Suriye’ye yeni tehditte AKP'ye de rol var

Suriye’de Batı destekli “ılımlı” muhalefetin başarısız olması ve her örnekte El Kaide bağlantılı örgütlerin büyümesi karşısında yeni arayışlar sürüyor. Son girişim önerisi, Atlantic Council’den geldi: Ulusal İstikrar Ordusu kurulsun. Peki hangi kaynaklarla? Bilinmiyor… Öte yandan bu girişimde, Erdoğanlı ya da Erdoğansız, AKP'ye yine yer var.

Erman Çete

2011 yılında Beşar Esad’a karşı ayaklanma başladığından bu yana, Suriye yönetiminin nasıl ortadan kaldırılacağına ilişkin çok sayıda proje ortaya atıldı. ABD onaylı bu projeler arasında Müslüman Kardeşler baharı, Suudi destekli Selefi barbarlığı, Türkiye orijinli tampon bölge hülyası, Ürdün merkezli “ılımlı” muhalif eğitimi ve daha bir sürü başarısız girişim yer alıyor. ABD’nin, bu çok parçalı muhalefet korosunu birleştirmek ve tek merkezden yönetmek için aldığı önlemler de işe yaramazken, “ılımlı” sayılan ve Batı tarafından desteklenen silahlı gruplar, hemen her örnekte El Kaide bağlantılı örgütlere meyletti.

Şimdi, ABD ile İran arasında bir “yumuşama” dönemi açılırken, ABD’nin etkili düşünce kuruluşlarından birisi, Atlantic Council, yeni bir proje ile ortaya çıktı. Projenin arkasındaki isim ise, bir süredir “tampon bölge” ve “istikrar gücü” temalarını işleyen, bir sene öncesine kadar Hillary Clinton’ın Suriye Özel Temsilcisi olan Frederic Hof.

‘DİPLOMASİ YETERSİZ’
Atlantic Council tarafından yayımlanan raporun adı, “Suriye’de barışa zemin hazırlamak: Suriye Ulusal İstikrar Gücü için araştırma” adını taşıyor. Yazarlar arasında, Hof’un yanı sıra Arab Reform Initiative’den Dr. Bassma Kodmani ve Washington Institute for Near East Policy’den Jeffrey White da yer alıyor.

Raporda, Suriye’ye yönelik bir ABD işgalinin konu dışı olduğu, ancak aynı zamanda Birleşmiş Milletler (BM) ya da Rusya inisiyatifindeki diplomatik girişimlerin de başarısız olacağı yazılıyor. BM ya da Rus inisiyatiflerinin neden başarısız olduğuna dair bir değerlendirme yok. Ancak temel olarak, “Suriye’de askeri değil siyasi çözüm” lafzının yetersiz olduğunu, askeri kapasiteye sahip bir kuvvet olmadan ne Irak-Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) ne de Beşar Esad’ın yenileceğinin altı çiziliyor.

MEŞRU HÜKÜMET OLMAZSA…
Raporun ön kabulü, Beşar Esad yönetiminin meşruiyetini kaybettiği iddiası. Suriye’nin henüz olmasa bile, “failed state (düşkün, bitmiş devlet)” olma yolunda ilerlediğini söyleyen rapora göre, Esad yönetimi 4 yıldır “mezhepçi bir hayatta kalma stratejisi” izliyor. Rapor açık olarak, “barışçıl” göstericilerin üzerine Alevi ağırlıklı resmi ve gayrıresmi ordular aracılığıyla saldırıldığını ve gösterilerin bunun üzerine silahlı hale büründüğünü savunuyor. Oysa daha 2012 yılında, Time dergisine konuşan bir Ahrar’uş Şam militanı, örgütü “Mısır devriminden hemen sonra” kurduklarını itiraf ediyordu.

Suriye’nin batıda “kriminal bir aile şirketi”, doğuda “kriminal bir halifelik” ve diğer bölgelerde de silahlı gruplar arasında bölündüğünü söyleyen rapora göre, ülke bütünlüğü ortadan kalktı ve bu birlik baştan kurulmak zorunda.

Raporda “zurnanın zırt dediği yer” de burası. Kurgu şöyle devam ediyor: IŞİD, Suriye’de meşru bir hükümet olmadığı müddetçe yok edilemez. ABD, hükümet ile muhalefet arasındaki, müzakerelere ve siyasi geçiş sürecine bel bağlasa da, İran ve Rusya’dan yardım alan Esad’ın buna niyeti yok. Demek ki, Esad’la müzakere için bile bir karşı askeri ağırlığa ihtiyaç var.

