Bugün, 26 Temmuz 1953’ün, yani Fidel ve arkadaşlarının, sonunda sosyalist bir devrimle taçlanacak mücadele yolunu örmeye başladıkları eylem olan Moncada Kışlası Baskını’nın 67. yıldönümü.
26 Temmuz, Küba halkı için tarihi bir öneme sahip. Her yıl Ulusal İsyan Günü olarak kutlanan bu gün, bu yıl Covid-19 pandemisinin yarattığı tüm olumsuzluklara rağmen Küba halkı tarafından coşkuyla kutlanmaya devam edecek. Devlet Başkanı Miguel Diaz Canel’in de Twitter hesabından duyurduğu üzere, her Kübalı bayrağını alarak her evi ve işyerini kutlama alanına dönüştürecek. Küba halkı, pandemi koşullarında bile hız kesmeyen ABD emperyalizminin barbarlığına ve bir soykırım haline dönüşen ABD ablukasına boyun eğmediğini ve mücadelesinde kararlı olduğunu bu 26 Temmuz’da da göstermiş olacak.
1 Ocak 1959’da Küba Devrimi’ni gerçekleştirecek önderlik olan 26 Temmuz Hareketi, adını Moncada ve Carlos Manuel de Céspedes Kışlaları’na yapılan baskınların tarihi olan 26 Temmuz 1953’ten alır. Tüm gücünü ve güvenini Küba halkından alan 26 Temmuz Hareketi, mücadelesinin hedefini sadece o dönem iktidarda olan faşist Batista hükümeti olarak değil, elli yıllık yeni sömürgeci dönemde adaya hâkim olan rejim olarak kavraması sayesinde de başarıya ulaşarak tüm dünya halkları için umut ve heyecan yaratan Küba Devrimi’ni gerçekleştirmiştir.
26 Temmuz 1953: Moncada Kışlası Baskını
Küba’da 10 Mart 1952’de Fulgencio Batista askeri darbeyle iktidara geldi ve 1 Ocak 1959’un arifesinde Küba’yı terk edene kadar ülkede gericilik, baskı ve zulüm hüküm sürdü. Batista, toplumu, önceki Başkan Prio Socarras’ın iktidarını daha da sağlamlaştıracak olan kişisel darbesinin önüne geçmek amacıyla bir darbe gerçekleştirdiğine inandırmaya çalıştı ama bu konuda başarılı olamadı. Toplumun ilerici kesimlerini buna ikna edemedi.
O günlerde henüz genç bir avukat olan Fidel Castro “Devrim değil, bir felaket” başlıklı bir yazı kaleme alarak Kübalıları diktatörlüğe karşı mücadeleye davet ediyordu: “Bir kez daha bir tiranla karşı karşıyayız; ama Mella, Trejo ve Guiteras gibi insanlar da ortaya çıkacaktır. Anayurtta baskı var ama bir kez daha özgürlük günü gelecektir.”
Darbeyle iktidara gelen fiili hükümetin ilk adımı ise, dönemi itibariyle kıtanın en gelişkin anayasalarından biri olarak değerlendirilen 1940 Anayasası’nı yürürlükten kaldırmak oldu. Anayasal güvenceler askıya alındı, grev hakkı ve başka kazanımlar ortadan kalktı.
Batista diktatörlüğünün tüm baskısına rağmen ülkede işçi ve öğrenci hareketliliği de artarak devam ediyordu. Bu kitle hareketliliğinin silahlı bir halk ayaklanmasıyla birleştirilmesi gerektiğini savunan Fidel ve arkadaşları, Oriente Eyaleti’nin başkenti Santiago de Cuba kentindeki, ülkenin ikinci büyük askeri garnizonu olan Moncada Kışlası’na bir baskın düzenlemeye karar verdi. Bu eylemi desteklemek için de Bayamo’daki Manuel de Céspedes Kışlası’nın eşzamanlı olarak ele geçirilmesine karar verildi.
