2008 yılından beri İrlanda büyük ekonomik ve sosyal sorunlarla mücadele etmeye çalışıyor. Milyar dolarlık şirketlerin üssü haline gelen ülkede bunun emekçilere sağladıkları zenginlik bir yanılsama.

İrlanda: Hayali bir cennet mi, sömürünün ve ırkçılığın toplumu kemirdiği bir kapitalizm mi?

Bir gazetecinin kendisini şanslı kabul edebilmesi için kaos dönemlerinde coğrafi olarak nerede konumlandığına bakması gerekir. Konuyu sadece gazetecilik alanına sıkıştırmayalım. Sosyal bilimler alnında çalışan iyi bir araştırmacı için de aynı olgu geçerli ve önemlidir. Burada, temel bir ön yargıyı öncelikle aşalım. Sosyal bilimler ya da genel olarak toplumsal araştırmalar sanıldığının aksine sadece kitap okuyarak ve bilgisayar başında çalışarak yapılan bir bilimsel üretim kesinlikle değildir.

İrlanda’ya geldiğim ilk yılda siyasi sarsıntılar ve koronavirüs salgınıyla yüzleşmek zorunda kalmam, genel düşünce bağlamında korkunç bir talihsizlik olarak değerlendirilebilir. Evet, itiraf etmem gerekirse bu süre zarfında sosyal yaşamın gerilemesine bağlı olarak çeşitli zorluklar yaşadım. Buna rağmen görece merkezi ve herkes tarafından bir refah devleti olarak kabul edilen İrlanda’da olmam bu makalede kaleme alacağım zorlu iki seneyi ön yargılardan arınmış bir biçimde analiz/rapor etmemi sağladı.1 İrlanda adasına ayağımı attığım andan itibaren zihnimi bir dakikalığına bile güncel olaylardan uzak tutamayacağım bir çalkantının içerisinde buldum kendimi. Bunda ilk senemi ABD elçiliğine yakın bir konumda Dublin Ballsbridge’de yaşamamın etkisi büyük. Meclise (Dáil Éireann) ve merkezi kamu binalarına yürüme mesafesinde olduğum için ülkeye geldiğim günden itibaren siyasi ve toplumsal hareketliliği yakından gözlemledim.

İrlanda’da siyasi krize dair ilk işaret fişeği İngiltere’den geldi. Brexit sürecinin ateşli savunucusu Boris Johnson 12 Aralık 2019 Perşembe günü yapılan erken genel seçimlerde beklenilenin ötesinde bir başarı elde etti ve İngiltere’nin AB’den çıkışı bu sonuçla birlikte kesinleşti. Erken genel seçimde Muhafazakâr Parti (Conservative Party) lideri Johnson %43,6 oy oranıyla avam kamarasında 48 sandalye daha kazandı. Muhafazakâr partinin rakibi İşçi Partisi (Labour Party) lideri Jeremy Corbyn parti içi rekabet sonucunda ezici bir mağlubiyet aldı. Corbyn, %32,1 oy oranıyla avam kamarasında 60 sandalye birden kaybetti. Partinin bir önceki seçimdeki oy oranı %40’dı. Jeremy Corbyn, özellikle Türkiye’de estirilen sempati rüzgarına rağmen seçim öncesi kendi ülkesindeki popülaritesini ciddi bir biçimde kaybetmişti. Açıkçası Corbyn, milyonlarca sterlinlik seçim propagandası ve parti içi muhalefet tarafından adeta kuşatılmıştı. İşçi Partisi liderinin partinin başına geçmesiyle birlikte dünyadaki bazı sol hareketlerde güçlü bir umut yaratması oldukça sorunluydu. Jeremy Corbyn, geçmişteki görece devrimci eylemliliklerine bakılarak değerlendirilebilecek ve buradan hareketle umut devşirilecek bir lider hiçbir zaman olmadı. Corbyn’in partinin solunda durması ve Filistin sorununa dair radikal söylemlerde bulunması onu işçi partisinin devrimci lideri yapmaya yetmedi. Parti içi muhalefet Keir Starmer öncülüğünde atağa kalktığında eli kolu bağlı bir biçimde anti-semitist (Yahudi düşmanlığı) suçlamalarının gölgesinde İşçi Partisi liderliğinden sessizce çekildi Corbyn. Neticede İngiltere erken genel seçim sonuçları, yaratılan hayallerin darmadağın olduğu bir seçim oldu. İşçi Partisi, Keir Starmer ve ekibinin eline geçti. Starmer, partinin başına geçer geçmez ülkenin Ortadoğu’da oynadığı emperyalist rollere geri döneceğini açıkladı. AB’den çıkışın kesinleşmesi, İskoçya ve İrlanda’da derin sarsıntılara neden oldu. İskoçya yeniden bağımsızlık söylemine dönerken, İrlanda siyasi eliti panik içerisinde, yıpranan Fine Gael lideri Leo Varadkar hükümetiyle ne yapacağını kara kara düşünüyordu. İngiltere’deki siyasi dalganın etkileri öyle büyüktü ki Başbakan (Taoiseach) Leo Varadkar, 14 Ocak’ta hızlı bir kararla iktidardan çekildi ve erken genel seçimlerin tarihini 8 Şubat 2020 olarak ilan etti.

Tüm bu çalkantılar yaşanırken küresel bir salgının kapıda olduğundan ve hayatımızı kökünden etkileyeceğinden habersizdik. Makalenin başında bahsettiğim gibi coğrafi yakınlık ya da uzaklık düşüncelerinizi şekillendirmede kritik bir öneme sahip. Çin’de ortaya çıkan salgının bölgesel bir salgın olduğunu düşünüyor ve zihinlerimizi karartan medyanın, gözleri körelten ışığının etkisinden salgın evlerimizi vurana dek kurtulamıyorduk. Ragbi turnuvaları devam ediyor, BallsBridge’deki Aviva Stadyumu, çılgın kalabalıklar tarafından hınca hınç dolduruluyordu. Şimdi, dönüp baktığımda bir avuç zenginin milyonlarca işçinin yaşamıyla nasıl alay ettiğini net bir biçimde görüyorum. İmparatorluğun yurttaşlık payesiyle ödüllendirilmiş yurttaşlarının o kadar da şanslı olmadığını deneyimleyeceğimiz zaman çok uzak değildi. İmparatorluk tanımlamasının bugünkü emperyalist yönetimler için kullanılmasının bu yönetimlere sınırsız bir güç ve yenilmezlik bahşettiğini düşünenlerden değilim. Diyalektik olarak en güçlü olduğunu düşündüğümüz an bu yönetimlerin en zayıf olduğu anlara işaret ediyor olabilir. İmparatorluk Roma’sı gücü temsil ettiği kadar çöküşü de temsil ediyordu. Oldukça ironik; sömürücüler devrimci kodlarından uzaklaştıkça daha fazla geçmişe tutunmaya ve geçmişe tutunarak ayakta kalmaya çalışıyor. Bir sistemin kendisini var ederken geçmişe tutunması çok olağan. Sömürüyü artırmak için geçmişe tutunması ise olağandışı. Çünkü, çürümeye ve çöküşe işaret ediyor.