Yukarıdaki akıl yürütmenin doğal sonuçlarından birisi de, yeni bir ordu kurmak. Rapora göre ABD, Suriye’deki hukuksuzlukları ve meşruiyet sorununu aşacak bir “Suriye Ulusal İstikrar Gücü”ne (SNSF) öncülük etmeli. Ordu, tamamen Suriyelilerden oluşmalı. Yalnızca askeri değil, siyasi bir misyonu da olmalı.

TAMPON BÖLGENİN BİR DEĞİŞİĞİ
Atlantic Council’e göre, SNSF’nin siyasi misyonu devlet otoritesini yeniden tesis etmek. Bu misyonun yerine getirilmesi içinse Suriye’nin “sivil” liderliği öncülük etmek durumunda.

Peki bu “sivil” liderlik nerede? Yazarlar, bu sivil liderliğin oluşturacağı “Ulusal Yönetim”in, batıdaki Esad (Evet, Esad’ın otoritesinin yalnızca Suriye’nin batısında olduğunu düşünüyorlar!) ve doğudaki IŞİD’e karşı bir hükümet kuracağını hayal ediyorlar.

Bu hükümetin Suriye’de bulunması ve “meşru” sayılması içinse, elbette bir korumaya ihtiyacı olacak. Bu koruma da, tampon bölgenin yumuşatılmışı, “korumalı” bölge ya da bölgeler (protected zones). Elbette, bu bölgelere destek için kritik iki ülke, Türkiye ile Ürdün.

EĞİT-DONAT YETMİYOR, İDLİB VERELİM!
Konu, eğit-donat anlaşmasının yetersizliği. Çünkü böyle bir gücün yaratılması ve işe yaraması için Suriye’de güncel durumun tersine çevrilmesi gerekiyor. Tersine çevrilecek durum ise, Suriye ordusunun ve IŞİD’in geriletilmesi. Bunun için atılacak ile adım ise, kuzeyde Halep’te, güneyde Dera’da “muhaliflerin” gerilemesini durdurmak.

Bu gerilemeyi durdurmanın ve momentum kazanmanın yollarından birisi ise, moral, güvenilirlik ve popülarite artırıcı bazı taktik zaferler. Raporda, “korumalı bölgeler”in bu zaferlere olanak tanıyacağı belirtilse de, akıllara birkaç hafta önce İdlib’deki El Kaide zaferi geliyor. Bir süredir gerilemekte olan “muhalif” çeteler, İdlib operasyonu ile birlikte moral kazanmıştı.

NEREDEN GELİYOR BU MEŞRUİYET?
Tüm bu senaryoya rağmen, soru ve sorun ortada duruyor: ABD’nin güveneceği/dayanacağı “Suriyeli partner” kim?

Rapor, böyle bir partnerin olmadığını “samimiyetle” itiraf ediyor. Ne yediği paraların hesabı tutulamayan Suriye Ulusal Koalisyonu, ne “Suriye Geçici Hükümeti”, ne de Ürdün ve Türkiye’deki “Askeri Operasyon Komutanlığı” bu iş için uygun.

Ama yazarlar için sorun değil. Çünkü güvenilir bir partner bulma işi, zaten “korumalı bölgeler” kurulursa daha rahat kotarılabilir. Ortada açık bir totoloji var; ancak mantık aramıyoruz. Bunun üstesinden gelmek için önerdikleri ise, ABD’lilerin yakından çalıştığı ve bildiği “dürüst” muhalefet unsurlarından oluşturulacak bir danışman kurulu. Şaka gibi!

İSLAMCILAR VE KÜRTLER
Bu istikrar ordusunu zorlayacaklar arasında Suudilerin adamı Zehran Alluş liderliğindeki İslam Ordusu ve Liva el-Hak gibi başka İslamcı gruplar sayılıyor. Ancak “İslamcı söylem”in özü itibariyle kötü olmadığını savunan rapor, bunun yalnızca IŞİD ve Nusra Cephesi’ne düşmanlık yoluyla doğru olacağını belirtiyor. Bu grupların çoğunun IŞİD’le savaştığına dikkat çeken rapor, buna rağmen “çoğulculuk” gibi değerler hususundaki sorunların aşılması gerektiğini vurguluyor.

Raporun dikkat çekici önerilerinden bir tanesi, SNSF’ye Kürt silahlı güçlerinin de dahil edilmesi. Türkiye’nin Barzani’yi destekleyen Kürtlerin eğitilmesine karşı çıkmayacağını, ancak iş PYD bağlantılı Kürtlere gelince sorun yaratacağını söyleyen rapor, PYD bağlantılı Kürtlerin de böyle bir birleşmeye itiraz edebileceğini kaydediyor.

