Libya-İtalya Anlaşmasının birinci yılında göçmenlerin Akdeniz trajedisi

İtalya'nın yasadışı göçü önlemek adına Libya ile yaptığı anlaşma son bir yıl içinde İtalya'da iç siyasetin tartışma konusu. Öte yandan Libya'da gözaltı kamplarını kontrol eden silahlı grupların uygulamaları, burada tutulan göçmenlere yönelik tutumu bütün çıplaklığı ile ortaya koyuyor.

Nükhet Akgün Bordignon

2 Şubat 2017 tarihinde Libya Başbakanı Fayiz es-Serrac ve İtalya Başbakanı Paolo Gentiloni'nin Roma'da yapmış oldukları görüşmeler sonucunda, Libya ve İtalya arasında yasadışı göç ve insan kaçakçılığı ile ilgili bir anlaşma imzalanmıştı.

Anlaşmaya göre Libya'da bir mülteci kampı kurulmasına, karşılığında da İtalya'nın yasadışı göç ve insan kaçakçılığının yoğun olduğu bölgelerde sağlık ve gelişim programlarını desteklemesine, insan kaynakları gelişimi, personel eğitimi, bilimsel araştırmalar gibi alanlarda da ekonomik destek sağlamasına karar verilmişti. Buna ek olarak insan kaçakçılığı ve yasadışı göçle mücadele etmek adına Libya kurumlarına teknolojik destek sağlanması ve Libya sahil güvenliğinin eğitilmesi de İtalya'nın yükümlülükleri arasında belirtilmişti.

Muhalefetteki sağ partilerin siyasi söylemlerini göçmen karşıtlığı üzerine kurmaları ve hükümeti bu konuda sıklıkla eleştirmeleri nedeniyle hükümetin böyle bir hamle yaptığı o dönem dile getirilmişti. Anlaşmanın net olmaması, Libya'daki siyasi durumun anlaşma için elverişsizliği ve anlaşmanın İtalyan meclisinde tartışılmadan ve oylanmadan imzalanmış olması, hükümetin sol ve liberal kesim tarafından eleştirilmesine neden olmuştu. İtalya'yı böyle bir anlaşmaya iten başka bir neden de Akdeniz'e kıyısı olan AB ülkeleri içinde en çok göçmen kabul eden ülke olmasıydı.

2013’ün sonbaharında Lampedusa ve Malta açıklarında iki gemi batmış ve 400 sığınmacı hayatını kaybetmişti. Bunun üzerine İtalya, Ekim 2013’te maliyetini tamamen kendisinin üstlendiği bir operasyon olan Mare Nostrum’u başlattı. Ancak operasyon, aylık maliyetinin 9 milyon avro, yıllık maliyetin ise 114 milyon avroya çıkması nedeniyle Ekim 2014'te durdurulmuştu. Bunun üzerine daha küçük bir bütçesi olan, İtalya İçişleri Bakanı ve Avrupa Komisyonu'nun ortaklaşa çalıştıkları Triton Operasyonu başlatıldı. Bu operasyonun maliyeti ise aylık 2,9 milyon avroya, yani İtalya’nın tek başına ödediği miktarın üçte birine indirildi. 19 ülkenin katıldığı Triton Operasyonu'nun finansmanında her ay iki ülke bulunuyordu. Matteo Renzi'nin başbakan olduğu o dönem İtalya, Triton Operasyonu'na katılırken anlaşmada göçmenleri kurtaran gemileri kendi limanlarına kabul edeceğini belirtmişti. Sophia Operasyonu'nda da aynı durum devam etti ve operasyon, merkezi Roma olmak üzere yönetildi. İtalya'nın Triton Operasyonu için yapılan anlaşmada limanlarını açarak tavizde bulunmasının sebebi, diğer ülkelerin operasyona ekonomik anlamda gereken desteği vermeyeceğinden kaygı duymasıydı.