“Bazıları Roma ile günümüz Amerika imparatorluğu arasında açık karşılaştırmalar yapıyor. George Bush’un neo-muhafazakâr Dışişleri Bakanı Donald Rumsfeld’in makamı hâkimiyetlerini nasıl sürdürdüklerini ve Birleşik Devlet’in onlardan ne öğrenebileceğini sorarak, Roma’nın da dahil olduğu büyük imparatorluklar hakkında özel bir çalışmaya sponsor olmuştu. Avrupa Birliği tarafından savunulabilecek “insan hakları ve kozmopolit değerler dünyasında kabul edilebilecek… yeni bir emperyalizm biçimi” tahayyül eden İngiliz diplomat Robert Copper, “Roma gibi, bu topluluğun da yurttaşlarına yasalarından bazılarını, bazı paralarını ve çok amaçlı yolu sağlayabileceğini” ileri sürüyordu. İslamcı militan Usame bin Ladin, “Romalıların akınlarını püskürtmek için genel bir seferberlik hazırlanması” çağrısında bulunduğunda, bu Amerika’nın Irak işgaline karşı cihat için kullandığı bir metafordu”2

Anlaşılan o ki emperyalistler ‘Doğu’nun zenginliklerini yağmalamak için daha fazla geçmişin güçlü ‘Roma İmparatorluğu’ imgesine tutunmaya çalışıyor. Ortada bir imparatorluk olduğunu varsayarsak, kitlesel katliamlar, vahşi sömürü ve salgın hastalıklar bir türlü def edilemeyen kötü ruhlar gibi insanlığı rahatsız etmeye devam edecek gibi görünüyor. “Eski çağ tarihçileri Tom Holland ve Peter Jones, BBC History Magazine için kaleme aldıkları bir yazıda, Birleşik Devletler’in gücünün Roma imperium’uyla benzerlik taşıyıp taşımadığını tartıştılar. Ve önde gelen solcu bir entelektüel olan Alex Callinicos, yakınlarda yayımlanan The New Mandarins of American Power isimli kitabında, Irak’ın 2003 yılında Birleşik Devletler ve Britanya tarafından işgalini, Roma imparatoru Iulianus’un 4. yüzyıldaki istisnalarıyla kıyaslar. Öyle görünüyor ki geçmiş bugünle ilgilidir”3. İrlanda, tarihsel nedenlerden dolayı ABD için kritik öneme sahip bir müttefik. Ayrıca ABD’nin ve şirketler oligarşisinin (Apple, Facebook, Google vb.) Avrupa’ya açılan kapısı olduğu da rahatlıkla söylenebilir. Bu yüzden İrlanda’yı kimin yöneteceği İngiltere’den daha fazla ABD’yi ilgilendirir.4 İmparatorluğun merkeze yakın güçleri sağlam olarak elinde tutması en önemli amaçlardan biridir. İrlanda’daki protestoların odak merkezi olan Shannon havalimanı, ABD askeri gücüne büyük bir lojistik destek sağlıyor. Milyonlarca insanın geleceğini karartan bombardımanların planları bu merkezden yapılmış olabilir. Emperyalist ekonomi ve askeri yönetim için bu derece kritik öneme sahip bir ülkede yapılacak seçimlerde herhangi bir tökezleme kesinlikle kabul edilemez. Böylesine güçlü ülkelerle çevrelenmiş ve ekonomisi tamamen ele geçirilmiş bir İrlanda’nın işi görüldüğü kadar kolay değil.

Yine de 8 Şubat 2020’de gerçekleştirilen erken genel seçimin sonucu, İrlanda merkez siyasetini bir süreliğine krize ve kargaşaya sürüklediğini düşünebiliriz. İrlanda’da toplam 3,4 milyon kişi oy kullandı. Sinn Fein’in tüm bölgelerde aday göstermemiş olması merkez partiler için can simidi olmuş gibi görünüyor. Sinn Fein tüm bölgelerde aday göstermiş olsaydı teknik olarak tek başına iktidar olması kesin gibi görünüyordu. Partinin neden İrlanda genelinde aday göstermediği ise muamma. Cork Milletvekili Pat Buckley ile yaptığım görüşmelerde verdiği cevapların yeterli olduğunu düşünmüyorum. Yani Sinn Fein’in aday göstermediği bölgelerde önceki seçimlerde varlık gösterememiş olması tek ve önemli gerekçe olarak gösterildi. Oysa erken genel seçime doğru gidilirken toplumdaki huzursuzluk en üst düzeydeydi ve toplumu doğru analiz edenler Sinn Fein’in devrim niteliğindeki çıkışına şaşırmamışlardı. Pat Buckley, medyanın seçimi yorumlama biçiminin doğru olduğunu söylemiş ve seçim sonuçlarının İrlanda için bir devrim olduğunu ifade etmişti. Gerçekten de Gerry Adams’dan beri İrlanda Cumhuriyeti’nde sert bir biçimde bastırılmış ve propaganda yapması engellenmiş bir hareket için aşağıdaki sonuçlar merkez siyasetindeki taşları yerinden oynatmıştı.