Harekât günü eyleme geçilmeden önce Fidel, 134 devrimciye dönerek kısa bir konuşma gerçekleştirdi: “Yoldaşlar! Birkaç saat içerisinde kazanacak ya da yenileceksiniz, fakat her ne olursa olsun, bu harekât zafere ulaşacak. Yarın kazanırsak, José Martí’nin rüyası daha çabuk gerçek olur. Tersi gerçekleşirse, eylem, bizim bayrağımızı ve yürüyüşümüzü ileri taşımak için Küba halkına örnek olur. Halk, Oriente’de ve adanın her yerinde bizi destekleyecektir. Yüz yaşındaki Havari’nin genç adamları! 1868’de ve 1895’te olduğu gibi burada, Oriente’de Ya Özgürlük Ya Ölüm diyerek ilk çığlığı atıyoruz.”
Plan, içtima saatinde hızla kışlaya girmek, nöbetçileri etkisiz hale getirdikten sonra hızla silah depolarına el koymak ve kışladaki askerlere isyana katılma çağrısı yapmaktı. Fidel ve arkadaşları, Bin askerlik kışlayı bir grup devrimci gencin silahla alt etmesini planlamıyordu. Güvendikleri, darbeci Batista hükümetinin gayrımeşruluğuydu. Halkın, haklı mücadelelerinden yana tavır almasına güveniyorlardı.
Harekat sırasında, kışlaya komşu adliye ve hastane binalarını ele geçirmekle görevli gruplar görevlerini yerine getirdiler ancak Fidel komutasındaki ana grup, beklenmedik bir şekilde alanda devriye gezen bir müfrezeyle henüz kışlaya ulaşmadan karşı karşıya gelince çok erken bir vakitte kendini çatışmanın ortasında bulmuş oldu. Çatışma mevzi savaşına dönüştüğü için devrimciler, kışladaki askerlere göre daha dezavantajlı bir konumda mücadeleye devam ettiler. Bu elverişsiz koşullarda savaşmaya devam etmenin toplu intihar anlamına geldiğini kavrayan Fidel geri çekilme kararı aldı.
Kışla baskınlarında altı devrimci hayatını kaybetti, ancak geri çekilmenin ardından rejim güçlerince yakalanan 55 devrimci öldürüldü. Fidel ise birkaç yoldaşıyla beraber 1 Ağustos 1953’te pusuya düşürülerek Santiago de Cuba cezaevinde hapsedildi.
Fidel, 16 Ekim 1953’teki duruşmada tarihe geçecek bir savunma yaptı. Fidel’i sanık olmaktan itham edene dönüştüren savunması, Küba tarihinin en önemli belgelerinden birisidir. Fidel, cezaevinde bu savunmayı “Tarih Beni Aklayacaktır” başlığıyla gizlice yeniden kaleme alarak Havana’daki yoldaşlarına gönderdi. “Tarih Beni Aklayacaktır” 1954’te basılı hale getirildi.
1955 yılında halkın büyük bölümünün af talebinde bulunmasının baskısıyla Batista, Fidel ve yoldaşlarını da kapsayan af yasasını kabul etti ve 15 Mayıs 1955’te serbest bırakıldılar. Fidel tahliye olduktan sonra, baskını gerçekleştiren örgütlerinin 26 Temmuz Hareketi adını alması kararlaştırıldı.
26 Temmuz Hareketi bütün ülkede devrime kadar sürecek olan toplumsal hareketin, yeraltı direnişlerinin ve mücadelenin örgütleyicisi oldu.
Serbest bırakılmalarına rağmen sıkı gözetim ve baskı altında olan Fidel ve yoldaşları, Küba’da açık siyasi mücadele yürütmelerinin imkansız olduğunu fark ederek 7 Temmuz 1955’te Meksika’ya gittiler. Burada daha güçlü bir şekilde Küba’ya dönmek ve devrimci mücadeleyi örgütlemek için çalışmalarda bulundular.
25 Kasım 1956 tarihinde aralarında Fidel, Raúl, Che, Almeida ve Camilo'nun bulunduğu seksen bir kişilik grup, 26 Temmuz Hareketi’nin Küba’daki ayağıyla buluşarak mücadeleyi örgütlemek üzere Granma teknesiyle adaya doğru yola çıktı. Kırsalda Fidel önderliğinde devam eden silahlı mücadele kentlerde direniş örgütlerinin mücadelesiyle birleşerek 1 Ocak 1959’da Küba Devrimi’nin başarıya ulaşmasını sağlamıştır.