Seçim sonrası sermayeyi kurtarma planı belli oldu: ‘Ankara Yaklaşımı’ geliyor

AKP’li eski Özelleştirme İdaresi Başkanı Hasan Köktaş’ın dergisi ‘müjde’yi verdi. Hükümet ve BDDK seçim sonrası devreye alınacak bir ‘kurtarma planı’ üzerinde çalışıyor. 51 milyar dolarlık borcuyla en riskli sektörlerden enerji başta olmak üzere bir dizi sektör için çalışma yapıldığı belirtiliyor. Kredi derecelendirme kuruluşlarının bankaların notlarını düşürmesi, Türkiye’nin artan risk primi…

soL

2001 krizinin en önemli sonuçlarından biri borçlu şirketlerin borçlarının yeniden yapılandırılması, “şirket kurtarma operasyonu” olmuştu. O dönem için önemli bir büyüklük olan 6 milyar dolarlık borç yeniden yapılandırılmış, bir bölümü batık bankalarla aynı grup bünyesinde olan şirketler kurtarılmıştı. Bu kapsamda fiilen batık durumda olan banka ve şirketlerin bir bölümü Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devredilmiş (TMSF), orada “yeniden yapılandırılmış” ve tekrar satılmıştı.

Daha önce soL’da yer verdiğimiz yeniden yapılandırma haberleri ve artan şirket risklerinden hareketle bir olasılık olarak işaret ettiğimiz, hatırlattığımız “İstanbul Yaklaşımı”; “Ankara Yaklaşımı” adıyla ve muhtemelen en az 100-150 milyar dolar aralığında borcu kapsayarak, yani çok daha büyük bir paket olarak geri dönüyor. 

Eski Özelleştirme İdaresi Başkanı Hasan Köktaş’ın başkanı olduğu Türkiye Enerji Vakfı (TENVA) tarafından yayımlanan Enerji Panorama dergisinin Haziran sayısının kapağında “Enerji Sektörünün 51 milyar dolarlık borcuna ‘Ankara Yaklaşımı’ çare olacak” konusuna yer veriliyor.

Dergide yer alan yazıda enerji sektöründe son 16 yılda yapılan özelleştirme ve yatırımlara yaptıkları harcamaların ağırlıkla döviz kredileriyle finanse edildiği belirtiliyor. Enerji sektöründeki toplam 51 milyar dolar civarındaki kredinin 43 milyar doları elektrik üretimi, 8 milyar doları elektrik dağıtımı sektörüne ait. Enerji sektörü şirketlerinin faiz dahil geri ödeme yükümlülüğü yıllık 6,9 milyar doları buluyor. 

Yazıda belirtildiğine göre şirketlerin yaptığı yıllık 6,9 milyar dolarlık ödemenin 2,9 milyar dolarlık kısmı döviz cinsinden geliri ve alım garantisi olmayan termik santrallere ait. Giderler düşüldükten sonra sektördeki toplam gelirlerin kredi ödemelerine yetmediği, yıllık toplam 2,5 milyar dolarlık açık oluştuğu belirtiliyor.

Yazıda borç sarmalının içinde yalnız enerji sektörünün olmadığı, en borçlu sektörlerin ulaştırma ve inşaat olduğu da dile getiriliyor. 

BORÇ ERTELEMELER, ‘KISMİ’ BORÇ SİLMELER GÜNDEMDE

Yazıda hükümet ile birlikte BDDK'nın enerji başta olmak üzere borçlu şirketler için seçimlerden sonra devreye alınacak bir kurtarma planı üzerinde çalıştığı bildiriliyor. Söz konusu kurtarma planının ayrıntıları net olarak belirtilmemekle birlikte borç erteleme ve kısmi borç silme gibi unsurları içermesi muhtemel görünüyor.  Öngörülen kurtarma planına 2001-2002 döneminde borçlu şirket ve bankalar arasında uygulanan “İstanbul Yaklaşımı"na ithafen “Ankara Yaklaşımı” adı verileceği söyleniyor.