Genel seçim sonuçlarına göre: Fianna Fáil %22.2, Fine Gael 20.9, Sinn Fein 24.5 ve Green Party %7.1 oy aldı. Oy oranları öylesine eşit dağılmıştı ki yıllardır sistemi domine eden FF ve FG hükümeti oluşturma yeterliliğine sahip değildi. On yıl öncesine kadar kitle iletişim araçları vasıtasıyla propaganda yapması yasaklanan SF aldığı oy oranıyla yüz yıldır bozulmayan siyasi dengeyi altüst etmişti. Bu makalenin konusu olmamakla birlikte İrlanda’daki yüzyıllık burjuva diktatörlüğüne kısa bir biçimde değinmekte fayda var. İrlanda Bağımsızlık Savaşı 21 Ocak 1919’da başlamış ve 11 Temmuz 1921’yılında sorunlu bir anlaşmayla (İngiliz-İrlandalı Antlaşması) İrlanda adası ikiye bölünmüştü. 24 Nisan 1916’da Paskalya Ayaklanmasıyla yakılan cumhuriyet ateşi, 1921 yılına gelindiğinde sınırlı bir zaferle sonuçlanmıştı. 6 Aralık 1921 yılında kurulan İrlanda Özgür Devleti (Serbest İrlanda Devleti olarak da bilinir) kuzeyi (Kuzey İrlanda/Başkent Belfast ve çevresini) İngilizlerin kontrolüne bırakıyor ve Krala bağlılık yemini etmeye devam ediyordu. Bağımsızlık kazanılana dek yan yana olan Sinn Fein ve IRA saflarında dövüşen taraflar, bu sorunlu anlaşmanın kabulü sonrası hızlı bir ayrışma yaşadı. 1919'dan 1923'e kadar James Connolly ve arkadaşlarının İşçi Cumhuriyeti vizyonu İrlanda burjuvazisi tarafından kanlı bir savaşla durduruldu. soL gazetesinde röportaj yaptığım yazar Liam Cahill, 1921 yılında kurulan İrlanda Özgür Devleti’ni şu şekilde tanımlıyor: “Aralık 1921'de İngiltere ile imzalanan bir Antlaşma ile kurulan İrlanda Özgür Devleti, Katolik işverenlerin ve burjuvaların hâkim olduğu muhafazakâr bir devletti”.5 Katolik burjuvaların hakimiyetindeki burjuva devleti, cumhuriyetçi ve sosyalist güçlere savaş ilan etmekte gecikmedi. FG kurucusu olarak kabul edilen Michael Collins, merkezi hükümetin Genel Kurmay Başkanı olarak savaşı yönetti. 28 Haziran 1922’de başlayan İrlanda iç savaşı bir yıl bile sürmeden 24 Mayıs 1923 yılında sona erdi. Savaş sırasında çıkan bir çatışmada Michael Collins yaşamını yitirdi (22 Ağustos 1922). Collins’in ölümü sosyalistlere bir zafer getirmedi. Sovyetler Birliği’nin kendi sınırlarına çekilmeye başladığı ve Almanya’da devrim umutlarının söndüğü bir evrede daha fazla direnmeleri mümkün görünmüyordu. Almanya’da beklenen devrim gerçekleşmiş olsaydı işler o zaman İrlandalı devrimciler için daha iyiye gidebilirdi. Tarihçi Roy Foster’a göre Avrupa’daki devrimin ikinci istasyonu İrlanda olacaktı. Tabiri caizse devrilen sadece koca bir devrim lokomotifi değildi; fedakârca savaşan yoksul İrlandalılar kendi kardeşlerinin tüfeklerinden çıkan mermilerle öldürülürken tüm dünyanın geleceğe dair umutları solup gitti. İç savaş sırasında cumhuriyetçi saflarda savaşan ve derin ayrılığı organize edenlerden FF kurucusu Éamon de Valera eski yoldaşı, yeni düşmanı Michael Collins’in ölümünden derin üzüntü duymuştur. 1937 yılında değişen anayasa ile birlikte Özgür İrlanda Devleti’nin adı ‘İrlanda’ olarak değiştirildi ve bir devlet başkanı makamı kurularak cumhuriyet yönetimine geçildi. Cumhuriyet’in resmen ilan edilmesi ise 1948 yılında İrlanda Cumhuriyeti Yasası ile gerçekleşebildi. Tüm bu süreç Katolik muhafazakârlarla iş birliği yapan ve cumhuriyetçi maskesi takan Éamon de Valera tarafından yürütüldü. İrlanda burjuvazisi, iç savaş sırasında kendi iktidarını tehdit eden tüm güçlerden yine İngilizlerin tedarik ettiği silahlar sayesinde kurtuldu. Kuzey İrlanda’da olanları çok fazla umursamadılar ve orada yaşayan İrlandalıları kraliyetin insafına terk ettiler. En büyük kayıpların verildiği Belfast için rahatlıkla ihanete uğradığı söylenebilir. Bugün hâlâ İrlanda cumhuriyetini yönetenler Kuzey’deki İrlanda yanlısı güçlere İngiltere’nin siyasi perspektifinden bakmaktadırlar. İrlanda’nın bu kısa tarihini doğru bir biçimde anlamadan bugün yaşanan ayrılık ve mücadeleleri okurun anlaması çok zor. İç savaştan sonra oturtulan siyasi düzen tam manasıyla bir burjuva diktatörlüğüydü. Dünya’da yaşanan değişimlere göre diktatörlüğün yüzünde çeşitli makyajlar yapılsa da sözde iç savaşın düşman partileri FF ve FG aslında sendelediklerinde birbirlerine destek olan kardeş burjuva partiler haline gelmişlerdi. İrlanda’daki tüm partilerin çatı örgütü olan SF bu iki merkez parti tarafından zaman içerisinde illegalize edilmiş ve bağımsızlık (buna İngilizlerle anlaşma da denebilir) elde edilene kadar görmezden gelinen sosyalist ya da cumhuriyetçi fikirler tamamen tasfiye edilmiştir. SF’in 8 Şubat 2020’de bir hayalet gibi yeniden belirmesi, yüz yıldır inşa edilmiş iki partili siyasi organizasyonu ciddi bir biçimde sarstı. Bu anlamda merkez medyanın seçim sonuçlarını devrim olarak nitelendirmesi abartılı bulunmamalı.  

İrlanda’da sol koalisyon neden kurulamadı?

