Zaman pek de öyle geçmiyor…

Birkaç gün önce, MHP’liler “Öyle Bir Geçer Zaman ki” dizisinin setinde protesto eylemi yaptılar. Daha önce de MTTB benzer bir girişimde bulunmuştu. İtiraz, dizinin tarihi çarpıttığı ve sağcıları kötü gösterdiği temelliydi.

Kanal D’de Eylül ayından bu yana yayınlanmakta olan “Öyle Bir Geçer Zaman ki” dizisi, ilk bölümünden hemen sonra Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) tarafından, birkaç gün önce de MHP’lilerce protesto edildi. Her iki kesimin de iddiası, dizinin “Marksist ideoloji” açısından bakarak kendilerini karaladığı, tarihi çarpıttığı ve iftira attığıydı. MTTB de ülkücüler de, ne şiddete bulaşmış, ne Amerikancılık yapmıştı. Dizi, devrimcileri masum ve sevimli, sağ kesimi “kötü” gösteriyordu.

MTTB üyeleri, kanal önünde basın açıklaması yapmış, bu protesto gösterisine herkesi katılmaya çağırırken “tertemiz bir mazileri” olduğunu ilan etmelerine karşın, açıklamada sadece “biz üniversite kantininde zorla dergi satmadık” noktasına değinmekle yetinmişlerdi.

Dizinin çekim setine kalabalık bir grup olarak giden, MHP Fatih İlçe Başkanı Ali Dinçer Çolak öncülüğündeki ülkücüler ise, üç hilalli bayrak, bir siyah çelenk ve üzerinde “Öyle Büyük Bir Yalan ki” ve “Ülkücülük Güneştir” yazılı döviz taşıyordu. MHP yöneticileri de ayrıca konuyla ilgili açıklamalar yaptılar. Özellikle sağ basın, olayı manşetlere ve köşe yazılarına taşıdı.

Neydi o yılların gerçeği?
Dizi, 1967 yılında bir ailenin öyküsünü anlatıyor, fonda, günün siyasal gelişmeleri aktarılıyor. Devrimciler, genellikle Amerikan 6. Filosu’nun Türkiye’ye gelişini protesto eylemleri içinde gösterilirken, sağ kesimin, bu eylemlere ve öğrenci liderlerine karşı tavrı sergileniyor.

Bu sahnelere, MTTB’nin ve ülkücülerin “hadiseleri farklı gösteriyorlar” itirazları yükseldiyse de, “biz böyle şeyler yapmadık” demenin ötesinde, neydi peki dönemin gerçekliği sorusuna yanıt verilemedi. Yalnız, MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural, “Ülkücü hareket, 1960-65 döneminde sadece fikri mücadele sürdürmüştür” derken, öncesi ve sonrası konusunda açık kapı bıraktı. Yeni Akit yazarı gibi bazıları da, “bacak kadar boylu solcu militan kız”ın, silahlı sağcıları etkisiz hale getirmesine kızmışlardı.

Ne de olsa bu bir diziydi, fondaki siyasal olaylar, genel temaya eklemlenecek tarzda yeniden kurgulanmıştı. Bir belgesel değildi, gerçeklikten beslense de kurmaca içeriyordu. Nitekim, ailenin yaşadığı zamanla, olaylara tarihsel gönderme yapılan zaman arasında, anakronik bir akış görülmekteydi. Ama sorun burada değildi, bunların hesap edilmesi ikinci planda kalmıştı. Bu durumda, senaryoda içinde bulunulan dönem ele alındığında, “sağ cenahın” iddia ettiği gibi genel ayrışmaya ve olayların gidişatına ilişkin tarihsel tahrifat, diziye mi ait yoksa geçmişini örtmeye çalışanlara mı sorusu netleştirilmeliydi.

MTTB’de ırkçı-ümmetçi farklılaşması
“Öyle Bir Geçer Zaman ki”de aktarılan olayları bir tarafa bırakarak, sadece söz konusu zaman diliminde, 1967-1969 arasında neler olduğuna bakmadan önce, dizide resmedilen sağ kesimin mensubiyeti üzerinde durmakta yarar var.

