AKP döneminde insan: bir “toplumsal mühendislik” öyküsü

Haziran’dan beri gencecik 7 insan ve en son 15 yaşındaki bir çocuk katledilirken sanal veya gerçek ortamda “annesi babası sahip çıksaydı” diyebilen bu geniş güruhu nasıl anlamalı? Metroda “Hırsız Var” diye bağıran gençlere “çalıyorsa benden çalıyor” diye çıkışan bir insan tipi bu ülkede nasıl yetişti?

Cenk Saraçoğlu
Haziran 2013’ten beri “kral çıplak” diye bağıran onlarca demeçle, belgeyle, ses kaydıyla ve hatta bizzat bakan itiraflarıyla karşılaştık. Bunlar sayesinde, başbakanın ve emrindeki parti kadrolarının memleketi ne tür yöntemlerle “idare” ettiklerine dair daha net bir tabloya sahip olduğumuzu söyleyebiliriz. Peki bütün bu tablo içerisinde AKP’yi inat ve coşkuyla savunmaya ve desteklemeye devam eden hatırı sayılır sayıda insanın “motivasyonu” hakkında ne söyleyebiliriz? AKP iktidarı döneminde yıldızı parlamış ve varoluşunu ona borçlu olan ve bu yüzden de borazanlık dışında alternatifi olmayan gazetecisini, akademisyenini patronunu kastetmiyorum. Onları anlamak için özel bir çaba ve zaman israf etmeye gerek yok. Benim asıl merak ettiğim bunca olan bitene rağmen halen AKP’yi aktif bir şekilde desteklemekte ısrar eden geniş toplumsal kesimlerin bu partiyle ve lideriyle ile kurdukları kopmak bilmeyen “gönül bağları”.

Her gün kayıt üstüne kayıt ile 12 senelik iktidarın akçeli işleri gözlerimizin içine içine sokulurken hiçbir şey olmamış gibi miting meydanlarında başbakanlarının ismini futbol fanatiği edasıyla ritimli bir şekilde bağıranlar bunu neden yapıyor? Haziran’dan beri gencecik 7 insan ve en son 15 yaşındaki bir çocuk katledilirken sanal veya gerçek ortamda “annesi babası sahip çıksaydı” diyebilen bu geniş güruhu nasıl anlamalı? Metroda “Hırsız Var” diye bağıran gençlere “çalıyorsa benden çalıyor” diye çıkışan bir insan tipi bu ülkede nasıl yetişti? Siyasetten her konu açıldığında ürkekçe de olsa “yedi düvele karşı direnen uzun adam Tayyip Erdoğan” hikayesini birbirine benzer şekillerde anlatan yüzlerce insan…Bunlar karşısında şok olmalı mıyız?

AKP Tabanı Cahil ve Apolitik mi?
Bana kalırsa bu kitlenin siyasal/sosyolojik analizine giden yolun ilk adımı bu konuda şimdiye kadar üretilen varsayımların pek çoğuna şüpheyle yaklaşmak ve yeni açıklamalar önermekten çekinmemek. Zira bana kalırsa parti-kitle ilişkisi açısından yeni kavram ve anlayışlarla anlaşılması gereken çok özel bir dönemden geçiyoruz.

Bir kere AKP kitlesinin “cahil” ve “bilgi yoksunu” olduğuna dair yaygın varsayımı bir kenara bırakmamız gerekiyor. Böyle bir iddianın olgusal olarak ne kadar geçerli olduğu, cahilliğin nasıl tanımlanması gerektiği gibi meseleleri geçiyorum. Bundan da önemlisi, bugün düzen çarkının nasıl döndüğünü anlamak için öyle çok zengin bir bilgi birikimine gerek olmaması. Aktörlerin kimler olduğunu ve aralarında neler konuştuklarını bilmek eğriyi doğruyu ayırt etmek için yeterli. Yani mesele bu kitlenin yeterince “aydınlanmamış” olması değil.

