Kemal Okuyan: Halk direnişi çaldırmamalı

soL Gazetesi Genel yayın Yönetmeni ve TKP MK üyesi Kemal Okuyan, emperyalist merkezlerin ve sermaye çevrelerinin Mısır ve Türkiye'deki hesaplarına ilişkin sorularımızı yanıtladı.

Bugün soL Gazetesi'nde yer alan yazınızda Haziran direnişine liberalizm çalmak için sistematik bir faaliyetin olduğunu ileri sürmüş, "AKP'nin gazına karşı cesaret ve yaratıcılıkla karşı koyanları bu kez çok ama çok daha büyük bir sınav bekliyor: Hareketi daraltmadan, hareketi ulusalcı reflekslere mahkum etmeden liberal kuşatmayı, Avrupacı bir sol peydahlama girişimlerini, AKP'siz bir İkinci Cumhuriyet tasarımını boşa çıkarmak" diye yazmışsınız. Böyle bir uyarıya neden gereksindiniz?

Hayat devam ediyor çünkü… Gezi romantizmi milyonlarca insan için geçerli ve herhalde hiçbirimizin bundan şikayeti yok. Bir yandan da herkes halkın dağıttığı kartları kendi hesabına toparlamak istiyor. Bunu başından beri söyledik, kimse bu hareketin kalkış noktasına, halkın tepkilerine bir laf etmesin ancak herkes şu anda sahada, herkes bu enerjiyi kontrol altına alma arayışında. Unutmayalım, Türkiye önemli bir kapitalist ülke. Ekonomik değeri var, stratejik değeri var… Konu yalnızca "ideolojiler savaşı" olarak görülemez. AKP iktidarının uluslararası sermaye açısından çekici gelen bir sürü yönü yara aldı, AKP'nin dertlerini tolere etmeye değip değmeyeceğini tartışmaya ve alternatif aramaya başladılar. Bir de Yeni-Osmanlı projesinin çöküşe doğru gittiğini söylemek mümkün. Bu koşullarda uluslararası sermaye ve bazı emperyalist ülkeler açısından, Türkiye'deki geleneksel sermaye grupları açısından siyaset alanının yeniden yapılandırılması diye bir şey gündeme gelecekse, bunun Haziran Direnişi'ni yok sayması nasıl mümkün olsun ki?

Yeni-Osmanlı projesinin çöküşünden ne kastediyorsunuz?

Bu coğrafyada ABD onayıyla AKP'ye yeni bir rol verildiğini, bu rolün Yeni-Osmanlı adlandırmasına cuk otrurduğunu ileri sürdüğümüzde 2009 yılındaydık. Üzerinden dört yıl geçmiş. Projenin hem bölge hem Türkiye için çok büyük bir tehdit olduğunu ısrarla vurguladık ve şunu ekledik: AKP'nin böyle bir gücü yok, hem Türkiye hem bölge bu kalıba girmez! AKP zorladı, ABD'yi ikna etti, Arap Baharı'nın başlangıcında büyük başarılara imza attılar. Lakin dışarıda Suriye atağı, içeride ise 2011 sonrasındaki hamleleri hep boşa gitti. Haziran Direnişi ise AKP açısından çok ağır bir yenilgidir. Ve şimdi Mursi sallanıyor, gitti gidecek. ABD'nin bu projede ısrar etmeyeceği, edemeyeceği anlaşılıyor. Demek ki dengeler hızla değişecek.

ABD'nin Mursi'yi gözden çıkardığını mı söylüyorsunuz?

ABD bir noktadan sonra AKP'ye sınırsız destek verdi ve devletin bütün kurumlarıyla AKP'ye teslim edilmesine yardımcı oldu. Mısır'da ise bir yandan buna zaman yoktu, bir yandan da ABD bu tür bir sınırsız desteği uygun görmüyordu. Müslüman Kardeşler iktidarı bir anlamda havada asılı kaldı, ABD hem muhalefetle hem de orduyla iletişim kesmedi. Bu saatten sonra sürekli aldatılan ve her defasında daha büyük bir tepki üreten Mısır halkını kandırmak ne kadar kolay olur bilmiyorum ama mevcut iktidar seçeneklerine baktığımızda, ordu adına konuşanlara, ileri gelen muhalefet liderlerine baktığımızda ABD büsbütün çaresiz değil. Mısır'da solun, emekçilerin direnci, örgütlülüğü çok önemli elbette bu noktada.