MTTB’nin protestosuna yol açan sahne, dizide üniversite kantininde satılan ve devrimci öğrencinin yere fırlattığı derginin “Milli Gençlik” adını taşıması kaynaklıydı. Bu, kurmacayı bozan bir adres göstermeydi.

MTTB, bu sahneden hareketle yürüttüğü kampanyada, “ambleminde Türk bayrağı olan dergimiz yere atıldı” üzerinden tepki almaya çalışmıştı. Bu ifadenin kullanılması da, “bizi zorba gösterdiler” kadar önemliydi aslında. Çünkü o amblem, yani, yıldızın ve ayın birbiriyle bağlantılı halde, bayraktan çok farklı olarak tasarlandığı ve ortasında bozkurt figürü taşıyan amblem, o yıllarda MTTB içinde Türkçü akımın etki kaybetmeye başladığı, sonradan Akıncılar olarak tanınacak “ümmetçi” kesimin inisiyatif aldığı koşullarda, MTTB içinde de rahatsızlık yaratmıştı. Bozkurt figürünü kaldırma mücadelesi, 1976’da yerini “kitabın” alması ve ay-yıldız figürünün bütünlüğünün bozulmasıyla sonuçlanmıştı. Kendi deyimleriyle, “kurtulmuşlardı” o amblemden. “Tanrı Türk’ü korusun” ile “Allah Müslümanları korusun” sloganlarının, aralarında kan dökmeye yol açan çatışması da bitmişti!

Bunun önemi şuradaydı ki, içinde dönemin CKMP’sine, sonranın MHP’sine, ülkü ocaklarına militan devreden yapı, AP eliyle kurdurulan komando kamplarından da beslenerek faşist harekete kan sağlarken, anlatılan dönemde asıl militan sağ güç, derginin bünyesinde yer aldığı Komünizmle Mücadele Dernekleri ve MTTB idi. Dizideki sağ görüşlü öğrencilerin bıyık ve giyim kuşamları da buna işaret etmekteydi.

Gericiliğin “fikir mücadelesi”
CIA güdümlü uluslararası Müslüman Kardeşler örgütünün Türkiye ayaklarından olan Komünizmle Mücadele Dernekleri ve MTTB, bizzat kendi yöneticileri ve yazılarıyla da ikrar edildiği gibi, devrimcilere ve anti-emperyalist mücadeleye saldırıların başını çekiyordu.

Tabii, aynı temel ideolojik ve sınıfsal şekillenmenin, anti-komünist şiddetin ve Amerikancılığın parçası olan MHP’nin bu ayrımın farkında bile olmaması doğaldı.

Diziyi protesto eden internet sayfalarında, yorumcular, şiddet eğilimini, ama daha çok da, “Amerikan askerlerini savunma”yı “yalan” olarak tanımlıyor, böyle bir şeyin olmadığı, olamayacağı görüşüne tutunuyorlardı.

Milliyetçi-mukaddesatçı kesimlerin etrafında kümelendikleri gazetelerden, düşünsel önderlerden, “fikir mücadelesi”nden ibaret yazılardan rastgele satırlar aktarmak, kısa bir zaman dilimindeki olaylara kabaca bir bakmak, bu tartışmaya ışık tutabilir belki:

Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun Diyarbakır’da düzenlediği “Doğu Gecesi”ne silahlı, molotof kokteylli saldırı, 3 yaralı Ankara’da “Anayasa Mitingi”ne baltalarla saldırı, 50 yaralı bunu protesto için düzenlenen “İkinci Uyanış Mitingi”ne tahriklerle müdahale 29 Nisan yıldönümünde düzenlenen gösteriye silahlı saldırı “NATO’ya hayır” afişlerini asan gençlere saldırı 6. Filo’ya karşı düzenlenen “Emperyalizme ve Sömürüye Karşı İşçi Yürüyüşü”ne polis eşliğinde saldırı, 2 ölü Yıldız DMMA’da iki sol görüşlü öğrencinin öldürülmesi AÜ Tıp Fakültesi’nde FKF Başkanı’nın götürülmesine karşı koyan doktor asteğmenin öldürülmesi “Tam Bağımsızlık” için Samsun-Ankara yürüyüşüne, geçilen bölgelerde saldırılar, kışkırtmalar…

