Mursi'nin çöküşü ve sonrası: Ne oldu, ne olacak?

soL Gazetesi dış haberler editörü Ali Örnek ve soL Haber Portalı yayın kurulu üyesi Erman Çete, Mısır Cumhurbaşkanı Mursi’nin devrilmesinin ardından bölgeyi ve olası gelişmeleri değerlendiren bir söyleşi geçekleştirdi.

Mısır'da 30 Haziran'da başlayan kitlesel eylemlerin ardından, Mısır ordusu Müslüman Kardeşler kökenli Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'yi devirdi ve önceki gün Anayasa Mahkemesi Başkanı Adli Mansur'u yerine getirdi. Ancak gerek bu durumu kabul etmeyen Müslüman Kardeşler üyeleri, gerek orduyu destekleyen geniş bir kesim, gerekse ordu darbesine, Mursi'ye ve Müslüman Kardeşler iktidarına karşı olan insanlar hala sokaklarda... Öte yandan Arap Baharı adı verilen sürecin en önemli halkası olan Mısır'daki dönüşümün bölgedeki dengeleri yeniden ve köklü bir biçimde sarsacağı konusunda hemen hemen herkes hem fikir.

'ASIL DARBEYİ MISIR HALKI YEDİ'

Ali Örnek: Erman, Mısır'daki olayları bu süreçte yakından takip ettin. Öncelikle ordunun müdahalesini veya darbesini nasıl değerlendiriyorsun, sence ordunun ve onu destekleyen ülkelerin hedefi nedir?

Erman Çete: Öncelikle, konunun bizim buralardaki "darbe mi, sivil iktidarı mı" tartışmasıyla zerre alakası olmadığını söyleyip geçeyim. Mısır'da ordu müdahalesi, halk hareketinin eski Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'i alaşağı eden isyanla kıyaslanamayacak ölçüde büyüdüğü, ancak siyasi temsiliyet olarak hala liberal Muhammed el-Baradey ve Mübarek döneminin Dışişleri Bakanı Amr Musa gibi isimlerin öne çıktığı bir konjonktürde devreye girdi. Bunun yanı sıra, Mursi ve Müslüman Kardeşler iktidarının Mısır gibi bir ülkeyi hem içeride hem de dışarıda yönetmesinin önündeki büyük engeller her kesim açısından belirgin hale geldi. ABD ve AB'nin Mursi'nin düşüşünü seyretmesi, Suudi Arabistan'ın müdahaleyi alkışlaması meselenin bölgesel ve uluslararası boyutu. Özetle ordu, hem milyonlarca insanın Mursi'ye ve onun temsil ettiği değerlere itirazını kontrol alma girişiminde bulundu, hem de Müslüman Kardeşler'i hizaya sokmak için uluslararası güçlerden onay alarak hamle yaptı. Müslüman Kardeşler'ın yeniden Mısır'ın siyasi hayatında ordu eliyle yer bulacağına dair güçlü işaretler belirmeye başladı nitekim.

Ali: Bu “hizalama” meselesini önemsiyorum. Ben Mısır ordusunun darbe yaptığını ancak tam da senin başta belirttiğin nedenlerle bu darbenin Mursi'ye karşı değil, asıl Mursi karşıtlarına karşı yapıldığını düşünüyorum. Bazı tahminlere göre 30 Haziran'dan bu yana Mursi'yi istifaya çağırmak için 33 milyon insan sokaklara çıktı ve bu kitle Mursi'yi rahatlıkla devirebilecek güçteydi. Ancak ordu müdahalesiyle halkın Mursi'yi “Mübarekleştirerek” devirmesinin önüne geçildi. Müslüman Kardeşler iktidardan indirilmiş olsa da tümüyle tükenmekten kurtuldular ve bugün darbe yetkililerinden “Müslüman Kardeşler Mısır siyasi hayatının parçasıdır” açıklamaları geldi. Şu an için tutuklamalar olsa bile, Müslüman Kardeşler'i imha etmeye yönelik bir siyaset izlenmeyeceği ortaya çıktı. Yani aslında ordu, onu “ehlileştirip” yeniden devreye sokacak. Bu açıklamalar da ABD Başkanı Barack Obama'nın “darbe” demekten kaçındığı ve orduya üstü kapalı destek verip bir yandan da çizgileri hatırlattığı açıklamasının ardından geldi. ABD ve Suudi Arabistan'ın planları muhakkak ancak Tahrir'de ve ülkedeki bütün diğer meydanlarda Mursi'ye yönelik büyük bir tepki vardı. Sence bunun nedeni neydi?

