Bruno ve boyun eğmeme

Kurtuluş Ovalı

Blog: Serbest Kürsü

‘’Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedef olarak yaşadım."

Bu sözler 417 yıl önce bugün yani 17 Şubat 1600 tarihinde Roma’da düşüncelerinden ötürü yakılarak öldürülen Giordano Bruno’ya aittir. Kendisinin bilimsel düşünceleri yüzünden öldürülen ilk insan olduğu birçok yazıda belirtilmektedir. 1548 yılında İtalya’da soylu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Bruno dini eğitim alıp papaz olması için ailesi tarafından kiliseye gönderilir. 1572 yılında papazlığa atanmasına rağmen okuduğu kitaplar ve de kendi ürettiği tezler ile kiliseyi karşısına alır. Çünkü savunduğu ve de ilkeleri ile tartıştığı Kopernik sistemi aslen kilise ve Hıristiyanlık açısından heretik kuramlar (hristiyanlıkta dinden saptığı gerekçesi ile kilise otoritelerince reddedilmiş dini öğretiler) olarak kabul edilmektedir.

Kopernik’in 1543 yılında yayınladığı sisteme göre gökyüzünde bulunan kürelerin veya dairelerin tek bir merkezi yoktur ve de Dünya'nın merkezi evrenin merkezi değildir. Dünya sadece yerçekiminin ve ayın merkezidir. Bu yüzden Kopernik’e göre Dünya güneşin çevresinde ve ayrıca kendi ekseni etrafında dönmektedir. Güneş dâhil, öteki gök cisimlerinin dünyanın çevresinde dönüyor gibi görünmeleri dünyanın kendi ekseni etrafında dönüşünden kaynaklanan bir duyu yanılsamasıdır. Bu düşüncelere açık olan Bruno Kopernik’in görüşüne sahip çıkar, hatta evrenin güneş sistemi ile sınırlanmadığını sonsuz ve sınırsız olduğunu savunur. O dönemde uzaydan dünyaya bakamayan biri bile olsa, keza ilk teleskop 1608 yılında bulunmuştur, Bruno yaşadığımız yerin bir merkez olmadığını, herşeyin buradan başlamadığını tam aksine bizlerin bu başlangıca ve sonsuzluğa doğru kayıp biçimde sürüklendiğimizi söylüyordur. Bunu savunmak o yüzyıl için dünyanın merkez olmasının ve onu yaratan Tanrı’nın yadsınması olarak kabul görmektedir. Çünkü Katolik inancı kendisini herşeyin merkezi sanarak kendi kutsallığını ilan etmiştir. Eğer merkez dünya değil ise kendileri ve de Katolik Kilise’si de kutsal değildir. Ayrıca sonsuzluğun sadece tanrıya mahsus olduğuna inanan kilise evrenin sonsuz olduğunu söyleyen Bruno’yu ve söylediklerini reddeder. Giordano Bruno tarafından yazılan ‘’Küllerin Şöleni’’ isimli kitabı Türkçe’ye çeviren Hüsen Portakal kitabın ön sözünde bu duruma şöyle değinmiştir:

‘’Eğer evrenin merkezi dünya değilse, evren Yer-Gök diye ikiye ayrılmıyorsa, o zaman dünyanın insan için yaratılmış olduğu inancı, havada kalır, inanç çöker. İşte Kilise'nin korkusu buradadır: Evrenin var olmasında bir erek, yoksa yaratılış inancı yalnızca bir mitoloji olur. ‘Başlangıçta Tanrı gökleri ve yeri yarattı.’ İşte Tevrat bu sözlerle başlar. Ona göre evren sadece Yer-Gök diye ikiye ayrılır.’’

Bruno bu ‘’sapkın düşünceler’’ ve de Teslis denilen İsa'nın aynı zamanda Tanrı olduğunu benimseyen Üçlü Birlik inancını kabul etmediğini belirttiğinden sayısız kere engizisyon mahkemesine şikayet edilir. Engizisyonun hışmından kurtulmak isteyen Bruno önce Roma’ya sonrada Kuzey İtalya’ya kaçar. Dinsizlik ile suçlandığı için hiçbir yerde kalıcı olarak yaşayamayaz ve Roma, Cenevre, Toulouse, Paris, Londra, Frankfurt gibi Avrupa kentlerini dolaşmak zorunda kalır. Çeşitli kürsülerde dersler ve konferanslar vermesine rağmen geleneksel astronomiyi (Aristoteles sistemi) reddetmesi nedeni ile akademik olarak ilerleyemez. Sorbonne Üniversitesi'nde yaptığı konuşmanın halen geçerliliğini koruması neden akademik olarak ilerleyemediğini gösterir niteliktedir;

"Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Tanrı'yı kullanırlar."