RAPORA DESTEK
Atlantic Council raporunun kritik unsuru, “tamamiyle hazır bir ordu ile Suriye sahasına girmek” düşüncesinin, IŞİD ve Esad’a yarayacağı inancı. Bunun için, biraz da, kervanı yolda düzmeyi öneriyor.

Ancak görünen o ki, bu rapor yalnızca 3 yazarının ve Atlantic Council’in arkasında durduğu bir noktada değil.

11 Nisan’da Washington Post gazetesinde yayımlanan bir açık mektupla taleplerini ABD yönetimine ileten ve aralarında ABD’nin eski Türkiye Büyükelçisi Morton Abramowitz’in de bulunduğu 12 isim, Suriye’nin kuzeyinde ve güneyinde “korumalı bölgeler” oluşturulmasını istemişti.

“Sizden Suriye’nin kuzeyinde ve güneyinde Esad rejimi ve IŞİD saldırılarından arındırılmış Korumalı Bölgeler oluşturmanızı istiyoruz” diye başlayan mektupta, korumalı bölgelerin ABD’nin hava saldırılarıyla entegre edilmesi de talep edildi.

Mektupta korumalı bölge talep edilen yerler de özel olarak belirtildi. Abramowitz ve diğer imzacılar, “Korumalı Bölgeler üç bölgede oluşturulmalıdır: Suriye’nin en büyük kenti olan Halep bölgesi, Türkiye sınırındaki İdlib ve Ürdün’e komşu olan Deraa” denildi.

ABD’nin korumalı bölgeler için kara birlikleri yollaması gerekmediğinin savunulduğu mektup, “Amaç, doğrudan ABD kuvvetlerini kullanarak rejimi devirmek değil, bu üç Korumalı Bölgenin yaratılmasına ve savunulmasına yardımcı olmak olmalıdır. Korumalı Bölgeler bir kez kurulduktan sonra Özgür Suriye Ordusu’nun IŞİD’e karşı harekatında güvenli üslere sahip olması sağlanacak, ılımlı muhalif liderler Esad’la geçiş hükümeti için müzakereleri sürdürebilecektir” diye devam etti.

TÜRKİYE İLE ABD NASIL ANLAŞACAK?
Bütün bu önerilerde, Türkiye’nin durduğu yer açık. AKP hükümeti, uzun süredir, mültecileri koruma bahanesiyle, Suriye içerisinde bir tampon bölge oluşturulmasını istiyor.

Mevlüt Çavuşoğlu da, son yaptığı Washington ziyaretinde bu noktayı teyit etti ve şöyle dedi: Sorun, bu korumalı bölgeleri kimin ve nasıl güvenli hale getireceği.

Çavuşoğlu’na göre sorun bu ve bu sorunu çözmek hususunda ABD devletinin içinden farklı sesler yükseliyor. Dışişleri Bakanı, Türkiye’nin önerisini açıkça ortaya koyuyor: Tampon bölge için Türkiye ve içeriği belli olmayan bir uluslararası koalisyon asker gönderecek, ABD de İncirlik Üssü’nü bu bölgeyi korumak için kullanacak.

Washington Post’un iddiasına göre, ABD Dışişleri Türk önerisini destekliyor. Ancak Pentagon, tampon bölgenin nereye kurulacağına karar vermiş değil: Halep’i koruyacak bir Batı koridoru mu, yoksa IŞİD’e karşı bir Doğu koridoru mu?

Ancak Çavuşoğlu diretti: Görülüyor ki, hava saldırıları yetmiyor. Biz, kara harekatından yanayız. ABD ve bazı müttefikleri, eğit-donatın bu kara gücünü oluşturabileceğini düşünüyor. Peki bu gücün oluşturulması ne kadar zaman alacak?

ERDOĞANLI YA DA ERDOĞANSIZ...
Çavuşoğlu ile raporun temel tezleri birbiriyle örtüşüyor. Buna, Suudilerle Türklerin Suriye’ye yönelik bir kara harekatı planladığı iddialarını da eklersek, tablo tamamlanıyor.

ABD hükümeti içerisinde bir grup, Suudi Arabistan ve Türkiye tarafından olgunlaştırılan proje ile uyumlu hareket ediyor. Ancak henüz “düğmeye basılmış” değil. Bu düğmeye yalnızca seçimlerden sonra basılması beklenmemeli.

Burada dikkat edilmesi gereken husus şu: AKP’nin, önemli bir bölümü Erdoğan'dan kaynaklanan iç gerilimleri, maceracı bir operasyonla da rahatlatılabilir. Yani Türkiye, diktatörlü ya da diktatörsüz, bölge halklarının başına bela olmaya devam edecek.