'MÜSLÜMAN KARDEŞLER'İN SANDIK MEŞRUİYETİ HİÇ OLMADI'

Erman: Aslında Mursi'nin devrilmesine giden süreç 30 Haziran ve öncesinde günlerde başlamamıştı. Müslüman Kardeşler'in siyasi partisi olarak kurulan Özgürlük ve Adalet Partisi, 2011'de "Mısır İçin Demokratik İttifak" içinde yarıştı ve 10 milyon civarında oy aldı. 2012'deki Cumhurbaşkanlığı seçiminde Muhammed Mursi 50 milyon kayıtlı seçmenin 6 milyonunun oyunu alabildi. Referandum garabetinde de, Müslüman Kardeşler'ın yüzde 63 oy aldığı yaygarasına rağmen, seçimlere katılım oranı yüzde 40'ın altındaydı! Yani Mursi ve Müslüman Kardeşler, sürekli iddia ettikleri "sandık meşruiyetine" hiç sahip olamadılar. Üstelik bu meşruiyete sahip olmamalarına rağmen, yargıyı Mursi'ye bağlamaya yönelik atılan adımlar, yeni anayasanın yalnızca Selefilerle birlikte yazılması ve özellikle Hıristiyanların kaygılarının giderilmemesi, "kadrolaşma" adımları (son günlerde bazı kentlere atanan valiler açıkça Müslüman Kardeşler taraftarıydı ve halkın tepkisi büyük oldu), bizde de çokça yakınılan "yaşam tarzına" ve Mısırlı kimliğine müdahale ve en önemlilerinden bir tanesi de ekonominin baş aşağı gidiyor olması. Bütün bunlar bir araya gelince, yalnızca "kemik" Müslüman Kardeşler karşıtları değil, seçimlerde Müslüman Kardeşler'a veya Mursi'ye oy vermiş büyükçe bir kitle de Mursi'den koparak Tahrir'e çıktı ve belki de dünya tarihinin en kalabalık kitle eylemlerine sahne oldu Mısır.

Ali: Çizdiğin tablo son derece doğru, bu nedenle şöyle devam edeyim: Müslüman Kardeşler 25 Ocak 2011'de Mübarek karşıtı eylemlerin başlangıcında sessiz kaldılar ve alanlara iki gün sonra indiler. Mübarek bir ay sonra düştüğünde de Yüksek Askeri Konsey ile arayı iyi tutmaya çalıştılar, hatta bu Yüksek Askeri Konsey'in iktidarı geçici olarak üstlendiği dönemde sokaklara inen -ki bugün de Mursi'ye karşı sokaktalar- insanları yalnız bıraktılar. Öyle ki Müslüman Kardeşler askeri yönetimi öven ve taraftarlarını sokaktan çağıran açıklamalar bile yaptı. Mursi Haziran 2012'de seçildiğinde, 1 yıllık iktidarı boyunca Mübarek dönemiyle köklü bir hesaplaşmaya da girmedi, hatta onlarla uzlaşmaya çalıştı. Askeri Konseyin başındaki Tantavi'yi tasfiye etmesi övülmüştü ancak kimse, Askeri İstihbarat Şefi sıfatıyla, Mübarek döneminin muhalif avcısı ve bugünün Genelkurmay Başkanı sıfatıyla darbe lideri olan Sisi'yi bu göreve Ağustos 2012'de bizzat Mursi'nin yükselttiğini hatırlatmıyor...

Erman, dikkat ettiysen Mısır ordusuna ilk kutlama mesajını Suudi Arabistan yolladı... Sen bu durumu nasıl yorumluyorsun?

SUUDİ ARABİSTAN'IN RÖVANŞI

Bunun işaretlerini Suriye'deki parsa toplama kavgalarında görmüştük aslında. Para ve silahın nasıl dağıtılacağından tut da, hangi koltuğa kimin yerleştirileceğine kadar Suriye'deki çetelerin arasında zaman zaman çıkan sürtüşmelerin geri planında, Suudi Arabistan ile Katar arasındaki mücadelenin yattığı uzun zamandır biliniyor. Katar da, Müslüman Kardeşler'in en önemli destekçilerinden. Yalnızca bu da değil. Aylardır, Suudi basını, Mısır'da Müslüman Kardeşler'in ülkeyi nasıl bir diktatörlüğe sürüklediğinin anlatıldığı yazılarla dolu. ABD'nin bölgedeki en önemli müttefiklerinden birisi olarak Suudi Arabistan, Katar'ın, Müslüman Kardeşler'ın ve Türkiye'nin "yıldızının parlamasından" rahatsızlık duyuyordu. Katar'daki iktidar değişikliği ile birlikte, ki bir ABD operasyonu olduğu açık, Mursi'nin düşüşü de Suudi Arabistan'ın attığı adımlarla paralellik arz ediyor. Yine Suriye'de sahadaki bazı değişiklikler, ABD'nin bölgesel kartlardan bazılarını Katar, Mısır ve Türkiye'nin elinden alıp Suudilere verdiğini de gösteriyor.