Mısır'da Mursi'nin düşüşü, Arap Coğrafyası'nda ve genel olarak Türkiye'de İslamcı iktidarların sonunun geldiğini gösterir mi?

Bunu söylemek için çok erken. ABD, uluslararası sermaye bu projeye çok şey yatırdı. Projenin şu ana kadarki kazanımlarını garanti altına alacak çözümler, seçenekler arayacaklardır.

Nedir bu kazanımlar?

AKP ve Müslüman Kardeşler İslam ile piyasa arasındaki gerilimi bayağı azalttı. Ilımlı değil de "uyumlu İslam" kavramı bu nedenle daha açıklayıcı… Ayrıca anti-emperyalist tepkilerin soğurulmasını sağladılar ve daha kapsamlı stratejik hesaplaşmalar açısından ABD emperyalizmine önemli olanaklar sundular. Öte yandan Suriye, Türkiye ve Mısır'ın bir Sünni diktasıyla yönetilmesindeki zorluklar da ortaya çıktı. Zorluk, hatta imkansızlıklar. Şimdi bu toplumların seküler mirasıyla daha barışık, liberal, piyasacılık açısından geriye gitmeyen ama daha kontrollü bir seçenek yaratmayı deneyeceklerdir. Ayrıca Müslüman Kardeşler de AKP de, kendi hallerine bırakıldıklarında yeteneksiz ve kabul edilemeyecek ölçüde "talancı" bir karakter taşıyor. Sermaye sınıfının, kendisine büyük ama çok büyük olanaklar açsa da, bu hiç doymayan tüccar-siyasetçi tayfasına uzun süre tahammül etmesini beklememek gerek. Suriye'de "muhalefet" diye ortaya çıkanlara ise hiç değinmiyorum. Emperyalist ülkeler katil sürüleriyle çok iş yaptı, yapacaklar da ama onlarla büyük tasarımlarda ortaklığa girmeleri için başka şeyler de gerekiyor. Müslüman Kardeşler'den ÖSO'ya muazzam bir kalite sorunu var.

AKP'de yok mu bu sorun?

Olmaz mı! Ancak AKP büyük bir yatırım. 11 yıldır iktidarda. Yerini doldurmak kolay değil, bir de yeni projelere adapte olmak konusunda bayağı yetenekli bir parti. Yine de Türkiye'de de AKP'siz bir İkinci Cumhuriyet ya da AKP'siz AKP iktidarı arayışlarının hızlandığını kabul etmek gerekir. Bakın önceki gün İran Genelkurmay Başkanı "Mursi ve Erdoğan'a sahip çıkın" dedi. Bu uzun süredir İran'dan gelen ilk AKP'ci açıklama. Pragmatik, kendi halkına karşı zalim ama aynı zamanda emperyalist bir tehdit altındaki bir iktidarın telkiniyle karar verecek değil Türkiye halkı. Mollalar Mursi'yi başından beri sevmiş, benimsemişlerdi. Irak'ın işgalinden memnunlardı. Öte yandan bunu önemsemek gerekiyor. İran, ABD'nin yeni bir modele soyunduğunu seziyor ve önlem alıyor.

Haziran Direnişi burada nereye oturuyor?