Ancak, mevcut durumda gündemde olan borç ve yapılandırma tutarları 16 yıl önceki İstanbul yaklaşımına kıyasla çok büyük. Yazıda belirtildiği üzere 2002 yılında 25 banka ve 18 banka dışı finans kuruluşu tarafından imzalanarak yürürlüğe giren İstanbul Yaklaşımı kapsamında yapılan yeniden yapılandırmanın tutarı 5,5-6 milyar dolar civarındaydı. Bugün yalnız enerji sektörünün borcu 51 milyar doları aşıyor. Özel sektörün toplam döviz borcunun bankalar dahil 450 milyar dolar, bankalar hariç tutulduğunda 300 milyar doların üzerine çıkması, gelirlerle giderler arasındaki kur uyumsuzluğu, 2018 içinde ödenmesi gereken borç tutarının 180 milyar doların üzerinde olması gibi unsurlar göz önünde bulundurulduğunda “Ankara Yaklaşımı” olarak adlandırılması planlanan yeni sürece konu büyüklüğün en az 100-150 milyar dolar arasında olabileceği düşünülüyor. 

Enerji sektörü özelinde borç yeniden yapılandırmasıyla birlikte varlık satışı ve konsolidasyon (şirket birleşmesi) seçenekleri de yazıda ele alınıyor. Yazıda açıkça belirtilmemekle birlikte bu seçeneklerin borcun bir bölümünün finans kuruluşları veya kamu tarafından sermaye ortaklığına dönüştürülmesi anlamına geldiği düşünülebilir. Bu formüle, 2001 sonrasında TMSF tarafından yapıldığı gibi şirket hisselerine sonradan satılmak üzere el konulması denilebilir. Ancak, gelinen noktada bu operasyonun gerçekleştirilmesi çok daha zor, karmaşık ve siyasi açıdan maliyetli görünüyor.  

YENİ HÜKÜMETİN İLK İCRAATİ OLABİLİR

AKP’li eski bürokratın dergisinin “müjde” olarak verdiği “kurtarma planı”nın bir süredir örtük şekilde yürürlükte olduğunu söylemek mümkün. Özellikle son 6 ayda gündeme gelen, kamuoyunun sadece bir bölümünden haberdar olduğu borç yeniden yapılandırmaları, dövizle borçlanmaya yönelik düzenlemeler, bir bütün olarak Kredi Garanti Fonu düzenlemesinin kendisi bankalarla hükümet arasında bir “uzlaşma”ya, ortak çözüm arayışına işaret ediyordu. Dergide yer alan yazı daha açık ve daha kapsamlı bir operasyonun çerçevesinin netleştiği, altyapısının hazırlandığına işaret ediyor. Aynı zamanda sermayenin çıkarlarını kollayan bir “kurtarma planı”nın seçim sonrası ekonomi programının odak noktası olacağı da netleşmiş oluyor. Kur artışının bir türlü durdurulamamasının en temel dinamiği “spekülasyon” amaçlı alımlar değil, tek kuruş döviz geliri olmayan ya da borcunun çok altında döviz geliri olan şirketlerin vadesi gelen borçları. Bunların bir bölümünü “desteklemek” üzere ihracat kredilerinin geri ödemesinde dolar kurunu 4,20’ye sabitlemek gibi “can simitleri” sermayeye atılmıştı geçen ay. Ancak yeni gelişmelerle birlikte bu tür “önlemler” palyatif çözüm olmanın ötesine geçemiyor. 

Son dönemde yaşanan birkaç gelişme “adını koymadan” hareket etmeyi güçleştirdi. İlki kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye bankalarını yakın izlemeye alması ve kredi notlarını düşürmesi olurken ikinci gelişme de Türkiye’nin risk primindeki hızlı artıştı. Bu iki gelişme bankaların borçlanmasını güçleştirdi ve maliyetleri artırdı. Kamu bankalarının seçim öncesi frene basmasını izin verilmiyor, ayrıca olası bir kontrolsüz çöküşün “tamponu” olarak görev görüyorlar. Ancak özel bankalar, “batamayacak kadar büyük” borçlarını çevirmeye devam etmekle birlikte özellikle “kurumsal kredi” olarak adlandırılan şirketlere yönelik kredilerinde frene basmış durumda. Son bankacılık verilerinde kamu bankalarının kredi artışı yüzde 30 civarındayken, özel bankalarının kredi artışı yüzde 10 seviyesine kadar geriledi.

