Rüzgar Çetin ve diğerleri: Alçaklığın Tarihi

Hakan Erol

Blog: Serbest Kürsü

‘’Rüzgar Çetin’in ehliyetinin ömür boyu elinden alınması gerekir. Kamu vicdanı için en azından bu yaptırım şarttır. Trafikten men edilmelidir.’’

Şirin Payzin’in 6 Ekim’li tivitiydi bu. Yazım yanlışları kendisine ait olmakla birlikte bizi ilgilendirmeyen bir durum. Bizim için aslolan ne anlatmak istediği… Bu yazıyı Şirin Payzin’in üzerine kurmayacağız elbette; ancak bu yazının başlangıcı onunla olmalıydı, en azından bunu hak ediyor…

Yapımcı Sinan Çetin’in oğlu olan Rüzgar Çetin, alkollü araç kullanarak ve aşırı hız yaparak bir insanın ölümüne, bir başkasının da yaralanmasına neden oldu. Olayı herkes biliyor aslında. Sağır sultan bile duydu denir ya hani, öyle de oldu… Ancak topluma yansıması aynı derecede şiddetli olmadı. Mesela konuya az buçuk yakın olan herkesin ağzında tek bir söz var: ‘’Batsın böyle adalet!’’ Evet böyle adalet batmalı, yanmalı, hatta yıkılmalı! Buraya kadar tamam, ama ya sonrası?

Sonrasını getiremeyenlerin Şirin Hanımın tivitine tav olacağını düşünmek zor olmasa gerek. Ne yani lüks bir arabaya binmesini yasaklayıp, özel yatına binmesine mi göz yumalım? Asfalttan kazıdığımız zaman mı kamu vicdanını rahatlatmış olacağız? Bir olay bu kadar yüzeysel açıklanabilir mi? Hani bu işin sınıfsal bağlantıları? Nerede patron sınıfının o kirli yüzü? Bu ülkede bir dilim baklava çaldığı için küçücük bir bedenin elleri kelepçeli mahkemeye çıkarılışını ve hapis cezasına çarptırılışını ne çabuk unuttuk? Paran yoksa hapis, paran varsa her türlü şey sana mübah mı oluyor? Valla oluyor, kapitalizmde tam da böyle durum!

Rüzgar Çetin’in, hapisten çıkışında babasına sarılıp verdiği poz ise ‘’babam sağolsun!’’ görüntüsüydü. Bir insan karşısındaki birine sarılıyorsa bu samimiyetin ve sıcaklığın göstergesidir. Bu kişi bir yakının, baban, oluyorsa da tablo acınaklı ve dokunaklı olur, görenleri adeta büyüler. Ancak Rüzgar’ın, babasına sarılarak verdiği poz bir o kadar iğreti durdu. O fotoğrafta masumluk, samimiyet ve insani ilişkilerin zerresi yoktu çünkü! Zenginlerin düzeninde yaşıyoruz. İnsan öldürenler, parayı bastırıp kurtulabiliyor, böyle alçaklaşmanın tarihini yaşıyoruz…

Soma’da 301 işçiyi katledenler şu an ne yapıyor? Yargılanmıyorlar bile… Ailelere sus payı verildi, yeri geldi tehdit edildiler. Fakirin ve hele ki örgütsüzse, mücadele verme direnci düşüyor. Ya paraya, ya korkuya boyun eğmek zorunda kalıyor. Dönemin Başbakanlık Müşaviri Yusuf Yerkel’in madenciye attığı tekmeyi hepimiz biliyoruz. O tekme sonrası madenci Erdal Kocabıyık’a, Erdoğan’ın aracına tekme savurduğu için 500 TL para cezası kesildi. Yusuf Yerkel ise ‘’ayağım incindi’’ diye rapor aldı. Alçaklığın tarihini çoğaltıyoruz…