“Kızıllara” karşı Endonezya cihadı!
Bunlar bir çırpıda akla gelen, polis cinayetleri dışındaki, tek merkezden yöneltilmiş, okullarda sıradan olay haline gelmiş saldırılar dikkate alınmadan, verilen “fikir mücadelesi”nden örnekler. Söylemeye gerek yok, ezelden ebede olduğu gibi, MTTB açıklamalarına göre, bütün çatışma ve ölüm olayları, hep solcuların ağır silahlarla masum gençere saldırıları esnasında ve hep kendi arkadaşlarını vurmaları sonucu yaşanmış, suç bu “fikir akımı”na atılmıştı! Hatta hep kol kola gösterildikleri polis de onlara çok zulmetmişti!

Oysa, Amerikan emperyalizmine, NATO’ya karşı yapılan eylemlerin karşısında sağcı barikatların kurulması, burada kolluk kuvvetlerinden destek alınması işin doğası gibiydi ve bunun aksi örneğe rastlanamıyordu.

Bütün bu saldırganlığın açık açık savunulması, o zamanın güncel örneği Endonezya ile de pekiştirilmekteydi.

“Artık Müslümanlara düşen vazife, uyanık ve hazırlıklı olmaktır. Önümüzde taze ve ibret verici bir örnek vardır: Endonezya’daki komünist kıyımı. Yüzbinlerce komünist öldürüldü. Karada vahşi hayvanlar, denizde balıklar insan etine doydu. Korkunç bir komünist kıyımı oldu. Fakat Endonezya kurtuldu.” 31 Ekim 1967’de, Sabah gazetesinde böyle diyordu Mehmet Ş. Eygi. Bu sözler bildiri olarak dağıtılıyor, altına, “komünistlerin isim isim belirlendiği ve imha edileceği” notu düşülüyordu. “Kızıllar”a karşı cihad çağrılarından geçilmiyordu ortalık ve bunun da gereği yerine getiriliyordu, AP iktidarının da yol vermesiyle.

“Ey kızıl sürüleri! İslam arslanları, Türk yiğitleri kükredi. Hudutlarımızın içinde size ve sizin bütün şer organlarınıza ölüm yağdıracağız, ölüm!” Sabah gazetesinde 10 Ekim 1967’de bu “fikri” işliyordu Atalay Karahan.

“Ortada bir Endonezya tatbikatı var”dı Mustafa Polat’ın 18 Nisan 1967 tarihli Sabah’ta yazdığına göre. “Pis leşleriyle Endonezya sokakları doldu. Kanlarıyla Endonezya’nın nehirleri günlerce kızıl renkte akmaya başladı. Bunu mu istiyorsunuz?” diye soruyor ve uyarıyordu: “Zarara rıza gösterene acınmaz!”

“Hummalı bir şekilde hazırlanmalıyız. Bütün anti-komünist üniversite talebeleri, komünistlerle mücadeleye hazır olmalılar. Önümüzdeki aylarda büyük bir ihtimal ile tarihi hadiseler, büyük kargaşalıklar cereyan edebilir. ‘Bana ne’ diyenler ilk önce ezileceklerdir” derken Eygi, 18 Temmuz 1968’deki yazısında, bizzat silah kullanmak gerektiğini de ekliyordu.

“Üstad” Necip Fazıl’ın, “Manada ve maddede nikâhlı anne ve babalardan gelme ve temiz Türk sütüyle beslenme som ve yoğun Türk gençliğinin şahlanışını” göreceğimizi ilan ettiği “Şahlanış Mitingi”nde, “ölüm listesi” dağıtılıyor, bildirilerde “insan avı”na çağrı yapılıyordu. Gelenek olduğu üzere, cami bombaladılar, minare yıktılar, Kur’an yaktılar provokasyonları, hezeyanı artırıyordu.

