ABD, ordu ve Müslüman Kardeşler aynı masaya nasıl oturdu?

Mısır isyanının bir evresi geride kalırken, dikkatle izlenen öznelerden Müslüman Kardeşler, ABD ve Mısır ordusunun ayaklanma başladıktan bu yana izledikleri siyasetin yol haritasını çıkardık.

Mısır dün akşam saatlerinde Hüsnü Mübarek'in istifa etmesiyle birlikte yeni bir döneme girdi. Ülkenin yönetimini ordu devralırken, ABD'nin "yumuşak geçiş"i ordunun tamamlamasından yana olduğu görülüyor. Müslüman Kardeşler ise isyanın en başından beri sürece ağırlık koymaktan çekiniyor.

Peki bu üç özne ayaklanmanın başından Mübarek'in istifasına kadar geçen sürede nasıl tavır aldılar?

İsyanın başlangıcı: Şaşkınlık evresi
Mısır'da 25 Ocak'ta başlayan halk gösterileri, ilk başta hatırı sayılır özneleri hazırlıksız yakalamış izlenimi vermişti. ABD uzunca bir süre açıklama yapmamış, ülkenin en büyük muhalefet gücü olduğu iddia edilen Müslüman Kardeşler eylemlere örgütsel olarak katılmamış, ordu ise halka saldıran polise karşı halkın yanında görüntüsü vermişti.

İlk günlerde, ABD'nin sadık müttefiki Hüsnü Mübarek'i yalnız bırakmayacağı tahmin ediliyordu. Nitekin, Beyaz Saray'dan gelen ilk açıklamalar, "değişim"den yana görünmekle birlikte Mübarek'in konumunu sorgular nitelikte değildi. 29 Ocak'ta bir açıklama yapan ABD Başkanı Barack Obama, "durumdan endişeli olduğunu ve her iki tarafından şiddetten kaçınması gerektiğini" söylemişti. Yine aynı günlerde, ABD'nin Mısır'a her sene yaptığı yardımları gözden geçirdiği söylenmiş, ama ABD tarafından yardımların süreceği garanti edilmişti.

ABD'nin kararsızlığının arkasında Mübarek rejiminin Ortadoğu'daki en ABD yanlısı yönetimlerden birisi olması yatıyordu. Filistin sorununda da İsrail'in yanında konumlanan Mübarek Mısırı'nın bu şekilde kitlesel bir halk hareketiyle devrilme ihtimali ABD'yi ve de İsrail'i ürküten faktörlerin başında geliyordu. Bununla birlikte ABD'nin halkın nefret ettiği Hüsnü Mübarek'in arkasında durduğunu açıktan belli etmesi, bölgedeki daha orta ve uzun erimli çıkarlarını tehlikeye atabilecek bir tavır olacaktı. Yanı sıra, "radikal islam" tehlikesinden korkan ABD, Müslüman Kardeşler'in tutumunu da izliyordu. Bu yüzden ayaklanmanın ilk haftası ABD açısından "bekleme" dönemi oldu.

Müslüman Kardeşler'in tutumu ise, "ülkenin en büyük muhalif gücü" olduğu iddiasına uygun olmayan bir şekilde gelişti. 25 Ocak'ta başlayan kitle gösterilerine ilk günlerde katılmamayı tercih eden örgüt, isyan başladıktan sonraki ilk Cuma günü eylemlere örgütsel olarak da katılma kararı aldı. ABD ve İsrail'in yönetimden uzak tutmak için Mübarek'i bile tercih edebileceği yönündeki yorumlara karşın Müslüman Kardeşler, gösterilere katıldığı günden itibaren iktidarı ele geçirmeye yönelik hamlelerde bulunmadı. Daha birinci hafta dolmadan, ayaklanmada yer alan muhalefet örgütlerinin ve ABD'nin Muhammed El Baradey üzerinde anlaştığı ileri sürülmüştü. Bu, özellikle isyanın birinci evresinde ABD'nin elini rahatlatan bir durum olarak nitelendirilmişti. O günlerde ABD'nin dile getirdiği "yumuşak geçiş", Müslüman Kardeşler'in tutumu ile beraber daha gerçekçi bir hal alıyordu. Nitekim bu haber 30 Ocak'ta yayılırken, ABD'nin El baradey ile görüştüğü bilgisi iki gün sonra medyada duyulacaktı.

Mısır ordusu ise ayaklanmanın ilk günlerinde başlayan polis saldırısına karşı halkı koruyor izlenimi vermiş ve eylemcilere müdahale edilmeyeceği yönünde haberler yayılmıştı. "Tarafsızlık" politikasının ilk adımları olan bu tavır, daha sonra Mübarek yanlısı "baltacılar"ın saldırısıyla kuşku uyandırmaya başlamıştı. Çünkü isyancılara saldıranlar, ordunun kontrol ettiği bir bölgeden alana giriş yapmışlardı. Ayrıca halkın yakalayıp askerlere teslim ettiği bazı "baltacı"lar, ertesi günkü eylemlerde yeniden halkın karşısına dikiliyordu.