“Ankara Yaklaşımı”nın kapsamı, AKP eliyle zengin olan üç beş sermaye grubunu kurtarma planı değil. 51 milyar dolarlık enerji paketinde Sabancı da var Anadolu grubu da. Paketin özellikle sanayi üretim tarafında kapsayacakları içinde yine büyük gruplar ya da onların “tedarikçileri” yoğun biçimde yer alabilir. Tablonun en korkunç yanını, 2001’den farklı olarak, enerji, ulaştırma projelerinde kamu-özel işbirliği ya da benzer başka modellerle “kamu sorumluluğunda”, bağımsız projeler oluşturuyor. Bir sermaye grubunun bünyesinde borçlarını ödeyebilecek projeler, mevzuata da yaslanarak kamu bütçesinden ve dolayısıyla halkın cebinden kurtarılacak. 

Türkiye emekçileri 2002-2007 arasını İstanbul Yaklaşımı ile kurtarılan, yeniden yapılandırılan sermaye gruplarının borçlarını ödeyerek geçirdi. Hangi parti bileşimiyle kurulursa kurulsun yeni kurulacak hükümetin ilk icraati, seçim sonrası ekonomi programının özü seçim öncesinde bu şekilde ilan ediliyor: Sermayenin borçlarını emekçilere yüklemek. Nitekim şu ana kadar 24 Haziran seçimlerine katılan partilerden sermayenin borçlarının kamu tarafından üstlenilmeyeceği yönünde açıklama yapan olmadı. Aksine yurtdışı borçlanma olanaklarını artırıcı düzenlemelere işaret edildi. Sermayenin borçlarının üstlenilmeyeceğini açıkça ilan eden tek parti 24 Haziran seçimlerinde Bu Düzen Değişmeli Platformu'nun bağımsız adaylarını destekleyen Türkiye Komünist Partisi oldu.

İSTANBUL YAKLAŞIMI NEYDİ?
2002 yılında başlayıp 2005 yılında sona eren İstanbul Yaklaşımı uygulamasından 35 ayrı gruba ait 219 büyük şirket ile 101 küçük şirket yararlanmıştı. Yapılandırma kapsamına alınan borç miktarı ise 6 milyar 163 milyon dolar olmuştu. 

2002 yılında devreye giren İstanbul Yaklaşımı için çalışmalar, 2001 yılının ikinci yarısında başlamıştı. Gerek kamu otoriteleri ile yasal düzenlemeler açısından gerek bankalarla anlaşmanın içeriği açısından yapılan müzakereler neticesinde Çerçeve Anlaşması 24 Mayıs 2002 tarihinde 25 banka ve 18 banka-dışı finans kurumu tarafından imzalanarak yürürlüğe girdi. Türkiye Bankalar Birliği (TBB) tarafından hazırlanan ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) tarafından onaylanan Finansal Yeniden Yapılandırma Çerçeve Anlaşması’ndan, finansal darboğaz yaşamakta olup, yeniden yapılandırılmaları halinde yaşaması mümkün olan firmalar “yararlandırıldı”. Başlangıçta bir sekreterya ile ilerleyen süreç, daha sonra, CHP Konya milletvekili adayı, eski AKP’li Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener’in bizzat kurucusu ve bir dönem sorumlusu olduğu TMSF tarafından yürütüldü..

İstanbul Yaklaşımı (yeni adıyla Ankara Yaklaşımı), ilk defa Bank of England tarafından başlatılan Londra Yaklaşımı’ndan esinlenilerek tasarlandı. Benzer uygulamalar Meksika, Tayland, Malezya ve Endonezya’da kullanıldı. Ancak İstanbul Yaklaşımı, kapsanan şirket sayısı ve tutar açısından bu örnekler arasında en kapsamlısı olarak dikkatleri çekmişti.