AKP’nin müstakbel seçmenini asgari geçimlerini mümkün kılacak “sosyal yardımları” örgütleyerek (çoğu insan bunu basitçe kömür-makarna yardımı şeklinde algılıyor) tavladığını söyleyen yaklaşımlar seçmen desteğini bir yere kadar açıklayabilir ama partiye ve liderine toz kondurmama, bu aşırı sempati durumunu açıklayamaz. Zaten bahsettiğimiz kitle içinde toplumsal alanda en yüksek sesle AKP savunuculuğu yapanların bahsettiğimiz yoksul kesimlerden oluştuğunu söylemek de pek mümkün değil. En azından benim rastladıklarım arasında bu savunuyu yapanlar genelde hali vakti yerinde olanlar. Yoksulların oy verse de bu işin “fanatizmini” yapacak durumda olmayacağını az çok sezebiliyorum. (Bu sezginin kaynağı olarak da Necmi Erdoğan’ın “Yoksulluk Halleri” kitabını gösterebilirim).

1980’li ve 1990’lı yıllarda bir o düzen partisinden bir diğerine savrulup durmuş kesimler için kullanılan “apolitiklik” sıfatının da AKP destekçiliğini açıklamak için geçerli olduğunu düşünmüyorum. Bana kalırsa AKP savunucusu seçmen en azından bugün “apolitik” değil tam tersine Haziran İsyanı’ndan ve özellikle Aralık sürecinden sonra AKP’yi savunmak ve desteklemek için bir insanın çok güçlü politik/ideolojik sebepleri olması gerekiyor.

AKP’li Olmak ve Karakter Aşılaması
Aslında son ifade ettiğim nokta meseleye nasıl yaklaşmamız gerektiğine dair bazı başlangıç önermelerinin önünü de açıyor. 2002 yılında iktidara geldiğinde AKP’nin destekçi tabanının geleneksel İslamcı taban dışında salt “istikrar” arayışı içindeki, politik ve ideolojik angajmandan yoksun merkez sağ seçmenden oluştuğu söylenebilirdi. (1980 ve 1990’lı yılların soldan kaçırıldığı varsayılan “apolitik” kesimleri). Pek çok insanın “Türkiye ortalaması”, “otantik değerlerin (ötekinin) temsilcisi”, “mazlum ve mağdur çoğunluk” veya “çevre” gibi tabirlerle statik kalıplar içerisine soktuğu bu kitle son 12 yıl içinde AKP’nin devlet erkine ve onun ideolojik araçlarına sahip olmaktan gelen maddi kaynakları sayesinde politik bir “karaktere” kavuştu. Yani öncesinde yüzer-gezer ne yapacağı belirsiz sağ seçmen kitlesinin hepsi olmasa da bir kısmı AKP’nin “karakter aşılamasına” maruz kaldı. Burada “karakter” derken bütünlüklü bir benlik algısından, kendini siyaset ve toplum içerisinde belirli bir konumda tanımlayabilme yetisinden bahsediyorum.
AKP kah kendisinden önceki dönemdeki siyasi partileri, kah CeHaPe’yi, bazen solu ve şimdilerde de Gezi’yi bir düşman olarak işaret etmek suretiyle önce bu yüzer gezer seçmene kendi kimliklerini inşa edebilecekleri bir karşıtlık zemini sundu. Sonra kendi ürettiği yeni bir resmi tarih kurgusu içerisinde bu kitleyi önce “mağdur” sonra da özne konumuna yerleştiren bir anlatıyı yaygınlaştırdı. Bu anlatıya göre, bugüne kadar “onlar” (Kemalist elitler boğazda sefa yapan enteller İstanbul burjuvazisi vs.) kendilerini inançlarından dolayı ezmişler devletin kaymağını tek başlarına yemişler, kendilerine zırnık koklatmamışlardı. Bugün ise artık önlenemez bir yükseliş içindeydiler “millet” artık devletine kavuşmuştu sıra onlardaydı ve her şeyin mubah olduğu bu yollarda beraber yürümeliydiler. Ve elbette bu yürüyüşte “onların” her komplosuna karşı hazırlıklı olmak, tetikte durmak gerekiyordu.