İrlanda siyasetini domine eden sözde düşmanlar, gerçekte kardeş partiler FF ve FG’nin seçimlerde başarı elde edemeyeceği zaten tahmin ediliyordu. Tahmin edilemeyen sistemin dengesini bozacak şekilde oyların tüm partilere eşit bir biçimde dağılmasıydı. Seçim döneminde İrlanda genelinde yaklaşık 10 bin civarında evsiz (homeless) vardı. Ülke nüfusunun 5 milyon olduğunu düşünürsek bu sayı oldukça yüksek. Ayrıca sokakta yaşayanların yarıya yakının çocuk olduğunu göz ardı etmemek gerekiyor. Neo-liberal politikalar yüzünden tüm sağlık hizmetleri tamamen paralı hale getirilmiş, kamu hastanelerinin personel ihtiyacı mali disiplin gerekçe gösterilerek karşılanmamıştır. FG hükümeti, kamu hastanelerinin ihtiyaçlarını karşılamak bir yana hastaneleri mevcut durumda dahi zor durumda bırakan mali kısıtlamalara gitmiştir. Böyle bir politikanın doğal sonucu olarak yoksul İrlandalılar kamu hastanelerinde yatacak yer dahi bulamıyordu. Salgın İrlanda’ya yaklaşırken çökmüş bir sağlık sistemiyle karşı karşıyaydık. İrlanda’da tüm dünyadaki diğer kapitalist ülkelerde olduğu gibi alın teriyle yaşayanlar için zor bir ülke. Bu gerçeklik maalesef Türkiye gibi ülkelerden bakıldığında net bir biçimde anlaşılamıyor. Bunun temel sebebi, tıpkı geçmişteki Amerikan rüyası gibi bir Avrupa rüyasının medya aracılığıyla kitlelere empoze edilmesinde yatmaktadır. Özellikle İrlanda’nın başkenti Dublin, insanların hayatlarını idame etmekte zorlandıkları bir yer. Çalışanlar maaşlarının büyük bir bölümünü yüksek ev kiralarına yatırmak zorundalar. Dublin’de okuyan bir üniversite öğrencisi iseniz burs ve kalacak bir yeriniz yoksa işiniz gerçekten zor. Öğrenciler ya hapishane hücresine benzeyen odalar kiralamak ya da 9-10 kişi bir araya gelerek bir ev kiralamak zorunda kalıyorlar. Koronavirüsün kalabalıkları sevdiğini düşünürsek bu hiç de iyi bir seçenek değil. Ayrıca tabutluk gibi odalarda kalmak da bir lüks değil. Toplumsal hayatın aylarca sınırlandırıldığı bir ortamda özellikle yurt dışından gelen öğrenciler büyük psikolojik sorunlarla yüzleşmek zorunda kaldı.

Sosyal medyada yayınlanan bu odanın aylık kirası 1,050 Avro. Yine sosyal medya, gençlerin konut sorununa dair paylaştıkları pek çok içerikle dolu. Bir paylaşımda genç bir İrlandalı ‘Norveç’teki bir hapishane hücresi, Dublin’de kiralayacağım odadan daha rahat görünüyor’ diyerek duruma tepki göstermişti. Esasında 2008 yılından beri İrlanda büyük ekonomik ve sosyal sorunlarla mücadele etmeye çalışıyor. Milyar dolarlık şirketlerin üssü haline gelen ülkede bu şirketlerin emekçilere sağladıkları zenginlik bir yanılsama gibi duruyor. Mortgage krizi sonrası kredilerini ödeyemeyen binlerce İrlandalı, evsizlikle tanışmak zorunda kaldı. Yıllar süren ve insanların artık kanıksadıkları bu sürekli ekonomik kriz hali, emekçi kitlelerin değişim taleplerini güçlendirdi. Seçim sonuçları pek çok İrlandalıyı sevindirse de tüm bu sevincin kısa süreli olacağını kendi adıma görebiliyordum. Sinn Fein, sosyalist söylemleri olan ulusalcı bir parti. Ortak hafızalarımızda yer alan radikal kimliğinin aksine artık İrlanda Cumhuriyeti’ni yönetenler tarafından ehlileştirilmiş bir parti. Partinin talepleri bildiğimiz sosyal demokrasinin taleplerinden çok uzak değil. Sinn Fein, iktidara en yakın olduğu anda onu işçiler adına almak yerine gerisin geri FF ve FG kucağına bıraktı. Salgın tüm İrlanda’ya yayıldığında seçimlerde kaybetmiş olan Leo Varadkar (Fine Gael) hükümeti aylarca bu görevi sürdürmeye devam etti. Yaz aylarında salgının etkisi hafiflediğinde ve hayatın yeniden normale döndüğü bir aşamada hükümetin en etkili isimlerinden Maliye Bakanı Paschal Donohoe kameralar karşısına geçerek, ülkenin tarihindeki en büyük krizle karşı karşıya olduğunu söyledi. İrlanda’nın eşi benzeri görülmemiş bir işsizlikle yüzleşmek zorunda olduğunu ve ülkenin 2022’den önce toparlanamayacağını söyledi. Yine yaz aylarında Paschal Donohoe 2,5 yıl boyunca yöneteceği Avro Grubu başkanlığı görevini Mario Centeno'dan devraldı. Seçimlerde başarısız olmuş, hatta yeni kurulacak koalisyonda yer alacağı bile belli olmayan bir hükümetin maliye bakanını AB’deki tüm maliye bakanlarının oylarıyla böyle bir göreve getirmiş olmaları oldukça dikkat çekici. Koalisyon görüşmelerinde Leo Varadkar’ın partisinin ana muhalefet görevine hazır olduğunu söylediği sıralarda finans kapital çoktan tercihini yapmış gibi görünüyordu. İrlanda’nın dünü ve bugünü sandıklı demokrasilere bel bağlayanlar için önemli dersler içeriyor. Aylar süren koalisyon görüşmelerinde SF kademe kademe yıpratıldı. Kârdan Önce İnsan Hareketi (People Before Profit), azınlık bir sol hükümetin kurulabilmesi için tüm taraflara çeşitli çağrılarda bulunsa da başta SF olmak üzere bu çağrılar karşılık bulamadı. Mary Lou McDonald liderliğindeki SF yüzyıllık diktatörlüğün temsilcisi olan partilere ortak hükümet kurabilmek için defalarca çağrıda bulundu. Sinn Fein, devrimciliğini popülist çıkışlarla koruyacağını sanan çoktan yitirilmiş bir hareket. Parti’nin özellikle ülkedeki mültecilere dönük net bir politikası bulunmuyor. Kaba bir milliyetçilikle sosyalizm maalesef yan yana yürümüyor. Ulusalcı postuna bürünmüş bu kaba milliyetçiliğin her türlü iş birliğine açık olması ise şaşırtıcı değil. Muhalefet sert bir mücadeleden kaçındıkça iktidardan biraz daha uzaklaştı. Fianna Fáil6 lideri Micheál Martin, hiç de uzlaşmacı görünmeyen bir çıkışla, terörle ilişkisi olan bir partinin devlet yönetemeyeceğini net bir biçimde ortaya koydu. Her türlü iş birliğine açık bir SF için sarf edilen bu sözler yanıltıcı olmamalı. İkiz kardeşler çoktan uygun bir koalisyon ortağı bulmuşlar ve iktidarlarını sağlama almışlardı bile. İrlanda Yeşiller Partisi (Green Party), yüz yıllık diktatörlüğe can simidi olmuş ve sözde Sol’a karşı muhalefete hazır olduğunu belirten partileri yeniden iktidara taşımıştı. Yeşiller hareketinin Avrupa’da üstleneceği role ilişkin ilk dikkat çekici verinin İrlanda’dan geldiğini düşünmek zorundayız. Yıllarca FG ve FF iktidarlarına karşı sert muhalefet etmiş solcu GP’nin tüm meşruiyetini kaybetmiş bu partilerle birlikte koalisyon ortağı olacağı haberi İrlanda siyasetinde sarsıcı bir etki yarattı. Anlaşılan o ki Eamon Ryan liderliğindeki GP güçsüz bir azınlık hükümetindense ülke yönetme tecrübesi olan ve hayatı emekçilere dar eden düşman kardeşlerle iş birliğine gitmeyi tercih etmişti. Sözde GP içerisinde fırtınalar koptu ve onlarca GP üyesi partiden istifa etti. Olayları sosyal medyadan takip eden biri rahatlıkla GP’nin dağıldığını söyleyebilirdi. Liderler koalisyon hükümetini oluşturma konusunda yaptıkları anlaşmanın ardından kendi partilerine hükümet programını sundular ve bu programın üyeler tarafından yapılacak bir oylamayla onaylanmasını beklediler. Yeşiller burada da herkesi şaşkınlığa uğrattı. GP üyeleri FG ve FF üyelerinden daha fazla hükümet programını desteklediler. Demek ki sosyal medyada köpürtülen sözde rahatsızlığın herhangi bir karşılığı yoktu. Hükümet programına %80’lik bir üye desteği alan GP için söylenecek fazla bir şey kalmamıştı; onlar artık FG ve FF hükümetinin ortaklarıydılar. Yeni hükümette Paschal Donohoe ülkedeki en kritik pozisyonu maliye bakanlığını korumaya devam etti. Bu ismin üzerinde özellikle durulması gerekiyor, Donohoe şirketler tarafından sevilen ve Avrupa’da asla vazgeçilmemesi gereken bir figür olarak görünüyor. Ayrıca Paschal Donohoe’nin gelecekte FG lideri ve İrlanda başbakanı olabileceğini söyleyerek herhangi bir kehanette bulunmuş olmayız. Şimdi, hükümet programında neler olduğuna kısaca bakalım:

