ANALİZ | Venezuela’nın bükülemeyen eli

Venezuela’da ABD destekli darbe girişiminin üzerinden bir aydan fazla zaman geçti. Resme bakılınca seçilebilenler şunlar: Uzun uzun hazırlanılmış ama şu an için amacına ulaşamamış bir darbe girişimi, oldukça kötü yazılmış bir senaryo, çiğ ve beceriksizce ortaya konan bir diplomasi, kendi kendini başkan ilan eden çapsız bir kukla ve kendisine yöneltilen saldırıları örgütlenerek, kenetlenerek…

soL - Dış Haberler

Venezuela’da ABD destekli darbe girişimi bir aydır pat durumunda. Ocak 2019’dan önce dünyada pek kimsenin adını duymadığı ve ABD himayesinde başkanlığa soyunmasıyla gündeme gelen Guiado, son olarak “insani yardım” getirmek üzere Kolombiya’ya gitti, (hafta sonu döneceğim mesajı verse de) bu yazı yazıldığı sırada ise hala geri dönememiş, uluslararası kamuoyuna diğer seçenekleri de deneyin diye el açmıştı. Hiçbir hukuku tanımayan ve askeri müdahale seçeneğini her zaman masada hazır tutan ABD’nin önümüzdeki günlerde ne yapacağını öngörmek zor; ama şimdilik istediğini elde edememiş olmasının nedenleri var.

ABD’nin iki eli 98’den beri Bolivarcı iktidarın yakasında olsa da özellikle 2017 yazında Ulusal Kurucu Meclis’in oluşturulması ve 2018 Mayıs’ında Maduro’nun tekrar başkan seçilmesinin akabinde tehditler artmaya başlamıştı. Latin Amerika’daki iktidar değişiklikleriyle birlikte saldırı daha örgütlü, daha cepheden yürütülmeye başlanmış, baskı ve yaptırımlar artmıştı. Son bir buçuk yıl içindeki ekonomik yaptırımların Venezuela’ya otuz milyar dolara mal olduğu belirtiliyor.

Ocak ayında Maduro’nun başkanlık yemini etmesinin ardından ise darbe senaryosu işletilmeye başlandı. Ancak bu senaryoya her aşamada ABD hariciyesi için yeni sayılmayacak çeşitli çiğlikler eşlik etti. Ulusal Güvenlik Danışmanı Bolton darbe girişiminin ilk günlerinde ABD’nin Venezuela’daki eylemlerinin altında ülkenin petrol rezervlerinin yattığını açıkça söylemekten geri durmadı. Bunu defterinde güya unutulmuş “Kolombiya sınırına 5000 asker” notu izledi. Latin Amerika halklarının yeminli düşmanı Florida senatörü Marco Rubio da geçtiğimiz hafta sonu sosyal medyada yaptığı paylaşımda Kaddafi’nin kanlar içinde yaka paça götürüldüğü bir fotoğrafı göstererek gözdağı vermeye kalkmıştı. Başından beri Trump’ın Venezuela’ya müdahale etmesi için örtülü ve açık çağrıda bulunan Rubio, geçtiğimiz haftasonu da Kolombiya sınırında muhaliflerin gönüllü muhabiriymişçesine sürekli paylaşımlarda bulundu. Böyle hareketler yalnızca mide bulandırmaya değil, tersinden ABD’nin müdahalelerinin sebep olduğu felaketlerin gayrimeşruluğunu kamuoyuna hatırlatmaya yaramış görünüyor. BM, Kızılhaç gibi kurumların “insani yardım”ı kınamaları ve desteklerini çekmesi, ABD’nin kontrolündeki OAS’ın etkisiz kalması bunun bir yansıması sayılabilir. BMGK’da ABD’nin seçim çağrısı Rusya ve Çin’in vetosuyla reddedildi, çakma başkanı tanıyan ülke sayısı çoğu Avrupa ve ABD uydusu ülkeler olmak üzere 52’de kaldı.

Washington’un baş destekçisi olan İngiltere ve Maduro’nun “tarih seni kendini kullandıran bir budala olarak yazacak” suçlamasını yönelttiği Pedro Sanchez’in İspanyası bir yanda, aslında AB üyesi ülkelerde istenen güçlü yankı yaratılamamış görünüyor. Çoğunluk kabul etse de İtalya ve Yunanistan’ın Guaido’yu tanımaması ile fire verilmiş oldu, silahlı müdahaleye ise karşı çıkılıyor. Bir yandan Maduro’yu seçimleri yapmaya davet eden ve yaptırımları haklı bulan Almanya basınında ise diğer yandan Guaido’nun çapsızlığına atıflar yapılıyor [1], bir nevi artık küresel hegemonyasını yitirmiş ABD’ye “bulduğunuz aktör bu” mesajı veriliyor.