Mağdur-Özne ve “Uzun Adam”
Öncesinde İslamcı politizasyon süreci yaşayanların çok da yabancısı olmadığı iman pekiştirici bu mağdur-özne kurgusunun asıl işlevi önceki dönemlerde siyaseten belirgin bir pozisyon sahibi olmayan geniş kesimlere kimlik/karakter aşılamasıydı. Elbette bu karakter tam anlamıyla bir boşluktan türemedi. Erdoğan ve AKP, bu kimliği inşa ederken o zamana kadar politik bir alanın asli parçası haline gelmemiş olan alışkanlıklar, gündelik hayat ve özel alan dolayında kendisini gösteren ortalama muhafazakar değerleri siyasete çağırdı salt bunlara sahip olmayı siyasi bir “karakterin” değer taşıyan ve “fark yaratıcı” öğesi haline getirdi. (Aynı süreçte pek çok liberal bu değerlerin “yerliliğini”, tarihsel mağduriyetini ve güya ezilmişliğini vurgulayarak bu karakter aşılaması sürecine yardımcı oluyordu).

Recep Tayyip Erdoğan’ın kendi siyasal hayatındaki kısa süreli hapislik dönemini de çok iyi kullanarak bu “karakterin” en has ve kudretli temsilcisi olarak ortaya çıkması karşıtının kim olduğunu artık bilmekte olan bu kitleye, “özdeşinin” de kim olduğunu işaret etti. Başbakanın şahsıyla bütünleşerek onun (ve böylelikle kendi) davasının bir neferi haline gelme hissiyatı, önceden “hiçbir siyasetçiye güvenmemek” üzerinden tarif edilen bir siyasal pozisyonun bıraktığı karakter boşluğunu kolaylıkla doldurdu.

Tüm bu ideolojik süreçlere AKP’nin bugün ince ince planlayarak örgütlediği rant dağıtım mekanizmalarını eklediğimizde tablo büyük ölçüde tamamlanıyor. AKP ile politik karakter kazanan kesimlerin önemli bir kısmı bu dönemde kazandıkları makam, mevki ve her türden/boyuttan maddi olanak sayesinde karakterlerini daha da sevdiler, pekiştirdiler. Üstelik bu “karakter” bu olanakların elde ediminde kullanılacak her türlü yöntemi meşrulaştıran bir temel üzerine bina ediliyordu: “Şimdiye kadar ‘onlar’ yemişlerdi şimdi ‘biz’ isteyince suç mu?”

Artık başlarında başbakanın olduğu büyük bir ailenin parçasıydılar “onlardan” koparılan her şey şu ya da bu şekilde “buraya” doğru aktarılıyordu. Bu yüzden pek çok insan için “bu kadarı da olmaz canım” infiali ile karşılanan her “tape”, bu kitlenin kendisini yerleştirdiği siyaset ve toplum kurgusunun içerisinde bir haklılığa sahip olabiliyor, inşa edilen bu “karakterin” duvarına çarpıp geri dönüyor (Sağlam İrade!).

Kullanışlı Yalanlar Siyaseti
Edindikleri bu mağdur-özne konumu üzerinden partiyle ve onun lideriyle özdeşlik ilişkisi kurduklarında, yani her ne olursa olsun kendi bütünlüklerini korumaya yazgılı büyük bir “ailenin” parçası haline geldiklerinde iktidar partisinin bu kitleyi “tavlamaya” yönelik özel ve incelikli vaatler ve projeler ortaya koyması gerekmiyor. Bu durumda siyaset bahsettiğimiz karakterin varoluş zeminini teşkil eden karşıtlığın yeniden üretilmesinden ve “ailenin, özel mülkiyetin ve devletin” ilelebet süreceğine dair güven verici bir güç gösterisinin sergilenmesinden ibaret oluyor. Meydanlarda vaatler ve hizmetler sıralanıyor elbette ama bunların amacı çeperde veya dışarıda olan kitleleri içeriye çekme amacını değil, cümle aleme ne kadar güçlü ve birlik içinde (bir olacağız iri olacağız diri olacağız!) olduklarını duyuran inanç tazelemeye yönelik heybetli bir ayine dönüşüyor.

