanda HSK’nın hakim ve savcıların seçilmesi, atanması ve disiplin kurulu işlerini de üstlenmemesi, hakimler için coğrafi teminatın bulunması, bu işlemlerin tamamının da objektif kriterlere göre yapılması gerekirdi. Anayasa Mahkemesi’ne ve HSK’ya üye atanmasının da siyasi etkilerden arındırılması gerekirdi.

Reformun bunlardan söz etmesi mümkün değil çünkü AKP’nin hukukta reform yapma ehliyeti yok. AKP’nin bugüne kadar kanunlarda yapmış olduğu tüm değişiklikler ve izlemiş olduğu politika hukuk devleti ilkesinden uzaklaşmak ve kendi hukukunu yaratmak adınaydı. Söz konusu reform paketine de bu çerçeve ile yaklaşmak gerekir.