Bankacıların isyanı ne anlama geliyor?

İki önemli bankanın yönetim kurulu başkanı kaynak yapısıyla kredi stokunun vade uyumsuzluğuna dikkat çekti. Faiz marjlarının daraldığı, bankacılık kârlarının azaldığı, bankaların taşıdığı riskin arttığı uyarıları yapılıyor. Kim, neye isyan ediyor?

soL

İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Ersin Özince bankaların kısa vadeli bir kaynak olan mevduata dayalı bir yapıyla köprü, konut finansmanı yapmasının doğru olmadığını söyledi. Türkiye Ekonomi Bankası (TEB) Yönetim Kurulu Başkanı Yavuz Canevi de kaynaklarla kredilerin vade yapısındaki uyumsuzluğa dikkat çekerek, borç yeniden yapılandırması için yeni bir model bulunması gerektiğine işaret etti. Faiz marjlarının daraldığı, bankacılık kârların risk altında olduğu haberleri de yurtiçi ve yurtdışı basında arttı. Türkiye ekonomisindeki sıkışmalar, aynı zamanda siyasi birer müdahale olarak da değerlendirilebilecek açıklamalarla dışavuruluyor. 

Peki bankalar ya da bankacılık sektörü siyasi iktidarın mağduru mu yoksa ülkedeki büyük tahribatın en büyük suç ortağı kendine bir kurtarıcı mı arıyor?

UZLAŞMA BÜYÜK AMA ÇELİŞKİLER DE DERİN
Kredi Garanti Fonu (KGF) kapsamının genişletilmesinden başlayarak yaklaşık iki yıla yakın bir süredir bankacılık sistemiyle siyasi iktidar arasında içinde sürtünme ve gerilimler de taşıyan, her bir aşamada yeni pazarlıkların da yapıldığı bir “uzlaşma” var. Fiilen batık kredilerin yüzdürülmesi, zincirleme etki yaratacak bir iflas serisinin önlenmesi ancak bir işbirliğiyle mümkün olabilirdi. Nitekim KGF’den dövizle borçlanmaya sınırlama getirilmesine ilişkin düzenlemeye yeni mekanizmalar kuruldu ve çalıştı. Esasında süreç biraz daha önce petrol fiyatlarındaki düşüşle birlikte ilk zorlanmanın yaşandığı enerji sektöründen başladı. 2014-2016 dönemi Türkiye kapitalizminin yüksek ithalat bağımlılığıyla fiyat marjlarını şişirerek sağladığı avantajların azaldığı, önemli sayılabilecek bir sarsıntının yaşandığı bir dönem oldu. Önce elektrik üretim ve dağıtım projelerine verilen kredilerin yeniden yapılandırılması geldi. Ardından KGF ile süreç devam etti. 

Uluslararası gelişmelerin etkisiyle sermaye girişinde yavaşlama beklentileri, Türkiye’de “yüzdürülmesi” gereken milyarlarca dolarlık borç stokuyla birleşince sermaye cephesinde bir süredir büyük bir sıkışma yaşanıyor. Dün, bugün basına yansıyan “bankacı isyanları” da bu kapsamda değerlendirmeyi hak ediyor. Evet içinde AKP iktidarına “itiraz” var. Sermayenin iç dengelerine ilişkin hoşnutsuzluklar var. Daha iyisini yapabilecek, sermayeyi kendi yarattığı bu bataklıktan halkın üzerine basarak çıkaracak yeni bir kurtarıcı arayışı var…

ÖZİNCE: BANKALAR KÖPRÜ, EV FİNANSE ETMESİN
Ersin Özince dün Ankara’da katıldığı Başkent Üniversitesi’nin düzenlediği 1. Uluslararası Bankacılık Kongresi’nin açılışında yaptığı konuşmada “Herkesin ağzında bankalar çok alıyor, çok faiz uyguluyor, bankalar şöyle yapıyor böyle yapıyor. Biz her şeyi bankalardan mı beklemeliyiz? Köprü yapılacak bankalar, ev yapılacak bankalar. Meslek hayatımın onlarca yılı bankaların gayrimenkule kredi vermesinin yasak olduğu dönemde geçti.

Niye yasaktı? Çünkü gayrimenkul finansmanı ticari bankalar tarafından ya-pıl-maz. Bunun için yasaktı. Siz bugün Türkiye’de konut kredisini 1 ay mevduata dayanan bankalardan isteyemezsiniz. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir konut finansman modeli yok. Yaparsanız da çökertirsiniz. Çökebilir, diyene de siz felaket tellalı diye bakmamalısınız” dedi.

Özince, İş Bankası’nın bir süredir gündeminde olan “konut finansmanı modeli” ve buna dayalı bir konut finansmanı şirketi önerisini de vurguladı.

CANEVİ: YENİ BİR YENİDEN YAPILANDIRMA MODELİ LAZIM
Canevi de bankaların 3 aylık mevduatla 3-5 yıllık yatırım kredisi verdiğine dikkat çekerek “Bunun bir yerde aksayacağı beklenmeliydi. Şu anda gördüğümüz yeniden yapılandırma talepleri, yapısal bozukluğun (mevduatın vade yapısıyla kredilerin vade yapısı arasındaki uyuşmazlığın) telafisine yönelik. Bu konu çok ciddi bir konudur. Burada başka türlü bir yapılanma modeli getirmek lazım” dedi. Canevi, Ülker’de olduğu gibi bankacıların kendi aralarında anlaşarak yeniden yapılandırma formülü bulmasının önemli olduğunu da vurguladı.