Müslüman Kardeşler 'Arap Baharı' adı verilen sürecin parlayan yıldızı oldular ve aynı zamanda Körfez ülkelerinden Birleşik Arap Emirlikleri'nde etkin, Ürdün'de son derece güçlüydüler. Ve bu ülkeler bu güçten rahatsızdı. Dolayısıyla Mısır'daki Müslüman Kardeşler'in düşüşü, kendi ülkelerindeki Müslüman Kardeşler'in düşüşü anlamına geleceği için rahatlamış durumdalar.

Ben ilk yansımanın Tunus'ta olacağını düşünüyorum. Burada Nahda'ya karşı Mısır'da Mursi'nin devrilmesinde kritik rol oynayan Temerrüd ile aynı adı taşıyan bir örgüt kuruldu bile... Yakında “yeni bir diktatörlük kuruluyor, buna izin vermeyeceğiz” diyerek eylemlere başlayacaklar. Filistin ve Suriye'ye yansımalarına da geliriz ancak gerçek şu ki, artık Arap Baharı'nın restore edildiği bir sürece giriyoruz. Katar'ın elinde siyasi bir koz olan Müslüman Kardeşler'in törpüleneceği bir süreç bu... Aynı zamanda bölgesel liderliğin Suudi Arabistan'a geçtiği, onun ezeli müttefikleri Birleşik Arap Emirlikleri ve Ürdün'ün de destek verdiği bir yeni dönem açılıyor. Dikkat ettiysen bu iki ülke de darbeyi kutlayanlar kervanına katıldılar. Önceki gün yemin eden eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Adli Mansur, Riyad yönetiminin yakından tanıdığı bir isim. Mansur 1983-1990 yılları arasında Suudi Arabistan'a Ticaret Bakanlığı Hukuk Müsteşarı olarak tayin edilmişti. 2011 yılının Haziran ayında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Mursi karşıtı ve eski Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'in has adamlarından Ahmet Şefik'in seçim kampanyasını fonlayan Riyad yönetimi böylelikle bir yıl önce kaybettiği mücadelenin rövanşını almış oldu. Tunus ve Suriye konusunu biraz daha konuşalım derim... Özellikle de Suriye sen ne dersin?

'GÜÇSÜZ BAAS HEDEFLENİYOR'

Herhalde Suriye konusundaki ilk söylenmesi gereken şey, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın "Ben kalırsam, Erdoğan ve Katar Emiri gider" kehanetinin adım adım doğrulandığı. Senin dediğin "restorasyon" meselesine yatırım yaparak söylenmiş, güçlü bir siyasi akıl içeren bir "temenni" idi bu. Şimdi, bizim başlangıcında "Ortadoğu'da emperyalist restorasyon" dediğimiz sürecin de bu haliyle sürdürülebilmesinin bölgesel ve ulusal düzeylerdeki zorlukları ortada. "Restorasyonun restorasyonu"nun Suriye'de ve belki de daha önemlisi Filistin'de etkilerinin olması kaçınılmaz. Bana kalırsa, Cenevre Konferansı en başından beri pratik olarak değersiz bir girişim olsa dahi, diplomatik olarak tarafların bazı alış-verişleri yapacağı, daha doğrusu yapması gereken bir mecra haline geldi. Suriye ordusu askeri olarak güçlü, psikolojisi iyi, yönetim kendisine güvenli karşı tarafta ise ne yapacağı belli olmayan, yeniden bir başbakan seçmek için umutsuz bir çaba içine giren, yalnızca ABD'nin "silah" kararıyla biraz umutlanan bir "muhalefet" var. Üstelik artık arkalarında o 2 yıl önceki rüzgar da yok... Zannediyorum, "Baasl'lı ama zayıflatılmış Suriye" , emperyalistler için hala en geçerli somut proje...

