Hareket Ordusu 19 Nisan’da Çatalca’daydı. Ordunun başında Mahmut Şevket Paşa vardı, Kurmay Başkanlığı görevini Enver Bey üstlenmişti. 19-21 Nisan tarihleri arasında Resneli Niyazi’nin Ohri Milli Taburu, Arnavut Başkim Kulübü üyeleri, eski Bulgar Komitecileri Sandanski ve Paniçe’nin, Rum kaptanlar Keta Cevarablo ve Krayla’nın, Arnavut Bayram Fehmi Çirçis’in birlikleri başta olmak üzere Türk, Arnavut, Rum, Ermeni, Yahudi asker ve gönüllüler İstanbul önlerine gelerek Hareket Ordusu’na katıldılar. Darülfünun talebeleri, İstanbul’daki kıtalarından kaçan subaylar, İzmit’ten gelen Müslüman, Rum ve Ermeni gönüllüler de Yeşilköy’deki orduya katıldılar.
22 Nisan’da Yeşilköy’e gelen bir grup Ermeni kadın, Hareket Ordusu yetkililerine üzerinde “Yaşasın Vatan, Yaşasın kanun-ı Esasi” yazılı bir bayrak hediye ettiler. Vartkes Efendi kadınların tutumunu öven bir konuşma yaptı. Bayrağı ve çiçek demetini alan Enver Bey ve diğer zabitler, Ermeni kadınların bu jestine, “Yaşasın Taşnaksutyun Cemiyeti!” diyerek alkışlarla karşılık verdiler.
24 Nisan’da Enver, Fethi (Okyar), ve Hafız Hakkı (Paşa) Beyler’in başlarında oldukları birlikler İstanbul’a girdiler. Kâğıthane-Şişli üzerinden gelmekte olan birliğin kumandanı Kurmay Kolağası Muhtar Bey, Taksim Topçu Kışlası’ndan (Gezi Parkı) açılan ateşle vuruldu. Şiddetli çatışmaların ardından Babıali, Taşkışla, Taksim Topçu Kışlası ve Maçka Kışlası gibi direnen yerler top ateşine tutularak ele geçirildi. Selimiye Kışlası daha kolay teslim oldu. Hareket Ordusu 25 Nisan’da İstanbul’a büyük oranda egemen oldu. Taşkışla’da ve Taksim Topçu Kışlası’nda ölen isyancı askerlerin gece yakındaki Surp Agop Ermeni Mezarlığı’na gömüldükleri söylentisi çıktı. Hareket Ordusu kuşatma altında tuttuğu Yıldız Sarayı’na 26 Nisan akşamı girdi. Nihayet, 31 Mart’ta başlayan gerici ayaklanma tamamen bastırılmıştı.
Resmi verilere göre, Hareket Ordusu’ndan 44 ölü, 95 yaralı, ayaklananlardan 240 ölü, 475 yaralı vardı. Binbaşı Muhtar Bey ve diğer Hareket Ordusu şehitleri, Gümüşsuyu’ndaki Alman Büyükelçiliği’nin önünde, büyükelçinin de katılımıyla yapılan törenin ardından kortej eşliğinde Şişli’ye götürüldüler ve Hürriyet-ı Ebediye adı verilen bir tepeye defnedildiler.
Toplu mezarların başında bir konuşma yapan Enver Bey, “Müslümanların ve Hıristiyanların yaşarken ve ölürken, bundan böyle hiçbir ırk ve inanç ayrımı tanımaksızın yurtsever arkadaşlar olduklarının nişanesi olarak yan yana yattıklarını” vurguladı. Kolağası Muhtar Bey’in atının üstünde Taksim Kışlası’ndan açılan ateşle vurulduğu yere “Şehit Muhtar Caddesi” adı verildi...
Şeriata karşı omuz omuza!
Hekim kökenli tarihçi Sacit Kutlu “Balkanlar ve Osmanlı Devleti” adlı kitabında 31 Mart gerici ayaklanması ve ardından yaşananları böyle anlatıyor.