  • Direct Provision (Doğrudan Hüküm) denen ve İrlanda’ya gelen sığınmacıların konaklama ve barınma ihtiyaçlarını karşılayan sistem tamamen ortadan kaldırılacak. Bunun yerine kâr amacı gütmeyen insan odaklı bir sistem oluşturulacak. Özellikle salgın döneminde sığınmacıların kaldıkları yerler korkunç durumdaydı. Sığınmacılar sıkışık konaklama merkezlerinde bir arada yaşamaya, ortak tuvalet, banyo ve mutfakları kullanmaya zorlanmışlardı.
  • Covid-19 sonrası oluşan olumsuz ekonomik tablonun düzeltilmesi için kamu maliye programının düzenlenmesi öngörülüyor. Bu düzenlemelerin ne olacağı tam olarak belli değil. İrlanda ekonomisinin bu yıl 30 milyar € açık verebileceği söyleniyor.
  • Bisiklet yolu altyapısı hızlı bir biçimde oluşturulacak ve düzenlenecek. Toplam ulaşım sermayesi bütçesinin %10’u bisiklet projeleri için kullanılacak.
  • Sosyal konut stoku 50.000 düzeyinde arttırılacak. İrlanda’da evsizlik sorunun tamamen çözülebilmesi için 150.000 sosyal konutun inşa edilmesi gerektiği uzmanlar tarafından ifade ediliyor.
  • Karbon emisyonu vergisi, sigorta ve siber güvenlik alanlarında da hükümetin yeni çözümler üreteceği belirtiliyor. Özellikle karbon emisyonu, bisiklet yolları gibi projeler yeşillerin kendi programında olan konular. Benzinli ve Dizel araçların önümüzdeki 10 yıl içinde yasaklanacağı vaat ediliyor.7

Koalisyon hükümetinin hedeflediği sosyal konut rakamına ulaşacağına kimse inanmıyor. İrlanda’da hükümetin Mart ayında açıkladığı rapora göre ülkedeki evsizlerin sayısı ve şehirlere göre dağılımı şu şekilde:

 

Tablo 1:

22-28 Mart 2021 haftasında yerel yönetimler tarafından yönetilen acil barınaklara yerleştirilen yetişkinler.

Counties1

Dublin

Dublin

4,093 (69%)

Mid-East

Kildare

155

Meath

157

Wicklow

26

Sub-Total

338 (6%)

Midlands

Laois

11

Longford/Offaly

31

Westmeath

25

Sub-Total

67 (1%)

Mid-West

Clare

69

Limerick

215

Sub-Total

284 (5%)

North-East

Louth/Monaghan/Cavan

85

Sub-Total

85 (1%)

North-West

Donegal/Leitrim

37

Sligo

43

Sub-Total

80 (1%)

South-East

Carlow

37

Kilkenny

33

Tipperary

38

Waterford

57

Wexford

19

Sub-Total

184 (3%)

South-West

Cork (Cork City and County councils)

393

Kerry

93

Sub-Total

486 (8%)

West

Galway (Galway City and County councils)

231

Mayo/Roscommon

46

Sub-Total

277 (5%)