Ancak İtalya, uzun zamandır göç konusunda yalnız bırakıldığını dile getiriyordu ve durumu değiştirmek için AB ile sürekli müzakere halindeydi. Gerçekleşen bu müzakereler sonucunda Şubat 2018'den itibaren “Triton” operasyonuna son verilmesine ve daha geniş yetkilerle merkezi Varşova olan “Themis” operasyonunun başlatılmasına karar verildi. 

Themis Operasyonuna göre kaçak göçmenler, İtalya dışında Yunanistan, Malta, İspanya ve Libya gibi yakın kıyılara ve limanlara da bırakılabilecekler. Ayrıca yeni operasyonda göçmenlerin kurtarıldıkları yere en yakın limana götürülebileceği vurgulanıyor. Oysa Triton Operasyonu'nda "en güvenli ve en yakın liman" şartı bulunuyordu. Özellikle bir yıl önce Libya ile yapılan anlaşmanın sonuçları düşünüldüğünde yeni operasyon göçmenler için fazlasıyla risk içeriyor. Çünkü zaten çoğunlukla Libya'dan yola çıkan göçmenlerin, tekrar eziyet gördükleri Libya'ya geri getirilme olasılığı çok yüksek.

Peki bir yıl önce İtalya'nın Libya ile yaptığı anlaşmanın sonuçları ne oldu?

2016 yılında deniz yoluyla Afrika kıtasından İtalya'ya gelen kişilerin sayısı 181.436 iken 2017 yılında, %35'lik bir düşüş ile sayı 119.247'ye geriledi. Yine 2016 yılında Akdeniz'deki kayıp ve ölü kişi sayısı 4.581 iken 2017 yılında rakam 2.833 olarak belirlendi. 2017’de Libya Sahil Güvenliği, yaklaşık 20.000 kişinin denizde yolunu keserek Libya'da gözaltı kamplarına geri götürdü. İtalya bu rakamlar doğrultusundan amacına ulaşmış gibi gözüküyor olsa da Libya'daki manzara son zamanlarda basına da yansıdığı kadarıyla pek iç açıcı değil. 

Ülkelerindeki çatışmalardan kaçan ya da ekonomik nedenlerle ülkelerinden ayrılan insanlar Libya'ya vardıklarında hapishaneye benzeyen gözaltı kamplarında kötü şartlar altında tutuluyorlar. Ayrıca henüz Libya'ya varmadan silahlı gruplar tarafından kaçırılarak yine Libya'daki bu hapishanelere getirilen göçmenler de mevcut. Bu gözaltı kamplarında işkence, dayak ve tecavüz gibi birçok insanlık dışı muameleye katlanmak zorunda kalıyorlar. Hatta köle tacirlerinin ellerine düşenler esir hayatı yaşıyorlar. Göçmenlerin karşılaştığı zorluklar sadece Libya'da yaşadıkları ile sınırlı da değil. Libya'ya varana kadar yapmış oldukları yolculuklarda da çok fazla zorluk çekiyorlar.

Bazı Batı ve Orta Afrikalı göçmenler Libya'ya gelmeden önce Mali ve Nijer'den geçerek bir süre daha iyi bir şekilde yaşayabileceklerini sandıkları Cezayir'de kalıyorlar. Ancak çalışma şartlarının kötülüğü, ücretlerini alamamaları ve patronları tarafından fiziksel şiddete maruz kalmaları ile Cezayir ile ilgili bütün ümitleri boşa çıkıyor. Böylece Libya'ya geçiyorlar. Şansları varsa da Avrupa'ya...

Bazı göçmenler ise Cezayir'e uğramadan, Mali ve Nijer'den sonra Libya'ya geçiyorlar. Agadez'den (Nijer) Libya'a geçebilmek için ise çölden geçmek zorunda kalıyorlar. Genelde göç denildiğinde Akdeniz'deki yolculukta yaşanan trajediler bilinir. Lakin göçmenlerin aşmak zorunda oldukları bir de Kum Denizi var. Denizde olduğu kadar burada da hayatını kaybeden çok fazla sayıda insan söz konusu. Öyle ki kendi aralarında çölü "Cehennem yolu" olarak adlandırıyorlar.