AKP "ben bu halkı sindiririm" diyordu ve aslında bunun sözünü de verdi. Gençlerin, işçilerin, kadınların sesi az çıktığı sürece ABD'den, AB'den, sermaye çevrelerinden hiç şikayet geldi mi? Haziran Direnişi durduk yerde patlamadı. Güçlü sinyaller geliyordu. Küçük ölçeklerde ama güçlü sinyaller. "Hiç Boyun Eğer mi İnsan" diye 2010'da büyük bir etkinlik düzenlemiştik. Siyasal olarak da duygusal olarak da arkasında durduğumuz bir sözdü bu. Boyun Eğilmedi… Haziran Direnişi, insanın zorbalığa, adaletsizliğe boyun eğeceğine inanlara tarihsel bir tokattır. Bu tokatın arkasında halk vardır, asla başka güçler aranmamalıdır. Ancak bu tokat, AKP'nin asıl sahiplerindeki kuşkuyu derinleştirmiş yeni arayışları hızlandırmıştır. Tokatın sahibini yönlendirmeye çalışmadan bu arayışı sürdüremezler. Bu nedenle Haziran Direnişi'nin başına üşüştüler. Hareketin organik zenginliğinden, harekete güç veren dinamiklerden söz etmiyorum. Ancak herkes bilsin ki, süreç çok karmaşık hale geliyor.

Bu ürkütücü değil mi?

Halk birçok şeyden korkmadığını gösterdi. Haziran Direnişi'nden yararlanmak isteyecek sermaye güçlerinden, emperyalist merkezlerden korkmamak için uyanık olmak ve önlem almak yeterli. Bu hareketin baskın seküler, laisist karakteri önemli ama yetmiyor. Daha geride duran ama var olan diğer unsur, anti-emperyalizm, yurtseverlik daha güçlü hale gelmeli. Bu yapay yollarla değil, harekete içkin olan kimi ögelerden yararlanarak yapılmalı. Bu genel olarak solcuyum, ilericiyim diyen herkesin görevi. Bunu garanti altına almak, kuvvetlendirmek için de sermaye karşıtlığının, sosyalist bir perspektifin yerleştiği alanı genişletmesi gerekiyor. Bu da sosyalistlerin, komünistlerin görevi. Bunların hiçbiri birbirinin karşısına konmamalı.

Hareketin "özgürlükçü" karakteri burada nereye oturuyor?

Haziran Direnişi özgürlükçü karakterini dinselleştirmeye karşı isyanla açığa vurdu. Bunu şimdi liberal bir söylemin içinde yok etmek istiyorlar. Bu saatten sonra çok zor. Özgürlükçülüğü aydınlanmacılığın karşısına koyamayacakları gibi, piyasaya da teslim edemezler. Burada "aydınlanmacılığı" misafir olarak göstermek istiyorlar. Hodri meydan! Özgürlükçülük piyasadan da liberalizmden de kurtarılacaktır.

Kürt sorunu açısından Haziran Direnişi hangi noktada? Gezi-Lice bağlantısı yeterince güçlü kuruldu mu?

Haziran Direnişi, Kürt sorununu "Barış Süreci" düzleminde yakaladı. Şimdi daha rahat söylenebilir, yalnız Kürt halkı açısından değil, Kürt siyaseti açısından "Barış Süreci"ne ilişkin homojen bir algıdan söz etmek olanaksız. Haziran Direnişi farklılıkları daha fazla öne çıkardı. Burada iki mesele var. Bir tanesi, AKP'nin çözüm adına bir şey yapmadığına ilişkin yaygın bir kaygı var. Diğeri ise AKP'ye dönük daha genel bir tepki. İkisi bazen örtüşüyor, bazen ayrışıyor. Ancak Haziran Direnişi'nin bugünkü anlamıyla Barış Süreci'nde AKP'yi zorlamak, diyelim ki Kürt siyasetinin elini güçlendirmek için değerlendirilmeye çalışılması sonuç alıcı olmaz. Tersine geriye çekilmiş olan milliyetçiliği körükler. Öte yandan Haziran Direnişi'nde halkın enerjisini Kürt sorununun üzerini örtmek için değerlendirmek isteyenler de var. Bu da aynı kapı… Türkiye'de toplumu Türk ve Kürt referanslarıyla bir inatlaşmaya sokamamak için elde edilen olanak iyi değerlendirilmeli. Lice-Gezi söylemi bana göre fazlasıyla kolaycı… "Herkese devlet saldırıyor"un ötesine geçecek bir ortaklık kurulmalı. Aydınlanmacılık ve anti-emperyalizm o kadar uzak mı bizlere? Oturup bunu düşünmek ve yeni bir Türkiye'yi birlikte kurma iradesi geliştirmek gerek. Kürt düşmanlığı ve Kürt merkezli düşünme alışkanlığını aynı anda aşacak olan da bu. Yok, herkes kendine yontacaksa, halkların kardeşliği mide bulandırıcı bir slogana dönüşür kısa sürede. Türkiye'de hep beraber AKP atından, emperyalizmin ve sermayenin geliştireceği başka atlara binecektiysek, bu kadar gaz yemenin bir anlamı yoktu!