BANKACILIKTA NEGATİF FAİZ MARJI ‘RİSKİ’
Dünya gazetesinin bankacılara dayandırdığı “anonim” haberinde yine mevduatlarla kredi stokunun vade uyumsuzluğuna, söz konusu uyumsuzluğun bankalara maliyetinin “negatif faiz marjıyla” çalışmak olacağına dikkat çekiliyor. Bankaların yurtdışından sağladığı maliyetin arttığı, enflasyonun arttığı fakat MB faiz adımlarının yetersiz kaldığı vurgulanıyor. Açıklanan destek paketlerinin Hazine’nin daha fazla borçlanması anlamına geldiği, bunun da faizler üzerinde baskı yarattığı öne sürülüyor. Büyük sermaye gruplarının kredilerinin yeniden yapılandırılmasının yabancıları tedirgin ettiği ve bankacılık hisselerinin iskontolandığı da belirtiliyor. TL’nin değer kaybının şirket bilançolarını olumsuz etkilediği ve yeniden yapılandırma talep edecek şirket sayısının artabileceği, bu durumun da bankacılık üzerindeki riski artırdığı ifade ediliyor.

PROJE FİNANSMANI SİLAH ZORUYLA MI YAPILDI?
Sürecin ilk su aldığı ve özel sektör bankalarının başını çekerek yeniden yapılandırdığı elektrik ve elektrik dağıtım projeleri başta olmak üzere 2013 öncesinde ticari bankaların proje finansmanı iştahı yüksekti. Yurtdışından bulunan orta-uzun vadeli, düşük faizli kaynaklar çok agresif bir şekilde özelleştirmeler, kamu-özel işbirliği projeleri gibi süreçlerde kullanıldı. Çok agresif davranıldı, bu doğrultuda en iştahlı bankalardan biri de İş Bankası oldu. 2002-2017 döneminde özelleştirmelerdeki satın almalar da dahil 80 milyar dolara yaklaşan enerji yatırımına bankacılık sistemi 50 milyar dolar kredi verdi. Bu projelere bankalar çok büyük bir iştahla girdi. Kamunun “serbestleşme” ve alım garantileriyle açtığı alana büyük özel sektör bankaları başta olmak üzere ticari bankalar neredeyse hiç düşünmeden girdi. 

FAİZ MARJLARI DARALINCA BANKALAR ZARAR MI EDİYOR?
Uluslararası çevrelerde yapılan değerlendirmeler de sektör adına konuşanların da temel kaygısı “kârlılıkların azalması” değil. Türkiye’de bankacılık sektörü reel negatif faiz ağlayışları arasında yüksek reel faiz marjlarına sahip. Daha da önemlisi bankacılık sektörü kârının yaklaşık üçte biri faiz dışı gelirlerden oluşuyor. Ortadaki gürültü düşen faizler değil, bir çöküş ihtimali. Çöküşü önlemek üzere bankaların azalan marjlarla borç yükünü çevirmeye devam etmesi gerekiyor. Düzen bu “uzlaşı”yı sürdürmek istiyor. Fakat burada bir dönem daha az kârlarla yetinmenin ötesinde çok daha büyük bir yükle çökme tehlikesi bulunuyor. Çıkan sesler, nerede safra atılacağıyla ilgili diye düşünülebilir. Özince ve Canevi, birkaç kriz görmüş, her seferinde “safra”nın maliyetinin nasıl milyonlarca emekçiye ödetileceğini bilen isimler. “Bu böyle gitmez” derken belli ki sermaye adına yeni bir programa da işaret ediyorlar.

BANKACILIK KÂRLARININ ÜÇTE BİRİ FAİZ DIŞI GELİRLER
2017 yılında bankacılık sektörü 65,5 milyar doları faiz geliri, 14,7 milyar doları faiz dışı gelir olmak üzere 80 milyar dolar civarında gelir, 16,3 milyar dolar da vergi öncesi kâr elde etti. (Faiz gelirinin yüzde 81’i kredilerden, kalan kısmı diğer bankalardan, para piyasası işlemlerinden elde edilen faiz gelirleri.) 65,5 milyar dolarlık faiz gelirine karşılık 35,5 milyar dolar faiz gideri ödendi. Mevduat başta olmak üzere kredi kullandırımlarına kaynaklık eden özkaynak, mevduat dışı diğer dış kaynak kullanımlarından oluşan faiz giderleri düşüldüğünde 30 milyar dolarlık bir net faiz geliri söz konusu. Bireysel kredilerden kaynaklanan net faiz geliri 7 milyar dolar civarında. Kredi kartları dahil edildiğinde bireysel kredilerden kaynaklanan faiz dışı gelir ise 5-6 milyar dolar civarında tahmin ediliyor. Bireysel kredilerden elde edilen net gelir 12-13 milyar dolar civarında ve yüzde 40-45 gibi çok yüksek bir oran faiz dışı gelirler!