Batı Afrika ülkelerinin dışında Çad ve Sudan gibi Afrika ülkelerinden gelen göçmenler de Libya'ya varana kadar birçok zorluk yaşıyor. Mısır'da ise yetkililerin artan kontrolleri, özellikle Afrika Boynuzu ülkelerinden gelen göçmenlerin Avrupa'ya geçmek için Libya'ya gitmesine neden oluyor. Ayrıca Mısır sahillerinden İtalya'ya olan yolculuğun çok daha uzun sürmesi, zaten zor olan deniz yolculuğunu daha tehlikeli hale getiriyor. Bu nedenle bu rota artık göçmenler tarafından pek kullanılmıyor.

Birçok zorluğu atlatan bu insanlar Libya'da çok daha acı şeyler yaşıyorlar. Medici Per I Diritti Umani (İnsan Hakları için Doktorlar) derneğinin derlemiş olduğu görüşmeler insanların yaşadıkları trajediyi gözler önüne seriyor.

20 yaşında Somalili: "Libya'da tam iki yıl bir hapishanede kaldım. Yiyecek doğru dürüst bir şey yoktu. Bir gün yiyecek verip, ertesi gün vermiyorlardı. Verdikleri ise bir parça kuru ekmekti. Bu iki yıl boyunca her gün dayak yedim. Beni dövdüklerinde hep oturtuyorlardı. Asla kalkmama izin vermiyorlardı. Bacaklarımı yeterince iyi kullanamamaya başladım. Artık onları uzatamıyorum. Ne ayağa kalkabiliyorum ne de yürüyebiliyorum. Zaten bota binerken de bir arkadaşım kolumdan tutarak yardım etti. Bu adamlar benden yolculuk için fidye istediler. Ancak nasıl ödeyeceğimi bilmiyordum. Aslında beni özgür bırakmalarının sebebi artık onların işine yaramayacak kadar sağlıksız olmamdı. Onların gözünde bir ölüydüm ve beni bıraktılar.”

26 yaşında, Sudanlı: "Libya'da El Beyda ve Sabrata olmak üzere iki hapishanede toplam dört ay kaldım. Her iki hapishanede de yiyecek ve içecek neredeyse hiçbir şeyimiz yoktu. Yıkanamıyorduk. Birbirimize yapışık bir şekilde uyuyor ve yaşıyorduk. Bir sürü küçük çocuk bu şartlarda hastalanarak hayatını kaybetti. Ödeyecek paramız olmadığını görünce bizi çalıştırmaya götürdüler. Kamplarda silah zoruyla her işi yapıyorduk. Bir gün bir arkadaşım yorgun olduğunu ve işe gelemeyeceğini söyleyince onu ölümle tehdit ettiler. Ancak arkadaşım onları ciddiye almamıştı. Gözümün önünde tek kurşunla öldürdüler onu.”

M.: “Orada üç ay kaldım. Kaldığım üç ay boyunca oradaki her kadın tecavüze uğradı. Her gün geliyorlar, birini seçiyorlar ve ona istediklerini yapıyorlardı. Kaldığımız yerde banyo ya da tuvalet yoktu. Yediğimiz yemeklere çocukların dışkısını karıştırıyorlardı. Her gün dayak yiyorduk. Libya'da kalmaktansa denizde ölmeyi tercih ederdiniz.”

23 yaşında, Nijeryalı: “Libya'ya Nisan 2017'de gittim. Gider gitmez beni hapse attılar. Ülkemden kaçmıştım çünkü can güvenliğim yoktu ve artık orada yaşamak çok tehlikeliydi. Ancak Libya daha da tehlikeli. Gelir gelmez bana tecavüz ettiler ve hapishaneye götürdüler. Hapishanenin nerede olduğunu şimdi bile bilmiyorum. Nerede olduğumu anlayabilecek kadar vaktim olmadı. Yiyecek hiçbir şeyimiz yoktu. Bir parça ekmek ve biraz suyla tüm gün dinlenmeden çalışıyorduk. Bize çok kötü davranıyorlardı. Beni genelde elleriyle ya da sopalarla dövüyorlardı. Özellikle dizlerime vuruyorlardı. Artık dizlerimin dayanamayıp kırılacağını düşünmüştüm. Şimdi bile oturup kalktığımda çok fazla canım acıyor. Yaralarım geçecek mi bilmiyorum. Bazen bacaklarıma elektrik vererek işkence ederlerdi. Hâlâ bağırmaları ve sesleri kulaklarımda.”