Evet, Esad'ın kehaneti çıkıyor gibi... Zaten Katar'ın bölgesel liderlikten havlu atması da Haziran ayında Doha'daki taht değişikliği ile başladı. Suriye Müslüman Kardeşleri ve hamisi Katar, Suriye'nin dış destekli muhalefetinin müzakere masasına oturmasını engelliyordu. Hatta bunun için Türkiye'yi de arkalarına alıp, Suriye'de geçiş hükümeti bile kurdurdular. Yine Ulusal Koalisyon'un eski başkanı Muaz El Hatip çıkıp Esad ile masaya oturabileceğini söylediğinde, buna itiraz Türkiye'den geldi... Yani bir nevi, masayı tekmeleyenler etkisizleştiriliyor. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta şu... Mısır'da elini güçlendiren Suudi Arabistan, Ürdün üzerinden Suriye'ye karşı savaşan militanları desteklemeyi hedefliyor. ABD bu koalisyonla ilerlemeye çalışacak. Yani müzakere önündeki engellerin geri bastırılması bir barış havasının esmesi anlamına gelmeyebilir. Bilakis savaş cephesi de tahkim edilmiş durumda... Peki sence Filistin'de durum ne olabilir, biliyorsun Hamas liderliği önce Katar'a güvenip Doha'ya gitti Şam'ı terk ederek ve son olarak geçen hafta “Suriye'de Esad'ın düşmesi, Filistin'deki cihaddan önemlidir” açıklaması yaptılar? Hamas sanırım bu sürecin en büyük kaybedeni sen ne dersin?

MISIR'IN GERÇEK KAYBEDENİ: HAMAS

Ben de böyle düşünüyorum. Hamas Şam'dan Doha'ya taşındıktan sonra, örneğin Ramallah'ta El Fetih'li gençlerin Katar Emiri'nin kuklasını yakmalarına Mahmud Abbas'tan daha sert tepki göstermeye kadar işi vardırmıştı. Hamas ile Katar ve Mısır arasındaki ilişki bundan ibaret de değil. Katar ve Mısır, Gazze'de Hamas'ı ekonomik olarak rahatlatmak için çok sayıda yatırım yaptılar. Hamas, Müslüman Kardeşler şebekesine yalnızca ideolojik olarak değil, iktisadi olarak da göbekten bağlanmış durumda. Dahası, Hamas, İsrail'e karşı direnişte kazandığı prestiji, Suriye'ye sırtını çevirmekle ve İran'a ahlaksız tekliflerde bulunmakla birlikte zaten hızla yitirmiş durumdaydı. Ayrıca, Mısır'daki Müslüman Kardeşler iktidarının Gazze tünellerine yönelik ordu operasyonlarını desteklemesi, Refah sınır kapısını tıpkı Mübarek dönemindeki gibi kullanması, Camp David'i "dokunulmaz" sayması gibi örneklerde görüldüğü üzere, Hamas'ın bağlandığı ve İsrail'le mücadelede "arabuluculuğunu" kabul ettiği Müslüman Kardeşler'in öncelikle gündemleri arasında Siyonizm’le mücadele yoktu. Hatırlamakta fayda var: Mısır'ın geçen sene atanan İsrail büyükelçisi, tüm dünyanın gözü önünde Tel Aviv'de değil, işgal altındaki Kudüs'te Şimon Peres ile kadeh tokuşturmuştu! Filistin direnişine ve Filistinlilere bundan büyük hakaret olamazdı, ancak Hamas buna da sesini çıkarmadı. Sanırım "Arap Baharı"nın restorasyonu ile birlikte, Hamas'ın Gazze'de hükümet olma şansı da oldukça azaldı.


Mısır'ın İsrail Büyükelçisi Atıf Salim, işgal altındaki Kudüs'te Şimon Peres'le kadeh tokuşturmuştu.

Bütün bu hengame içinde ben El Fetih'ten, Ramallah'taki Mahmud Abbas yönetiminden gelecek açıklamayı bekledim ve tahmin ettiğim gibi de oldu, Mahmud Abbas orduyu selamladı. Nitekim, Mısır'da Müslüman Kardeşler'in düşüşü aynı zamanda, Müslüman Kardeşler, Katar ve Türkiye'nin izlediği “Gazze yönetimini, Ramallah'a denk tutma” siyasetinin de çöküşü oldu. Artık Ramallah dış politikada rakipsiz. Hamas ise sessiz, hiçbir açıklama göremedim. Beklemedikleri büyük bir şokla karşılaştılar. Doha ve Kahire'ye giderken, eldeki Şam'dan da olmuşlardı.