Geçtiğimiz günlerde Sarıgül'ün İstanbul adaylığının içe sindirilmemesi gerektiğini vurgulayan bir yazı yazdınız. Konuyla bağlantısı var mı?

Olmaz mı? Yazıda isim vermemiştim. Sarıgül ABD'den de, sermayeden de, cemaatten de geçer not alan bir aday. İstanbul'u alır mı alır! Peki İstanbul'u kaybeden AKP büyük yara alır mı, alır. Dengeleri değiştiren aktörün çizgisi, bundan sonraki siyaset tasarımını belirler. Şimdi birçok kişi, ne olursa olsun AKP'nin kalesine atılacak olan bu golü meşru görüyor. Bu golün asıl kimin kalesine gireceğini tahmin etmek o kadar zor mu?

Ancak halk bir seçenek arıyor. Yerel seçimlerde kazanacak bir aday cazip değil mi?

Çok basitleştireceğim… Diyelim ki siz bu düzende çıkarı olan, bu düzenin sürmesinde çıkarı olan birisiniz. Bu düzenin sürmesinde çıkarı olmayanları yönetmek, yönetmek için de hem sindirmek hem de ikna etmek durumundasınız. Birileri çıkıyor ve size "ben bu halkı hem uyutur hem de haklarını tamamen ellerinden almama karşın kuzu kuzu yönetirim" diyor. Bunu deniyorsunuz, ters tepiyor ve halk ayarsız diktatöre kafa tutuyor ve doğal olarak sizin düzeniniz açısından da tehlike beliriyor. B ya da C planını devreye sokmaz mısınız? Peki bu B planı halk açısından hem bu düzene boyun eğmek hem de bir vadede yeni bir pervasız saldırıya açık hale gelmek anlamına gelmez mi? Gelir. Bizim işimiz bu konuda uyarıcı olmak. Yoksa kimsenin AKP karşıtlığından şikayetçi değiliz.

Son olarak, Türkiye kapitalizmi yeni bir model denemeye ne kadar hazır?

Bir kere, henüz bir sürecin içindeyiz. AKP'nin esnek, kişiliksiz karakterini unutmayalım. Yeni hamlelerle, yeni ihtiyaçlara uyum sağlayabilirler. Kesin olan, Türkiye'nin normalleşmeyeceğidir. Herkes bir şey yapmak istiyor ama kolay değil. Ayrıca Türkiye ekonomisi, "liberal ve özgürlükçü" dinselleşme tonu biraz azalmış bir model için fazla kırılgan, bunu hangi kaynaklarla yapacaklar? Kürt sorununda nasıl devam edecekler? Sermaye sınıfı, onlarla beraber emperyalist güçler, diğer bölge güçleri açısından çok fazla soru işareti var. Bizim bu tabloda sadeleşmemiz gerek. Sosyalist seçenek, bu hengamede hem sıçratıcıdır hem de mükemmel bir koruyucudur. "Örgüte, partiye gerek yok" vaazlarına kulak tıkanmalıdır. Diktatöre meydan okuyan halkı siyasetten uzak tutamayacaklar.

(soL -Haber Merkezi)