Medici Per I Diritti Umani'nin (İnsan Hakları İçin Doktorlar) 27 Ocak 2018 tarihinde Torino'da düzenlediği konferansa konuşmacı olarak katılan Souleymane Diallo'nun hikayesi de Libya'da yaşananların anlaşılması adına önemli bir örnek.

Süleyman Diallo, 1985 yılında Gine'nın Gaoual isimli küçük bir şehrinde, dünyaya geliyor. Kendisi bir Pöl. Müslüman olan Pöller, Afrika'nın en kalabalık nüfusa sahip etnik gruplarından bir tanesi. 2010 yılında ülkesinde başkanlık seçimleri olduğunda Süleyman'ın ailesi, Pöl bir aday olan Cellou Dalein Diallo'ya destek veriyor. Başkent Konakri'de amcasının yanından eğitimine devam eden Süleyman, annesinin rahatsızlanması üzerine Gaoula'ya dönüyor. Gaoula'dayken ailesi, evlerini basan bir grup tarafından katlediliyor. Süleyman'ın hayatta kalmasının tek sebebi ise olayın olduğu gece evlerinin yanındaki başka bir evde kalıyor olması. Polise gittiğinde ise ona ülkeden kaçıp gitmesinin daha iyi olacağını, çünkü Pöllerin ülkede hiçbir haklarının olmadığını söylüyorlar. Daha sonra amcasının da öldürülmesi üzerine kaçmaya karar veriyor. Senegal ve Mali'de belli süreler kaldıktan sonra arkadaşının yardımıyla Libya'ya gidiyor. Libya'ya ulaşmak için tam 20 günde aç ve susuz Sahra Çölü'nü aşıyor. Libya'nın Beni Velid şehrine vardığında ise silahlı bir grup tarafından kaçırılıyor. Para karşılığında Süleyman'ı özgür bırakabileceklerini söylüyorlar ancak özgürlüğünü satın alacak yeterli parası olmadığından tam dört yıl zorla çalıştırılıyor.

Diallo şöyle diyor: “Libya'da çok zor günler yaşadım. Sabah sekizden gece yarısına kadar, sadece bir öğün yemek yiyerek çalışmak zorunda kaldım. Kadın ya da çocuk olmanızın bile onların gözünde hiçbir önemi yoktu. Herkese eşit şekilde eziyet ediyorlardı. Onların gözünde siyahsanız insan değilsiniz. Hristiyan olanlara daha çok eziyet ediyorlardı. Ben Müslüman olduğum için arada bir onlarla konuşmama ya da dua etmeme izin veriyorlardı. Bunların dışında onlarla aynı dine mensup olmamın hiçbir faydasını görmedim. Hatta bana boşuna dua ettiğimi çünkü siyahların zaten ceheneme gideceğini söyleyip duruyorlardı.”

İtalya her ne kadar insan kaçakçıları ile masaya oturmadığını iddia etse de, gözaltı kampları denilen yerlerin kontrolleri farklı silahlı grupların elinde. Bu silahlı gruplar göçmenlere her türlü eziyeti yapabildiği gibi para karşılığında onları özgür bırakıp Avrupa'ya kaçmalarına da göz yumabiliyor. Zaten göçmenlerin paraları olduğunu anladıklarında, onları oldukça zor olan deniz yolculuğuna kendileri zorluyorlar. Yani kısaca hem göçe karşı kontrolün hem de insan kaçakçılığının bir parçası olarak çalışıyorlar.