Bu sırada önemli bir olay yaşandı. Ayaklanmanın ilk günlerinde, Mısır Genelkurmay Başkanı Sami Hafız Enan resmi bir ziyaret kapsamında Washington'da bulunmaktaydı. Daha sonra "gezi"sini yarıda kesse de, Enan'ın Washington'da ülkesinde yaşananlarla ilgili önemli temaslarda bulunduğu yorumları yapıldı. Ordu, halk nezdinde polis gibi nefret edilen bir kurum olmamasına ve geleneksel olarak yurtsever bir gelenekten gelmesine rağmen, ABD'den her sene 1.3 milyar dolarlık yardım alıyor, subayları ABD'de eğitiliyor ve ABD tarafından modernize ediliyordu. Bütün bunların yanı sıra, Hüsnü Mübarek de eski bir ordu mensubuydu ve ordu ile önemli ilişkileri mevcuttu. Yine de her şeye rağmen, Mübarek tarafından verilen "göstericilerin dağıtılması" talimatı ordu tarafından uygulanmamıştı.

Gelişme ve sonrası: Pozisyon alış
Özellikle halk isyanının bir siyasi programa sahip olmayışı ve öncüsüzlüğü, süreç içerisinde ne yapacaklarına karar veremeyen özneleri bir karar almaya sevk etti. Müslüman Kardeşler ABD ve İsrail'i tedirgin etmeyecek bir formüle razı olurken, ABD "Mübareksiz bir Mübarek yönetimi" için harekete geçti. Ordu ise "tarafsızlık" politikasını terk edip halka "evinize dönün" çağrıları yapmaya başladı.

Bu süreçte yaşananlardan birisi, Hüsnü Mübarek'in istihbarat şefi Ömer Süleyman'ı başkan yardımcısı olarak ataması oldu. Süleyman'ın ilk işlerinden birisi "reform" sözü vermek ve halkın meydanlardan çekilmesi şartıyla muhalefetle görüşmeleri başlatacağını duyurmak oldu. İlk başta "Mübarek gidene kadar masaya oturmak yok" diyen Müslüman Kardeşler, daha sonra Süleyman'ın davetine icabet ederek hükümet ile müzakerelere başlamıştı. Gelen tepkiler üzerine "pozisyonlarında bir değişim olmadığını" açıklayan örgüt, görüşmeyi "halkın taleplerini hükümete iletmek için kabul ettiklerini" iddia etmişti.

Müslüman Kardeşler'in bu tutumunun ABD ile ilgisi olduğu söylendi. Halbuki tutum alışlar karşılıklı idi. Müslüman Kardeşler'den çekinen ABD ile ABD'ye karşı açıktan cephe almaktan kaçan Müslüman Kardeşler, sonunda hükümetin pazarlık masasında dolaylı yoldan bir araya geldiler. Bununla birlikte ABD'den gelen açıklamalar hala ikircikliydi. Obama yönetiminin Kahire'ye gönderdiği temsilci Frank Wisner, geçiş sürecinde Mübarek'in iktidarda kalması gerektiğini söylüyor, Obama yönetimi ise resmi bir açıklama yaparak, Wisner'ın yaptığı açıklamanın kendi kişisel görüşü olduğu ve Washington'un resmi görüşünü temsil etmediğini açıklıyordu. Fakat ABD'nin temel isteği, sürecin tüm belirsizliğine rağmen bütün muhalefet tarafından benimsenmiş oluyordu: "Yumuşak geçiş".

Öte yandan ordunun tutumu daha da belirginleşmeye başladı. ABD'nin tavrını net olmasa da belli etmesinden sonra "düzen" arayışını daha fazla yoğunlaştıran Mısır ordusu, son günlere doğru yönetime el koyacağı söylentileri arasında halka sokakları boşaltma çağrısı yapmaya başladı. Ancak bütün bunlara rağmen halka dönük fiili bir saldırıda bulunulmadığı genel bir kanıydı.

Son günlerde gelen haberler ise durumu değiştirecekti. Tahrir Meydanı'ndaki Ulusal Müze'yi "serserilere" karşı koruduğu düşünülen ordunun esas niyetinin, müzede yapılan işkenceleri gizlemek olduğu ortaya çıktı. Müzede gözaltında tutulanlar arasında avukatlar, gazeteciler ve her meslekten insanlar vardı. Bu kişilerin çoğu sonradan salıverildiler ve içeride gördükleri işkenceyi anlattılar. Salıverilenler, askerlerin kendilerini “Hamas ve İsrail dahil dış mihraklar adına çalışmakla” suçladıklarını aktardılar. Kişi Hakları için Mısır İnisiyatifi yöneticisi Hüssam Bahgat ise ordunun alıkoyduğu insanların müzedekilerle sınırlı olmadığını, ülke genelinde yüzlerce, hatta binlerce insanın “kaybolduğunu” söyledi. Öte yandan, erlerin isyana büyük sempati besledikleri biliniyor. Hatta dün, birçok Mısırlı subay silahlarını bırakıp halkın yanına geçtiklerini söyleyerek Tahrir Meydanı'na geldiler.

Dün gelinen noktada ise, ordu fiili olarak yönetimde. ABD Başkanı Obama orduyu "vatanseverce ve sorumlu" davranmasından dolayı kutladı. Müslüman Kardeşler ise ayaklanma boyunca olduğu gibi düşük profilli bir siyaset izliyor.

(soL - Dış Haberler)