National

5,894

Tablo 2: İrlanda’daki evsizlerin İl ve İlçelere göre dağılımı. 22-28 Mart 20218

Salgın dönemi boyunca İrlanda’da evsizlik dalgalı bir görünüm sergiledi. Tam bu noktada hükümetin tuttuğu istatistiklere dair önemli bir açıklama yapmak gerekiyor. Buradaki rakamlar hali hazırda sokakta çadır kurarak yaşayan insanları kapsamıyor. Ayrıca SF’in sosyal konut alanındaki uzmanı Milletvekili Eoin Ó Broin’in yaptığı açıklamaya göre resmi rakamların sığınmacılık başvuruları kabul edilen ve Direct Provision (Doğrudan Hüküm) merkezlerinde kalan 1000 kişiyi kapsamadığını söyledi.9 Salgın sonrası iyice açığa çıkan ekonomik krizinde etkisiyle artık Dublin sokaklarında daha fazla çadır görülüyor. Bu da daha çok evsiz anlamına geliyor. 2020 yılında sadece Dublin’de toplamda 79 evsiz yaşamını yitirdi. 2021 yılının ilk üç ayında ise 38 evsiz yaşamını yitirdi.10 Küresel pandemi, sistemin zaten akan makyajını tamamen silip attı. Bunu sözde en refah diye yansıtılan ülkedeki bu verilere bakarak rahatlıkla söyleyebiliriz. Tamamen sermayenin ve şirketlerin etkisindeki kamusal kontrol/devletin önceliği asla insan hayatı olamaz. Türkiye’den farklı bir gerçeklikle karşı karşıya olduğumuzu düşünmüyorum. Şanslı olanlar Türkiye’de de 30 yıl boyunca ev kredisi ödeyerek ancak ev sahibi olabiliyorlar. Bunlar şanslı olabilenler. Tabii bu arada ekonomik dalgalanmalardan etkilenmemek ve işinizi kaybetmemek şart.

Mülteciler ya da göçmenler ise adeta geminin sintinesi durumundalar. Okuyucu tam bu noktada çok dikkatli olmalı. Mültecileri sadece savaşlardan kaçan yoksul kimsesizler olarak tarif etmiyorum. Örneğin kendini bu kategoride görmeyen pek çok zavallı göçmen büyük umutlarla geldikleri ülkeler de büyük hezimetler yaşadılar. Bu kişiler başta siyahlar olmak üzere göçmen barınma merkezlerinde hem de iç içe yaşamaya zorlanan bu insanlarla kaderlerinin ortak olduğunu acı bir biçimde deneyimlediler. İngiltere ya da İrlanda’ya Ankara antlaşması ya da eğitim gibi gerekçelerle gelen pek çok insan aç kalmamak için gıda bankalarından yararlanmak zorunda kaldı. Kapitalizm insanları garip bir biçimde efsunluyor. Sınıfsal olarak birbirine çok yakın olan insanlar eğitimsiz, yabani ve vahşi gibi gördükleri mültecilerle kendilerini aynı yerde görmüyorlar. Bu buz gibi ırkçılıktır ve göçmenler arasında oluşan bu hayali katmanların ırkçı mitleri beslediğini asla unutmamak gerekir. Zavallı doktora öğrencisi kaldığı tabutluğun içerisinde kendisine hayali bir malikane yaratarak küçük burjuva fetişizminde boğuluyor. Gerçekler kendisini dayatır ve yemek sırasına mültecilerle birlikte geçtiğinde o insanları tanımaya başlar. İrlanda’ya sığınma başvurunda bulunan bir göçmen devletten haftalık sadece 38,80€ alır. Göçmen çocuklar ise haftalık 20€ ile yaşam mücadelesi vermeye çalışır. Geldikleri ülkelerde ilkokul eğitimi bile almamış olan insanlar için tam bir cehennemden bahsediyorum. Göç eden insanlar hükümetin yönlendirmesiyle çeşitli yerlerdeki Direct Provision (Doğrudan Hüküm) merkezlerine gönderilir. Şirketlerin kontrolündeki bu yerler, insanlık onuru hiçe sayılarak inşa edilmiştir. Pansiyondan, otelden ya da eski bir binadan bozma bu barınma merkezleri tam manasıyla canlı para sayma makinalarıdır. Covid-19 salgını, merkezleri vurduğunda insanlar ortak tuvalet-banyo, mutfak ve kalabalık odalarda adeta ölüme yatırıldılar. Birleşmiş Milletler Irk Ayrımcılığı Komisyonu 2020 yılında DP’lerdeki ölümler konusunda İrlanda hükümetini uyarmış ve şeffaf olunmasını istemişti. Demek ki İrlanda hükümeti DP’lerdeki ölümler hakkında şeffaf değil. Çalışma izinleri yeni yönetmelikle 1 yıla çıkarılan mülteciler bu izinle sadece ucuz işçi olarak çalışabiliyorlar. Mülteciler, salgın boyunca yaşlı bakımevlerinde ve zorunlu iş kollarında yine ölümle burun buruna çalıştılar ve öldüler. Şu an yaşadığım kasabada (Tullamore) bir et fabrikasında geçtiğimiz yaz ayında görülen Covid-19 vakaları yüzünden tüm bir bölge (Offaly bölgesi) tamamen karantina altına alındı ve Tullamore gibi kasabalara giriş-çıkışlar yasaklandı. Kerry’de DP’de kalan 9 yaşında bir çocuk Covid-19 hastası oldu. Evet, 9 yaşında bir çocuk akılla izah edilemeyecek bir ırkçılığın kurbanı oldu. Kerry’deki sığınmacılar merkezde yayılan hastalık nedeniyle adeta merkeze kilitlendiler. Sığınmacılar seslerini duyurabilmek için günlerce eylem yaptılar; sesleri ancak açlık grevine başladıklarında duyulabildi ve merkez ancak o zaman kapatıldı. Şirketler tıpkı Jack London’un ‘Demir Ökçe’ kitabında olduğu gibi insan kanından ve bedeninden para kazanıyorlar. İrlanda’da mülteci yurdu işleten bir şirket aynı zamanda ABD’de hapishane işletiyor. DP’ler şirketlerin doğrudan para sızdırdıkları çok kârlı para kasaları gibi görünüyorlar.