Hem akademik ilerlemesinin istediği şekilde olamaması hem de ülkesini özlediği için 1591’de Venedikli aristokrat Mocenigo’nun çağrısı üzerine İtalya’ya geri döner. Devamını Celal Üster’den dinleyelim;

‘’Kimileri ölümsüzlük peşindedir, kimileri de ölümsüz bir bellek. 16. yüzyıl sonlarında, Venedik’in genç soylularından Giovanni Mocenigo, her şeyi anımsamasını sağlayacak çok güçlü bir belleğe sahip olmak için yanıp tutuşmaktadır. Anımsama sanatı konusundaki ününü duyduğu Giordano Bruno’yu Venedik’teki malikânesine çağırır ve kendisine “bellek dersleri” vermesini ister. Ama ölümsüz bir bellek de ölümsüzlük kadar tehlikelidir o dönemde. Aslında, Bruno’nun anımsama yetileri, anımsatıcı ipuçlarını, belleği güçlü kılmaya yarayan çağrışımları kullanmayı gerektiren bir yönteme dayanmaktadır, ama bunu “büyü” olarak görenlerin sayısı da az değildir. Bruno’nun yazgısını belirleyen de, bilimle büyü arasındaki bu “kılcal ayrım” olur. Zengin aristokrat, yüksek bir ücret ödediği anımsama sanatı derslerinde düşkırıklığına uğrayınca, Bruno’yu “heretik kuramları” yüzünden Venedik Engizisyonu’na şikâyet eder.’’

Kimilerine göre “bellek dersleri”nden umduğunu bulamadığı için, kimilerine göre Bruno’nun yeni bir çalışmasını yayımlatmak üzere Frankfurt’a geri dönmek istemesine gücendiği için, her şeyin magazinsel yanını mutlaka bulanlara göre ise karısı ile ilişki yaşadığı için Mocenigo onu Venedik Engizisyonu’na şikâyet edince, Bruno’nun özgürlüğü Mayıs 1592’de sona erer. Engizisyon’un elinde 8 yıl boyunca tutsak edilen Bruno yargılanmasında ilahiyatla ilgilenmediğini, kuramlarının felsefî nitelikte olduğunu savunur. Ancak bu savunma kabul görmez ve sözlerini resmen geri alması, sonsuz evren görüşünün din sapkınlığı olduğunu kabul etmesi ve söylediklerini yadsıması istenir. Geri alınacak hiçbir sözü olmadığını, hatta hangi sözünü geri almasını istediklerini de bilmediğini söyler. İşte bu noktada, devreye Papa VIII. Clemens girer ve pişmanlık duymayan inatçı bir sapkın olduğu gerekçesiyle Bruno’nun mahkûm edilmesini emreder. 8 Şubat 1600’deki mahkeme de geçen konuşmaları Ahmet Mümtaz İdil’in kalemi şöyle aktarıyor;

‘’Engizisyon hakimi: Savunduğun tüm düşüncelerini geri alman halinde seni bağışlarız.

Giardano Bruno: Sizden korkmuyorum. Hiçbir düşüncemi de geri almıyorum.

Hakim: İnatlaşman halinde seni ölüme mahkum etmek zorundayız. Yüce Tanrıdan ve onun temsilcisi İsa’dan affını dile.

Giardano Bruno: Neden? Evrenin sonsuz olduğunu söylediğim için mi af dileyeceğim? Eğer evren sonsuz değilse, neyin içindedir bunu düşündünüz mü hiç? Nereye bir sınır koyarsak koyalım, onun arkasında yine uzay denen bir şey var, bu mudur anlamakta zorlandığınız? Sizin Tanrı dediğiniz, ancak bu sonsuzluk içinde kendine bir yer bulur. Tanrı, kendini ancak sonsuz olan bir evren içinde gerçekleştirebilir. Bu evren içinde sonsuz sayıda dünyalar vardır ve her dünya kendi etrafında ve kendine yakın güneşi etrafında döner. Neden bunu kabul etmiyorsunuz da, hala dünyanın düz ve evrenin Tanrının iki kulacı arasında görüyorsunuz?

Hakim: Hala günah işlediğinizin farkında mısınız?