Temsili nitelikte olanların seçildiği bu “fikir yazıları” ve “fikir mücadeleleri” konusunda sayısız örnek verilebilirdi. Peki, öteki “iftira”, Amerikancılık meselesinde neydi durum? Diziye yönelik eleştirilerin başında bu konu geliyordu ve “sağcı öğrenciler, Amerikan askerini savunur mu hiç” deniliyordu.

Cansiperane Amerikancılık, NATO’culuk
Yine aynı kısa zaman diliminden… Hem bellek tazelemek, hem “yeni nesil”e ibret için, dönemin moda sloganıyla söylersek, “Amerika gitsin de Rusya mı gelsin!”cilerden de bir-iki örnek verelim.

Bence tek çare, komünist tahriklerine aynı silahla karşı koymaktır. Onlar Dolmabahçe’ye dost ve müttefik Amerikan amiralini çıkarmamak için oturum mitingi mi yapıyor? Milliyetçi gençler de ellerinde dostluk dövizleriyle karşılama gösterisi yapar! ‘Amerikalı it, evine git!’e karşılık, ‘Amerikalı dostlarımız hoş geldiniz!’ Amerikalı öğrencilere hücum mu? Amerikalı öğrencileri müsamereye davet. Taş mı atıyorlar, buket veririz! Küfür mü ediyorlar, alkışlarız… Solculara karşı milliyetçi gençlik… ” (Orhan Seyfi Orhon, Son Havadis, 18 Ekim 1967)

Amerikalı misafirlere karşı Türk komünistlerinin bu defaki gösterilerini iyice, insafsızca ezmek lazımdır. Amerikalılar müttefikimizdir. Memleketimize daima sefa geldiler, hoş geldiler. Bütün milletin de duygusu bu. Bir avuç komünist yobazından başka!” (Falih Rıfkı Atay, Dünya, 24 Ağustos 1968)

Fransızlar siyasi manada bize yardım etmek isteseler de reddederiz. İşte o zaman solcuların tekrarladığı bağımsızlık duygusu, milli şeref ve haysiyetimizi korumak bahis konusu olur. Amerikan yardımını kabul edişimiz, Fransız yardımını kabul edeceğimiz manasına hiç gelmez. Biz, Amerika ile bir komünist saldırganlığına karşı hür dünyayı korumak taahhüdüne girmişiz.” (Orhan Seyfi Orhon, Son Havadis, 30 Ekim 1968)

Elbet ‘Go Home’ demem, o buraya zorla gelmedi ki, ben çağırdım, benim dostum, müttefikim, arkadaşım, konuğum. Toprağımda, hürriyetimde, haklarımda, canımda, varlığımda gözü yok. Silah verir, mal verir, para verir, her türlü yardımı yapar, onunla gücüm artmıştır, kalkınmamı yapıyorum.” (Kadircan Kaflı, Tercüman, 20 Mayıs 1967)

Komünistin kurnazı, Kıbrıs’ı kana bulayan felaketten efendisi hesabına birşeyler çıkarmaya kalkıyor. Bu fırsatı ganimet bilerek bizi NATO’dan ayıracak kâfir!” (Ahmet Kabaklı, Tercüman, 20 Kasım 1967)

NATO imiş, Amerika müdahale edermiş. Laf bunlar. Bu laflar, seni hedefinden koparmak, sana asıl tehlikeyi, asıl düşmanı unutturmak içindir.” (Tarık Buğra, Yeni İstanbul, 21 Kasım 1967)

Bir çırpıda çok daha fazlası dökülüverecek örnekten, doğrudan dizinin eleştirilen diyaloglarına bakarak yapılan bu alıntılar dışında, “komünizm belası”na ve “Moskof”a karşı dost ve müttefik Amerika’nın cansiperane savunusu, Amerika’ya karşı eylemlerin vatana ihanet anlamına geldiğine ve cezasının ölüm olduğuna ilişkin sürekli bir telkin görülüyor söz konusu yayınlarda.