ABD’nin geçtiğimiz on yıllarda el attığı her coğrafyada ardında kaos, istikrarsızlık ve kangren olmuş problemler bırakmış olması, aynı senaryonun Venezuela’da da tekrarlanma ihtimalini herkesin aklına getiriyor. Bu senaryonun ise Venezuela’dan petrol ve altın alan, üreten, işleyen yabancı yatırımcıların işine ne kadar geleceği, “yapıcılığı” tartışmalı. Karşılarında ulusal bütünlükleri ve egemenlikleri için her an kelle koltukta savaşmayı göze almış, yurtsever, örgütlü ve ayakta durdukça daha çok bilenen bir halkın ve aynı derecede Maduro iktidarının direncini hissetmeleri de uluslararası sermayeye geri adım attırıyor. En azından şu anki ayağını gazdan çekmiş olma hali biraz da bununla açıklanabilir. Venezuela diplomatları uluslararası arenada sağlam duruşlu bir profil çiziyorlar, barış ve diyalog çağrısını soğukkanlı bir biçimde sürdürüyor ve diplomatik kanalları mümkün olduğunca açık tutmaya çalışıyorlar. Ordu ve halk güçlerinden oluşan kolektifler de Bolivarcı devrime sadakatlerini gösteriyor.

Venezuela’da son yirmi yıl içinde pek çok olanağa kavuşmuş olan yoksul halk da, bir müdahalenin onlara neler kaybettireceğinin, müdahalenin yaratacağı kayıpların şu anki ekonomik krizle karşılaştırılamayacak kadar fazla olacağının farkında. Pragmatik biçimde muhalefeti destekleyen varlıklı kesimlerin bir savaş durumunda pek düşünmeden oradan uzaklaşacaklarını kestirmek ise zor değil. İngiltere’nin altınlarına el koyduğu, ABD’deki CITGO rafinerisinin ise PDVSA ile bağlantısını kestiği Venezuela, kaynaklarını ihraç edeceği alternatif alıcılar ve ödeme yolları bulmakta ve hem üzerindeki kuşatmayı kıracak, hem ABD’nin nüfuz alanında bölünmeler yaratacak yollar aramakta zaman kaybetmiyor. Aldığı ilaçlara karşılık Hindistan’a daha fazla petrol satacak olması bunun bir örneği.

Ancak şu da var: Devrim sonrası Küba’yı terk eden zenginler soluğu ABD ve Avrupa’da almış olduğundan, Küba’ya ve sosyalizme karşı müdahalelerini bırakmamış olsalar da emperyalistlerin ülke içinde dayanabilecekleri elle tutulur bir kesim kalmamıştı. Venezuela’da ise durum farklı. Hem burjuvazi ülkede kaldığı hem de kamulaştırmalar tam anlamıyla yapılmamış, özel mülkiyete alan bırakılmış olduğu için, sağcı muhalefet sınıfının çıkarı gereği Bolivarcı iktidar için karın ağrısı olmaya devam etti. Emperyalistlerle işbirliği yaptı, ABD tarafından fonlandığı defalarca ortaya çıkarıldı. Ne yazık ki bugün bu karın ağrısı gidip gelen spazmların ötesine geçmiş durumda. [2]

Venezuela Komünist Partisi’nin de bir bileşeni olduğu Antiemperyalist ve Antifaşist Cephe, geçtiğimiz günlerde Amerikan emperyalizmini, AB  ve Lima Grubu’nu kınayan bir açıklama yayınladı ve bu girişimin Venezuela Bolivarcı Cumhuriyeti ve tüm Latin Amerika’da barışı tehdit ettiğini ifade etti. Halka örgütlenme, birlik ve hareket çağrısında bulunan Cephe, hükümetten de sabotajcılara ve teröristlere yumruğunu göstermesini, spekülatörleri derhal tutuklamasını, tekellere, ekonomik spekülasyonlara, yağmacılığa izin verilmeyecektir diyen Bolivarcı anayasanın 113. ve 114. Maddesinin olduğu gibi uygulanmasını talep etti. Cephe, Venezuela halkını tarihsel düşmanlarının şantajından ve sömürüden kurtaracak ve bağımsızlığa götürecek yola, kamucu bir sanayileşme ile gerçek bir toprak reformuna, üretimin üzerinde halkın kontrolünün sağlanmasına işaret etti.

Bir aydır süren planlı darbe girişiminde son olarak geçtiğimiz hafta sonu insani yardım bahanesiyle müdahale denemesi, her anlamda, barikatlara takıldı. Bu durum elbette ABD yönetimini daha radikal bir müdahale için provoke edebilir. Son günlerde ABD hava kuvvetlerine ait askeri uçakların Dominik Cumhuriyeti, Porto Riko ve Kolombiya’ya transfer edilmiş, Atlantik Filosu’nda uçak gemilerinin harekete geçirilmiş olması buna hazırlanıldığının bir işareti. Chavistalar bugüne kadar dayandı… ABD bükemediği eli öpmeyecek belki ama Venezuela halkının yumrukları da sıkılı kalacak.


[1] Spiegel haftasonu Kolombiya’da Lima Grubu, Pompeo ve Duque’un katıldığı görüşme için “Basıncı artırıyorlar ama çaresizlikleri de ortaya çıkıyor” yorumunda bulundu. Alman sağının sesi FAZ gazetesinde ise bir yorumcu ise “Planlı darbenin sonu” başlıklı yazısını “bu muydu?” diye bitiriyor.

[2]  Bu arada ABD’den “yardım” diye Kolombiya’ya yollanan kuru gıda maddelerinin karın ağrısı, cilt döküntüleri ve astım ataklarını tetikleyebilecek kükürtdioksit içerdiği saptandı.