Tablo 3: Doğrudan Tedarik Sistemiyle Şirketlerin Mültecilerin Sırtından Kazandıkları Kârlar11

21 yıldır İrlanda’da sığınmacılar şirketler tarafından sömürülüyor. Elbette ki sadece sığınmacılar değil İrlanda halkının kamusal zenginliği de bu şirketler tarafından yağma ediliyor. Yeni gelen koalisyon hükümeti, DP’leri 2024 yılına kadar kaldırmayı amaçlıyor. Hükümet tarafından çok iyi bir sistemin oluşturulacağı propagandasını bir kenara bırakırsak neler olacağını açıkçası kimse bilmiyor. Hükümet programını anlattığı bir kitap yayımladı. Beyaz Kitap (White Paper) adı verilen bu program, sığınmacılara daha iyi barınma ve daha iyi eğitim imkanları vadediyor.12 Program tamamlanmadan kesin yargılarda bulunmak doğru değil. Olumlu ve olumsuz mesajlar konuya dair çeşitli kaynaklardan geliyor. Sığınmacıların hakkını savunan ve DP’ye karşı mücadele eden kurumlar ‘dereyi görmeden, paçayı sıvamış’ gibi görünüyor. Şahsen bunu oldukça tehlikeli buluyorum. Çocuk, Eşitlik, Engellilik, Entegrasyon ve Gençlik Bakanı Roderik O'Gorman, dönüşümün hızlı olmayacağını, ayrıca mültecilere sosyal konut sağlanmayacağını belirtti.13 O'Gorman, bu açıklamaları yapmadan önce sığınmacıların hakları için mücadele eden kısa adı MASI olan hareketin Youtube’daki etkinliğine katılmış ve kâr odaklı sistemin artık sona erdiğini duyurmuştu. Yeşillerin bakanı Roderik O'Gorman gerçekten güzel manevralar yaparak savunmasız insanların beklentilerini sonuna dek manipüle etmeyi başarıyor. Konun diğer önemli cephesi olan şirketler ‘sıfır mülteci’ politikası karşılığında bu kârlı sistemden vazgeçeceklerinin işaretini veriyorlar. Kısacası cadı kazanı kaynıyor. Şirketler mülteciler gelmeyecekse böyle bir dönüşüme hazır olduklarını söylüyorlar. Evet, esasında çok rasyonel bir düşünce; mülteciler olmazsa onları insani olarak barındırma sorunu da ortadan kalkmış olur.

Küçük olarak görülen bir ada ülkesinin iki yıllık macerasını özetlemeye çalıştım. Nüfusundan bağımsız olarak kapitalist ülkelerin gerçekten kronikleşmiş sorunları ve problemleri var. İki yıl boyunca gördüğüm sorunları bu makalede ıskalamamak adına maddeler halinde sıralamak istiyorum.

  • 12 Ocak 2021’de ülke gündemini sarsan ve toplumu derinden yaralayan karanlık bir rapor yayınlandı. Anne ve bebek evleri olarak adlandırılan bu skandal, 1922 yılında başlayan bir sömürünün 1998 yılında bitişinin acı trajedisini tüm çıplaklığıyla ortaya seriyordu. Katolik kilisesinin kontrolündeki toplam 18 kurumda 9000 kadar çocuk bakımsızlık nedeniyle hayatını kaybetti. Binlerce İrlandalı anne çocuklarından koparılırken, çocuklar da yaşamdan koparılmış oldu. Bu acıyı yaşayan insanlarla aynı anda gözyaşı döktüm ve trajedilerini bir ayna şeffaflığında gözlerine yansıtan kimsesiz insanların sözde bu dünyanın en refah ülkesinde yaşadıklarına bir kez daha tanık oldum. Evlilik dışı dünyaya gelen bu çocuklar ve onların annelerinin hayatı Katolik kilisesi tarafından adeta cehenneme çevrilmişti. Çocukların bazıları para karşılığında ABD’ye satıldı. 1922 yılında iç savaşı kazanan taraf, adadan cumhuriyeti ve sosyalizmi tamamen kazımıştı. İşçi Cumhuriyeti perspektifi çökünce geride sadece trajedi kaldı. Şimdi, İrlandalı çocukların çığlıkları Katolik kilisesinin duvarlarında sessizce çınlamaya devam ediyor. Devlet bu konuda tüm taraflardan resmi olarak özür diledi. Sorumlular hesap verecek mi? Bu soru hâlâ cevaplanmayı bekliyor.14
  • Covid-19 salgını başladığı gün İrlanda’daki mağazalarını kapatan ve işçilerinin haklarını vermeyen Debenhams mağaza zincirinde yaşananlar gerçekten ibretlikti. İrlanda Başbakanı (Taoiseach) FF Lideri Micheál Martin, Debenhams’ın İrlandalı işçilere gerçekten kötü davrandığını belirtti. Tam bu noktada bir çeşit ironi var. Grev yapan ve Dublin’deki Debenhams mağazasında direniş örgütleyen işçilere 100’den fazla Garda Síochána (İrlanda Polis Teşkilatının Adı) mensubu, 23 Nisan gece yarısı saat 01:36’da müdahale etti. İşçiler polis tarafından zorla mağazadan çıkartılarak gözaltına alındı. Başbakanın İrlandalı işçileri haklı görürken neden onları polis zoruyla direniş alanından çıkardığının cevabını okuyucu rahatlıkla verebilir. Yaşananlara tepki gösteren PBP Dublin Milletvekili Bríd Smith, polisin tavrının asla kabul edilemeyeceğini söyledi. Smith, salgın döneminde İrlanda’daki genç işsizliğin %60’lara kadar yükseldiğinin de altını çizdi.15
  • Evsizlik krizine dair en dikkat çekici söylemler İrlanda İşçi Partisi’nden (The Labour Party) geldi. Parti özellikle koalisyon hükümetlerinin emekçiler lehine kararlar alınmasında büyük engel olduğunu ve anayasal sistemin kamusal politikaların icra edilmesinde çeşitli sorunlar yarattığını açıkladı. Mevcut mülkiyet ilişkilerinin evsizlik sorununu çözemeyeceği ve İrlanda’da ‘özel mülkiyet’ konusunda acilen bir anayasa değişikliğine ihtiyaç duyduğu belirtildi. İşçi partisine yakın yazar Liam Cahill’in bu alanda kaleme aldığı makale oldukça dikkat çekici. Okur, ayrıca bu makaleyi incelemeli.16