Giardano Bruno: Ben günah falan işlemiyorum. Size doğruyu söylüyorum, ama anlamak istemiyorsunuz. Uzay dediğimiz bu dev boşluk hareketsizdir, çünkü kendi dışında hareket edebileceği bir mekan yoktur. Bu yüzden de yer değiştiremez. Bütün hareketleri görelidir. Ne merkezi vardır, ne aşağısı ne de yukarısı. Bütün bunlar gözleyenin duruş ve bakış noktasına göre değişir. Bu nedenle uzayda herhangi bir nokta aynı zamanda merkezdir. Kabul edin ya da etmeyin, bu aynen anlattığım gibidir.

Hakim: Tanrının sonsuz bir güç olduğunu, her şeye hakim olduğunu ve onun tanımlanamayacağını itiraf etmeniz halinde cezanızı hücre hapsine çevireceğim. Yani yaşamaya devam edeceksiniz. Yakılarak öldürülmek bir insan için acıların en büyüğüdür. Bir kez daha düşünün ve nedamet getirin.

Giardano Bruno: Tanrıdan söz edecek son kişiler sizlersiniz. Tanrı evrenin kendisidir. Sonsuzluktur. Her yerdedir. Sizler de birer Tanrı parçasısınız. Evrenin özü duran, hareketsiz, donmuş bir şey değildir ve sürekli yaratıcı halindedir. Yaratmanın amacı, uzayın kendisinden başka bir şey değildir. Bu halde sonsuz uzay Tanrının kendisidir. Evrende bulunan tüm cisimler Tanrının bir parçasıdır ve Tanrı bunların birleşmesinden oluşur. Yani Tanrı sizin kavrayamayacağınız kadar büyük ve sonsuzdur. Her şey ve hiçbir şeydir.

Hakim: Bu durumda sizi yakılarak ölüme mahkum ediyorum.

Giardano Bruno: Beni ölüme mahkum ederken siz benden daha çok korkuyorsunuz!!!’’

Bruno çoğu yazar tarafından çağının Sokrates’i olarak kabul edilir. Söylemleri kadar üzerlerine atılan suçlar bile neredeyse aynıdır. Bruno’dan 2000 bin yıl önce Sokrates’de dinsizlikle, gençlerin ahlakını bozmakla suçlanmış ve öldürülmesine karar verilmiştir. Ancak Sokrates'in yanıtı da Bruno’nun yanıtına benzerdir;

”... sizin istediğiniz gibi konuşup yaşamaktansa, kendim gibi konuşup ölmeyi yeğlerim."

17 Şubat 1600 günü, Bruno’yu Roma’nın Campo dei Fiori (Çiçek Tarlası) meydanına katır sırtında getirirler. Sanmayın yorulmasın diye böyle getirdiklerini. Yıllarca zindan hücrelerinde kalan mahkûmlar yürüyemez duruma geldiği içindir bu. Rivayete göre yakılacağı yere çıkarıldığında yüzüne bir haç yaklaştırırlar, ama Bruno öfkeyle başını çevirir. Konuşmaması için, kimilerine göre ağzını meşin bir tıkaçla kapatmışlardır, kimilerine göre de diline demir bir çivi saplamışlardır. Bedeni yakıldıktan sonra, külleri Tiber ırmağına dökülür. Bu ırmağın seçilmesi bile bence manidardır. Çünkü Tiber'de yüzmek terimi (swimming the Tiber) Protestan'lar tarafından Roma Katolikliği'ni kabul edenler için kullanılan bir terimdir. Yaşadığı süre boyunca Katolik Kilise’yi karşısına alan birinin küllerinin Tiber ırmağına atılması kiliseye karşı olanlara verilmeye çalışılan bir ders gibidir.

Giordano Bruno’nun diri diri yakılarak öldürüldüğü yer olan Campo dei Fiori meydanına 1887 yılında yüksek bir kaidenin üstünde Bruno’yu keşiş giysileri içinde, elinde bir kitapla betimleyen bir heykeli konulur. Heykelin kaidesindeki levhada şunlar yazılıdır: “Ateşe verildiği bu yerde, öngördüğü kuşaklardan Bruno’ya...” 

Düşüncelerinden ötürü 417 yıl önce yakılarak öldürülen Giordano Bruno’dan bugüne çok bir şeyin değişmediğini görmekteyiz. Yargılamanın ve infazın gerçekleştirildiği yerlerin adı değişse de halen ‘’karanlıkta’’ saf tutanlar aydınlığa ve özgürlüğe karşı saldırmaya devam ediyorlar. Peki söyler misiniz lütfen kim daha çok korkuyor; düşüncelerinden ötürü cezalandırılanlar mı yoksa onları cezalandırdığını zanneden güçler mi?

Her türlüyü baskıya ve zulme rağmen düşüncelerinden vazgeçmeyen ve boyun eğmeyen tüm Giordano Bruno’lara saygıyla.