Amerika dinin de milliyetin de üzerinde
Sermayeyi palazlandıran bağımlılık ilişkileri çerçevesinde, sağın Amerikancılığının komünizm düşmanlığıyla tabana yayıldığı süreci, 6. Filo’yu kıbleye çevirten gözü dönmüşlüğü gösterir örnekler de var. Öyle Amerikancılar ki “İslam ehli”, “saf Türk” kalemler, Müslüman olarak Muhammed Ali adını alan boksör Clay’in, Vietnam sırasında savaşa gitmeyi, askerliği reddetmesini şiddetle eleştirmişler vatani göreve çağırmışlar. Yine o dönem yükselen siyah hareketlerini, aralarında “bilinçsizce” Müslümanlığı seçenler dahil, komünist tahriklere kapılmak olarak nitelendirmişler. Amerika, her şeyin, her değerin üstünde!

Morrison gibi büyük bir firmada yetişmişliğini iftihar vesilesi olarak gördükleri Demirel bile, Türk subayların kapısından giremedikleri
Amerikan üslerini, karargâhlarını hiç değilse “tesis” diyerek inkâr edemezken, bu kesimin, ülkemizde tek bir yabancı komutan olmadığını iddia etmeleri, onları kendilerinden saydıklarını gösteriyor.

İş o boyuta varmış ki, karaya çıkan ve eğlence yerlerine giden Amerikan bahriyelilerine kılavuzluk etmekle yetinmeyen bu milliyetçi mukaddesatçı kesim, solcuların, Rus ajanlarının “hafif kadınlar”ı kullanıp saldırı bahanesi yapmasına karşı uyarılarda bulunmuşlar, Amerikan askerlerini, ceplerine yırtık Türk bayrağı koyulmasına karşı dikkatli olmaya çağırmışlar. Örneğin, Bugün gazetesi, bu türden “komploları”, “güvenilir kaynaklardan aldığımız habere göre” diye başlayan bir dizi yayınla açığa çıkarmayı görev biliyor!

Amerikancılığın o dönem için vardığı noktayı belki de en net gösteren, 6. Filo’ya karşı Dolmabahçe’de düzenlenen mitinge, tarihe “Kanlı Pazar” diye geçen saldırı. Bu, aynı zamanda, “fikir kulübü” MTTB’nin olaylarda oynadığı rolün, kendilerince de inkârdan gelemedikleri bir olgusu. Bu konudaki haberimizi, buradan okuyabilirsiniz. Ek olarak, Yaşar Okuyan’ın itirafları da yayınlandı.

“Kanlı Pazar”ın “fikir” dergisi “Milli Gençlik”in Mart 1969 sayısında gururla savunulduğu görülüyor ve Sezai Karakoç’tan aynı sayıda yapılan bir alıntıda, eylem için Rab’be şükürler sunuluyor, olay meydanı cennete, saldırganlar “Ashab-ı Yemin”e benzetiliyor.

İşte şiddetsiz ve milliyetçi mukaddesatçı “fikir akımı”nın, “uydurma” dediği tarihten küçük bir kesit böyle.

Dizilere sıkı denetim!
MHP Genel Başkanı, ülkücülerin dizi seti basmasından hemen sonra, “Çocuklar Duymasın” dizisine de el atıp, “Havuç raydan çıktı” demiş. Dizinin senarist yapımcısı Birol Güven de, “gençtir, bu konuya eğilirim” yanıtı vermiş.

Anlaşılan, “devlet için adam öldüren kahraman katiller” furyasına, “hain Kürtler”e had bildirme “senaryoları”na, hurafelerle gericiliğin pompalandığı dizilere keyifle bakarken gerçekliği sorgulamayı aklına getirmeyen ülkücü mukaddesatçı kesim, yüzlerinin biraz göründüğü sahnelere bile tahammül edemiyor ve kendi RTÜK birimini devreye sokuyor.

Herhalde, “öyle bir geçer zaman ki”, bütün bunlar unutulur sanılıyor…