Bu makalenin sonucunda belki de medya aracılığıyla yaratılan tüm o suni hayallerin yıkılışına birlikte tanık olmuş olabiliriz. Medyanın öncelikli görevi olmayan bir hayali yaratmak ve kitlelerin o hayalin peşinden koşmasını sağlamaktır. Belki gerçekten bu hayalin hedef kitlesi o çok zeki, yüce çalışkan insanlarımızdır. Bir şirket size sponsor oluyorsa ne mutlu size, işte o zaman İrlanda’daki tek derdiniz salgın döneminde gidemediğiniz Pub’lar olabiliyor. Böylece ne anne ve çocuk evlerini ne Debenhams işçilerini ne de intihar eden mültecileri görmüyorsunuz. Şanslı azınlığı bir kenara bırakırsak, fantastik bir hikâyenin çeşitli trajedilerle sonlandığını rahatlıkla görebiliriz. Bir sonuç yazılacaksa eğer gözlerinde dinmeyen bir acı gördüğüm küçük Zimbabveli kız için yazılabilir. Kaldıkları sosyal konutta camları taşlanan ve üzerlerine muz atılan o siyah insanlar için etkileyici bir son kaleme alınabilir.17 Hayat sadece izlediğiniz filmlerden, dizilerden ya da yine bu içeriklere benzetilmiş ve metalaştırılmış haberlerden ibaret değil. İrlanda’nın içinden geçtiği bu iki yıl gerçeğin aslında bize yansıtıldığı gibi olmadığını net bir biçimde gösteriyor. Tarihin sarkacı sömürgen sınıfın da zorlamasıyla bir kez daha geriye doğru salınıyor. Salgın dönemindeki hayatımız hiç olmadığı kadar geçmişin acı dolu dönemlerine benziyor. Tam bu noktada geç antikite ve modern toplumumuz çakışıyor gibi görünüyor. “Geç Antikite’de üç farklı dünya vardı: Emperyal ekâbirin, imparatorların, generallerin, saray maiyetlerinin ve piskoposların dünyası; taşra eşrafının, harabeye dönüşen şehirlerin, dağılan villaların ve iflas eden malikânelerin dünyası; ve köylülerin, verginin, rantın, borcun, corvée’nin ve ölüm kalım sınırında yaşamak için verilen ümitsiz bir mücadelenin dünyası.”18 Buradan bir ümitsizlik çıkarmamak gerekiyor. Zira Faulkner, devam eden satırlarda böylesi bir İmparatorluğun kumdan temeller üzerinde yükseldiğini belirtiyor. Bu yüzden en güçlü göründükleri zamanda aslında en kolay yıkılacakları an gelmiş olabilir.

Kısaltmalar Listesi:

PBP: People Before Profit (Kârdan Önce İnsan Hareketi)

SF: Sinn Fein

GP: Green Party

FF: Fianna Fáil

FG: Fine Gael

DP: Direct Provision (Doğrudan Hüküm)

MASI: Movement of Asylum Seekers (İrlanda’dan İltica Bekleyenler Hareketi)

  • 1. Burada tecrübeli gazeteci meslektaşlarımın çok da tasvip etmediğim bir sözünü de aktarmak isterim. Gazeteci, toplumsal kaos ortamlarından en iyi biçimde faydalanabilen kişidir. Evet, bir kaos ortamı kapitalist dürtülerle hareket eden gazeteciler için çeşitli imkânlar sunabilir. Milyarlarca işçiyi yoksulluğa ve çaresizliğe iten bir salgına imkân ve fırsat olarak bakanlardan tiksinmek gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca bu gazeteciler çoğunlukla gerçekleri aktarmaktan ziyade hayal satıyorlar. Zengin Avrupa’nın şanslı yurttaşlarının mutluluk hikâyelerini (Y.N).
  • 2. Faulkner, Neil (2017). Roma Kartalların İmparatorluğu. Çev: Çağdaş Sümer. İstanbul: Yordam Kitap, s. 11
  • 3. A.g.e., s. 11.
  • 4. İrlanda’nın Kuzey Amerika ile olan bağı ‘Büyük Kıtlık’ (The Irish Famine) 1845/1852 döneminde yaşanan kitlesel göçle birlikte başlar. Gelecekte Amerika Birleşik Devletleri’ni göç eden bu İrlandalılar yönetecekti. Tıpkı yurttaşlık payesi alan ve Roma yurttaşı olduktan sonra yüksek kademelere gelen göçebe insanlara benzetilebilirler (Y.N).
  • 5. İrlanda'nın unutulan deneyimi: Limerick Sovyeti’ 11.01.2021 SOL Haber/Röportaj: Çağdaş GÖKBEL.
  • 6. Fianna: İrlanda mitolojisinde küçük, yarı bağımsız savaşçı gruplar (Y.N).
  • 7. BKNZ: ‘İrlanda Cumhuriyeti'nde sağ koalisyon kuruldu: Seçimden zaferle çıkan Sinn Fein ve Cumhuriyetçiler neden başarısız oldu?’ 30.06.2020 SOL Haber/Köşe Yazısı.
  • 8. Kaynak: Department of Housing, Local Government and Heritage ‘Homeless Report - March 2021’ https://www.gov.ie/en/publication/b4978-homeless-report-march-2021/ Erişim Tarihi: 05.05.2021
  • 9. ‘Over 1,000 people with status to remain are stuck in Direct Provision as they can't find other housing’ https://www.thejournal.ie/how-many-people-in-direct-provision-have-stat… Erişim Tarihi: 10.05.2021
  • 10. ‘38 deaths in homeless services in first three months of this year’ https://www.thejournal.ie/homeless-deaths-4-5430479-May2021/ Erişim Tarihi: 10.05.2021
  • 11. Tabloda yansıtılan nicel veriler ‘Abolish Direct Provision Campaign’ grubunun konuyla ilgili çalışmasından alınmıştır (Y.N). Tablonun hazırlanmasına yaptığı katkıdan ötürü genç yoldaşım Mehmet Karuç’a teşekkür ederim (Y.N.)
  • 12. ‘White Paper on Ending Direct Provision’ https://www.gov.ie/en/publication/7aad0-minister-ogorman-publishes-the-… Erişim Tarihi: 11.05.2021
  • 13. ‘Direct provision will not end ‘quickly’, says Minister’ https://www.irishtimes.com/news/politics/direct-provision-will-not-end-… Erişim Tarihi: 11.05.2021
  • 14. ‘Irish mother and baby homes: Report reveals 'dark and shameful' scandal of 9,000 child deaths’ https://www.itv.com/news/2021-01-12/irish-mother-and-baby-homes-report-… Erişim Tarihi:11.05.2021
  • 15. ‘Debenhams has treated Irish workers ‘very badly’, says Taoiseach’ https://www.independent.ie/breaking-news/irish-news/debenhams-has-treat… Erişim Tarihi: 11.05.2021
  • 16. ‘To end Homelessness, we must amend the Constitution’ https://liamcahill.wordpress.com/2018/02/28/to-end-homelessness-we-must…
  • 17. ‘Afrophobia in Ireland’ Racism against people of African descent Dr. Lucy Michael, Ulster University November 2015 Published by ENAR Ireland, Dublin 2. https://www.rte.ie/documents/news/afrophobia-in-ireland.pdf
  • 18. Faulkner, Neil (2017). Roma Kartalların İmparatorluğu, s. 308