Yukarıdaki olaylar 13 Nisan 1909 ya da 31 Mart 1325 tarihinde “Padişahım çok yaşa”, “Şeriat isteriz” diye ayaklanan alaylı askerlerin ve softaların isyanının bastırılmasının hikayesidir. Yağma, cinayet, linç, binaları yakıp yıkma ile başlayan bu gerici ayaklanma askerlerin katılımıyla büyümüş, ancak Hareket Ordusu’nun gelip bastırmasıyla son bulmuştur.
Fakat “Hürriyet” davasının birleştirdiği insanlar çok değil üç-beş yıl sonra karşı karşıya geldi. Eski dünya hızla bir büyük savaşa doğru yuvarlanıyordu. Şaşkın Osmanlı eliti ülkeyi elinde tutma çabasının paniği içindeydi. Emperyalist güçlerin parmağı her yerdeydi. Sonra yine bir Nisan gününde, Hürriyet davası için İttihatçılarla birlikte omuz omuza savaşan Ermeniler bir bir toplanıp sürgüne gönderildi. Sonra o büyük dram, tehcir… Çabalar, ülkenin ve devletin paramparça olmasını engellemedi ve geride büyük bir insanlık ayıbı ve inanılmaz dramlar bıraktı.
Ama nihayetinde bütün bunlara karşın, Hürriyet-ı Ebediye ya da Abide-i Hürriyet tepesinde Müslüman ve Hıristiyan, Yahudi ve Arnavut, Türk ve Rum, Bulgar çeteciler ve Rum kaçakçılar yan yana, koyun koyuna yatıyor. Geçmişin aydınlık yanıdır bu!
Aydınlanma birleştirir
Milliyetçilik ve din davası böler, aydınlanma ve özgürlük mücadelesi birleştirir. Öyle olduğu için gerici ayaklanmayı bastırmak için koşan Hareket Ordusu Ermeni kadınlar tarafından çiçeklerle karşılanır, “Yaşasın Vatan, Yaşasın kanun-ı Esasi” şarkısı hep birlikte hep bir ağızdan söylenir.
31 Mart gerici ayaklanması 1909’da, demek ki 113 yıl önce başlamıştı. Abdülhamit iktidardaydı. Yobazlardan oluşan bir güruh “şeriat isteriz” çığlıklarıyla ayaklandılar. Hamit sarayında olup biteni sessizce izlemekle yetindi. Başarırlarsa baş ağrısı İttihatçılardan kurtulmuş olacaktı nihayetinde.
Ayaklanma tamamen bastırıldıktan sonra Abdülhamit alaşağı edildi ve Selanik’e sürgüne gönderildi. Devirenler yerine Hamit’in kardeşi Mehmet Reşat’ı oturttu. Kurulan Divan-ı Harpte yargılananlardan 70’i idama, 420’si çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı. Ayaklanmanın sembol isimlerinden Derviş Vahdeti 19 Temmuz 1909’da idam edildi. Önünde ipe çekildiği Ayasofya Camisi’nin müezzini, Nakşibendi tarikatı üyesi, Said Nursi’nin de yazdığı Volkan gazetesinin kurucusuydu. Sarayın desteğini alan gazete, İslamcılık propagandası yapıyordu. Doğan Avcıoğlu “31 Mart’ta Yabancı Parmağı” adlı kitabında bu tabloya bir de İngiliz Emperyalizmini ilave eder ki, emperyalizme sırtını dayamadan gericilik mümkün değildir.
113 yıl sonra yeniden her şey yerli yerinde. Sultanlar, saraylar, nevzuhur dervişler, gerici gazeteler, emperyalizmin kışkırtıcı parmakları, her boydan Nakşi tarikatçıkları, saray yalakası soytarı bürokratlar tarih sahnesinde tutunmak için debelenip duruyor. Yalçın Küçük’ün deyişiyle “Türkiye’nin uzun 31 Mart’ını” yaşıyoruz hâlâ. Esası 31 Mart’ı Uzun 31 Mart’ın dışına doğru uzatmaktan ibarettir. Sonunda yenilmeleri kaçınılmazdır.
Bugün 31 Mart. Ve 31 Mart’ın sloganı güncel hâlâ: Kahrolsun istibdat ve yaşasın hürriyet!