Ve yalanlar… “Camide içki içtiler”den, Kabataş’a, faiz lobisine ve çılgın projelere kadar uzanan bir dizi yanlış bilginin salt kitleleri kandırmak için üretildiğini söylemek AKP destekçisi toplumsal kesimlere sahip olmadıkları bir “saflığı” yüklemek olur. Zira gerçek olmadığı alenen ortaya çıkmış bu iddialar AKP ile özdeşleşmiş olanları kendi “karakterlerini” sorgulanır hale getirecek yalın “gerçeklik” karşısında güçlü tutmak için dolaşıma sokuluyor. Yalanlar gerçekliği suratlarına çarpanlar karşısında tek biçimli ve böylelikle de etkin bir savunma hattı yaratabilmeleri için sürekli tekrarlanıyor. Birer parti bülteni haline gelmiş televizyon kanallarını, gazeteleri ve başbakanın mitinglerini gerçeği öğrenmek için değil kullanışlı yalanlar bulabilmek için izliyorlar.

“Toplum Mühendisliği” Arayanlara…
“Toplum mühendisliği” liberallerin her türlü toplumsal dönüşüm projesini “tepeden inmeci” bir mantığın uzantısı sayarak birbirine eşitlemekte kullandığı bir kavramdı. Ülkedeki solcular da devrimci ve radikal bir toplumsal projeyi savunmalarından ötürü olumsuz imalara sahip bu kavramın temsilcisi olmakla suçlandılar yıllarca. Onlara göre sol/sosyalist yaklaşımların önerdiği toplumsal dönüşüm bu topraklarda geleneksel “mütedeyyin” sağ seçmen tarafından temsil edilen yerli otantik değerlere yabancıydı bunlarla doku uyuşmazlığı yaşıyordu. AKP döneminin başarısının arkasında ise bu değerlere uyumlu, onları gözeten ve tanıyan bir siyaset tarzının yattığı varsayılıyordu. Bugün ortaya çıkan bu yeni insan tipinden de anlıyoruz ki bu uydurma analizlerin kutsadığı ve “mazlumlaştırdığı” o otantik değerler üzerine, son 12 senede, Türkiye’nin en sistemli “toplum mühendisliği” projelerinden birisi hayata geçirilmiş.

Tüm bunlar, Türkiye’yi bu içinde bulunduğu karabasandan kurtarmak isteyenlerin böyle bir kitlenin varlığında ne yapmaması/yapması gerektiğine dair de bazı ipuçları veriyor. Yapılması gereken şeylerden birisi AKP tabanındaki emekçi ağırlığını (sanki AKP karşıtlığı sadece beyaz Türklere mahsus bir şeymiş gibi) romantize etmekten ve bu kitlenin sol değerlerle veya sınıf siyasetiyle tanıştığında pozisyon değiştirme potansiyeline sahip olduğunu varsaymaktan vazgeçmek. Siyaset mücadeledeki öncelikler hiyerarşisini doğru tayin etme sanatıdır bir yönüyle. Sol siyasetin benliğini AKP ve onun bütün icraatları ile eşitleyen bu kitleye nüfuz etmesiyle kendisine alan açabileceği düşüncesi özellikle bugün AKP ile ve hatta bir bütün olarak düzen siyasetinin kendisiyle köprüleri atmış olan örgütsüz milyonların varlığında tam bir fantezidir zaman israfıdır. AKP tabanı yarın bir gün sınıf siyasetinin çekim alanına girecekse bu, onların sıkı sıkıya bağlandıkları bahsettiğimiz politik karakterin asıl tedarikçisi siyasi iktidarın devreden çıkarılmasıyla mümkün olabilir. AKP’nin son 12 yılda yarattığı en derin tahribat toplumun çok geniş bir kesimini herhangi bir eşitlikçi ve özgürlükçü dönüşümün öznesi olamayacakları bir kılığa sokması mevcut durum devam ettiği sürece bu 12 yılın bütün yükünü ve tahribatını yeniden üretmeye yazgılı bir yığına dönüştürmesidir. Neyse ki bunların dışında “sen Türkiye değilsin!” diyen milyonlar var ve geleceğe onlar damga vuracak.