2013 yılında Edirne’ye gelen Erdoğan Bayraktar’a kanser tedavisi için ilaçlarının eksik olduğunu söyleyen Dilek Özçelik, Bayraktar’dan eline para tutuşturulma karşılığını gördü. Sağlık sisteminin piyasaya teslim edilişi, parası olanın yaşadığı, özel tedavi aldığı bir sisteme ‘sağlıkta devrim yaptık’ diye açıklama getiren gerici kafalardan, bu hareketi doğal karşılayabiliriz! Herkesin ve her şeyin bir fiyatı vardır sözüyle hareket eden Bayraktar, Dilek’in ‘’ben dilenci değilim!’’ diyerek parayı iade etmesinden sonra bile hiç şaşırmıyor, yüzü kızarmıyor ya da utanmıyor. Parababalarında ve gericilerde bu saydığımız en temel insani özellikler bulunmuyor çünkü…

İdris Naim Şahin’i hepimiz tanırız. Şu an pek ortalıkta gözükmesede onu bir zamanlar yakından takip ederdik. İtici hareketleri, koltuğuna yapışması, kendisini dışında herkesi hor görüp, mevki olarak kendisinden yukarıda olan herkese ise biat eden bir kişilik olmasından ötürü unutmayız onu. Bu saydığımız bujuva sınıfının genel geçer özelliği aslında… Mustafa Boğaçayır adlı vatandaşın ‘’Sayın bakanım, senin geldiğine çok sevindim’’ sözüne inanmayan ya da biraz eğlenmek, gülmek isteyen bu zat ‘’inanmam, hadi bi takla at, oyna göreyim’’ diye bir cümle kurup, bu süreci normalleştirebiliyor. İnsanlık onuru diye bir şey vardır bu hayatta. İnsan, aklıyla, onuruyla, gururuyla yaşar. Kardeşlik, dayanışma ve paylaşma en temel özellikleridir. İdris Naim gibiler ise insanlığın ve tüm bu değerlerin kati surette düşmanıdır. Bu yüzden görülecek bir hesabımız var, olmalı da… Alçaklıkla boğuşuyoruz…

2013 yılında Bursa’da okul harçlığını çıkarmak için inşaatlarda çalışan 21 yaşındaki üniversite öğrencisinin inşaattan düşerek hayatını kaybetmesinin sebebi Sinan Çetin gibi bir babaya sahip olamayışı mıdır? O halde kötü bir haberimiz var. Sinan Çetin gibiler, her yerde olduğu gibi, bu memlekette de bir avuçlar. Azınlık olan onlar, çoğunluk olan biziz, yani halk… Ağaoğulları, Çetinler, Koçlar ve diğerleri, bu ülkenin kaymağını götüren asalak sınıfın mensuplarıdır. Düzen onların düzeni. Tek düşündükleri kar hırsı, daha fazla sömürme ve ceplerini doldurma peşinde koşmanın hırçın telaşı…

Dershane borcunu ödeyemediği için annesinin  hapse girmesini kabullenemeyen gencin intiharı, Toki taksidini ödeyemediği için kapı önüne konan yurttaşın kalp krizi geçirerek hayatını kaybetmesi… Bu düzende, böyle hayatların son bulması hiç de az değil! Tüm bu alçaklığın sorumlusu ise gerici, piyasacı, iğrenç para düzenidir! Bu düzenle bir derdimiz olmalı! Sıradan bir vaka diye geçiştirilemeyecek kadar değerlidir bu insanlar…

Tüm bunların yaşandığı bir ülkede hala birileri kalkıp ’ama sosyalizm gerçekçi değil’ bıdı bıdısı yapıyor… İnsanın insanı sömürdüğü, Ağaoğlu ve Çetin gibilere her şeyin mübah olduğu, işçi sınıfına, emekçilere ve halka ölümü reva görenlere karşı sosyalizm gerçekçi olmayacak da, ne olacak? Gerçekçi olmayan ve insanla hiçbir bağı bulunmayan bir şey varsa o da kapitalizmin kendisidir!

Bu tablo ne Rüzgar Çetin’le başladı, ne de onunla son bulacak! Kapitalizm hüküm sürdüğü müddetçe paranın saltanatı sürecek. Biz işte bunu; paranın saltanatını yıkacağımızı söylüyoruz. Bizim düzenimizde paradan beslenenler olmayacak. Paranın, insani değerleri yok etmesine izin vermeyeceğiz. Şirin Payzin gibi içi boş vicdan muhasebesine ise gerek bile kalmayacak…