İkinci nokta ise ABD'nin yoğun bir çaba yürüttüğü Filistin sorunun çözümüyle ilgili. Biliyorsun geçtiğimiz yılın sonunda Batı Şeria'nın Ürdün'e dahil edilmesi, Filistin-Ürdün konfederasyonunun kurulması gündeme geldi. Buna Ramallah yönetimi de Amman yönetimi de onay veriyor ancak gözlerini korkutan şey, 6 milyonluk nüfusunun yüzde 33'ü Filistinli olan Ürdün'de Müslüman Kardeşler güçlüydü. Bu durumda bir konfederasyon her iki ülkede birden Müslüman Kardeşler'in elini muazzam güçlendirmesiyle sonuçlanabilirdi. Bu nedenle Ürdün Müslüman Kardeşleri'nin zayıflaması iki tarafın da konfederasyon konusunda daha rahat adım atmasını sağlayabilir. İsrail'in de bu plana itirazı yoktu zaten... Biliyorsun Başbakan Tayyip Erdoğan yakın bir tarihte Gazze'yi ziyaret edecekti, ben artık bunun eskisi kadar kolay olmadığını düşünüyorum... En azından bunu yaparken Ramallah'ın egemenliğini ihlal etmemeye özen göstereceklerdir. Erman Türkiye'nin Mısır'da yaşananlara dair tavrı konusunda ne düşünüyorsun? Sence de Türkiye fazlasıyla sessiz ve ürkmüş değil mi?

'AKP, MURSİ KADAR ACEMİ DEĞİL'

Kesinlikle öyle. 30 Haziran'dan düne kadar gözlerimiz Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nu aradı. Suriye ve bölge konusunda mangalda kül bırakmayan Davutoğlu, hem birkaç gün boyunca ağzını açamadı, hem de açıklama yaptığında da oldukça düşük bir profil sergiledi. Bana kalırsa, hem Davutoğlu hem de Başbakan Erdoğan, Mursi ve Müslüman Kardeşler'ın çöküşüne bakarak kendi felaketlerini gördüler. Davutoğlu'nun frene basarak yaptığı açıklama, ABD'nin de bu konuda AKP'nin kulağını çektiğini, bizim "Müslüman Kardeşler"imizin ayağını ABD'nin adımlarına uydurmaya çalıştığını gösteriyor. Ancak unutulmaması gereken birkaç şey var: Birincisi, Mısır'da Mursi "lider" özellikleri taşıyabilen birisi değildi. Onun çapında liberal ve Amerikancı kişilikler bulunabilir. Türkiye'de ise bir dizi nedenle Tayyip Erdoğan, azalsa da, hala iktidar gücünü koruyor. Bununla bağlantılı olarak ikincisi, AKP'nin Müslüman Kardeşler'e göre daha çok zamanı vardı, bu yüzden de daha fazla yönetme deneyimine ve becerisine sahip. Ve bence en önemlisi, AKP çok baskın bir piyasacı ve Amerikancı bir karaktere sahip. Kendisini iktidara getiren güçlerin yine alaşağı edebileceğini biliyor, yeni duruma ayak uydurabilecek ulusal ve uluslararası bazı enstrümanlara hala sahip. Örneğin Türk Dışişleri'nden ilk açıklama geldiği zaman, AKP'nin Müslüman Kardeşler'ı sattığını düşünmüştüm. Çok ciddi bağları olsa da, AKP kendi yoldaşını gözünü kırpmadan satabilecek bir parti. Bundan dolayı AKP, bazı rötuşlarla kendisini yeniden beğendirmek ve pazarlamak için hamle yapmayı deneyecektir. Dış politikada bunun ihtimali daha yüksek ama içeride AKP'nin yeniden eski güzel günlere dönmesinin imkanı yok. Bundan sonra ne olursa olsun, Türkiye "istikrar" cenneti olmayacak, siyasi ve ekonomik krizlerle debelenecektir.

Ben bu süreçte, Türkiye'nin “sert açıklamalarla” yetineceğini düşünüyorum ama Mısır yönetimine hiçbir yaptırım uygulamayacaklarını hatta en hafif diplomatik tepkilerden olan elçi çekmek işine kalkışmayacaklarını tahmin ediyorum. Türkiye “sert kınayan” ama adım atamayan olacak. Dün Beşar Esad bir Suriye gazetesine “Mısır, sözde siyasal İslam’ın çöküşüdür” diyerek AKP'nin korkusunun gerçek nedenini de söylemiş oldu.

(soL- Haber Merkezi)