Bilim yazıları yazdıkça kaçınılmaz olarak din sorununa da değinmek zorunda kalıyorsunuz. Aslında konu basit: bilim, din ile arasına ne kadar mesafe koyarsa o denli başarılı olur. Başka bir deyişle din bilimin zıddıdır; bilim araştırır din kabul eder, bilimde her şey sorgulanabilir, dinde tabular vardır...
Ama ne yazık ki işler bu basitlikte çözülemiyor, özellikle de Türkiye gibi egemen gücün (sadece hükümet kastetmiyorum) dinci ideolojiyi benimsediği ülkelerde. Gün geçmiyor ki bilim dışı bir uygulama, bir yetkili demeciyle karşılaşmayalım. Kaldı ki bunlar sadece medyaya yansıyanlar, çocuk tacizlerinde olduğu gibi kim bilir daha neler oluyor?
Tam da bu noktada akla diğer dinlerde durumun nasıl olduğu geliyor; onların da bilimle ciddi çelişkileri var mı? Bilimin zıddı olma durumu onlar için de söz konusu mu? Öyleyse önce tek tanrılı dinlerden ve özellikle Hristiyanlıktan başlayalım:
“Çok şeyi merak ediyor ve düşünüyorsunuz. Oysa düşünülmesi gereken tek şey tanrının saltanatının nasıl aranacağıdır; diğer şeyler size fazlasıyla verilecek”. İsa’nın bu sözlerinin benzerlerini diğer dinlerde de bulmak olası. Din bilim ikileminde bu söylem ancak ölçek sorunuyla önemli hale gelebilmektedir. Şöyle ki; eğer Hristiyanlık sadece dar bir çerçevede kalsaydı, başka bir deyişle Museviliğin bir tarikatı olarak varlığını sürdürseydi, böyle bir bakış açısı dinle aralarında ciddi bir sorun oluşturmayacaktı. Ama ne zamanki Hristiyanlık dünya iktidarına oynamaya başladı, aynı bakış açısı bu kez bilimle çatışmaya başladı.
Örnek mi? İskenderiye’de yüzbinlerle ifade edilen bilim kitabının piskopos Teofilus tarafından yaktırılması. Ya da, kütüphanenin yakılmasından 25 yıl sonra ilk kadın matematikçi olarak kabul edilen Hypatia’nın yine piskopos (Kyril) tarafından kışkırtılanlarca linç edilmesi.
Sonraki yüzyıllarda da bu çatışma sürdü. Örneğin Giordano Bruno. Aristocu kapalı evren görüşünden uzaklaşıp, Kopernik'in tezini savunan, evrenin sonsuz olduğunu ve evrende dünyadan başka birçok gezegenin bulunduğunu söyleyen bilim insanı. Aykırı görüşler beslediği için 1600 yılında Roma Katolik Kilisesi'nin Engizisyon mahkemesinde yargılanıp sapkın ilan edildi ve Roma'da diri diri yakılarak idam edildi. Şöyle diyordu: "Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedef olarak yaşadım".
Ya da bilimin babası olarak anılan Galilei Galileo. "İki Ana Dünya Sistemi Üzerine Diyalog"daki görüşlerinin Papa 8. Urban'a ve Cizvitler'e bir saldırı olduğu düşünülmüş, engizisyon tarafından yargılanıp hem yazdıklarından caymaya zorlanmış hem de hayatının geri kalanını ev hapsinde geçirmeye mahkûm edilmişti.
Örnekler çoğaltılabilir ve abartısız söylüyorum ciltler dolusu kitap yazılabilir. Ama önemli olan çatışmanın hangi tarihsel ve toplumsal döneme denk geldiğidir. Kesin olan her dinin, özünde bilim karşıtı olduğudur. Toplumsal ilerlemeye denk geldiğinde sadece işe yarar kısımları anımsanır. İslamiyet veya Hristiyanlığın “altın çağları” böyle değerlendirilmelidir.