Bir süredir “İslami bilim” kavramı tartışma ortamına sokulmak isteniyor; bunu sadece Türkiye için değil, dünya için kastediyorum. Gerçekten de, 1970’li yılların sonlarından beri konuyla ilgili çok sayıda kitap yayınlandı ve yayınlamaya da devam ediliyor.
Konuyu tartışmaya başlamadan önce bazı sınırlamalar gerekiyor. Öncelikle, burada söylenenin İslam’ın bilime katkısı veya İslam ülkelerinde bilim, tarzında olmadığını belirtmeliyim. Eğer kavram bir coğrafyayı veya popülasyonu ifade etseydi sorun yoktu ve bilim tarihi içinde düşünülebilirdi ama öyle değil. Burada söylenen bilimin İslamileştirilmesi. İsmail Faruki’nin açıkça belirttiği gibi, “Beşeri, sosyal ve tabii bilimler yeniden tasarlanıp, İslam’a uygun yeni gayelere yöneltilerek, yeni baştan inşa edilmelidir. Disipline ait ders kitapları, konuların hakikatin İslami ifadesinin ayrılmaz bir parçası olduğunu belirtecek şekilde yeniden yazılmalıdır.”
Bilim ve dinin birbirinin zıddı olduğuna bu sütunlarda daha önce değinmiştim. Gerçekten de, öylesine birbirinin tersidir ki, bilim geliştikçe din küçülür; açıklanamayan şeylere din dendiği için. O zaman, biraz daha genişletip genel olarak bir ideolojinin bilimle ilişkisine bakacak olursak, ideolojinin bilimi değil, ama bilim politikasını belirleyebildiğini görürüz. Laboratuvara girerken ideoloji dışarda kalır, artık bilimin evrensel ilkeleri geçerlidir. Bilim politikası da, bilimin evrensel ilkelerinden ve dünya biliminin vardığı noktadan bağımsız olamaz. Daha önce tersi bir girişim, Nazi bilimi yaratma gayreti olarak ortaya çıkmıştı. Nobel ödüllü Nazi fizikçisi dört ciltlik “Alman Fiziği” isimli bir kitap yazmış ve Alman fiziğinin nasıl olması gerektiğini açıklamaya çalışmıştı. Ona göre bilimin evrensel olduğu görüşü bir Yahudi kandırmacasıydı.
İslam bilimi kavramı da tam olarak bu Nazi bilimi kavramını çağrıştırmaktadır. Her ne kadar bunun tersini savunanlar olsa da, yukarıda Faruki’den yaptığım alıntı aslında her şeyi açıklıyor ama başkaları da var. Örneğin, Seyyid Hüseyin Nasr, “birbirinden bağımsız boy veren bilim dallarına İslamiyet hoşgörü ile bakamaz” veya “İslam’daki yöntem hiyerarşisine göre ilk sırada vahy, sonra akıl yürütme gelmektedir. Deney bunlarda sonra yer alır” demektedir. Ziyaüddin Serdar ise, “Fizik, kimya, biyoloji ve zooloji üzerine her ders kitabının tüm bölümleri Kur’an’dan uygun bir ayeti esas almalıdır… Modern zamanlara kadar açıklanamamış çok sayıda gerçek, Kur’an da belirtilmiştir”. Hatta Kur’an’ın bilimsel bir ders kitabı olarak okutulması önerilmiştir.
Bu konuda yazılmış kitaplara bakıldığında ciddi bir entelektüel bir tartışma yapılıyormuş gibi dursa da, temeldeki yanlışın (bilgi kaynaklarından en önemlisi vahy’dir) kabulünün üstüne söylenecek sözlerin gerçekte bir anlamı yoktur; yanlışın üzerine doğru inşa edilemez, belki lafebeliği yapılabilir ama o kadar.
Sanırım temel soru şu olmalı: Neden böyle bir kavrama, bilimi deforme etmeye gerek duyuyorlar? Yine kendi ifadelerine bakacak olursak, “Müslümanların dünya sisteminde politik bir güç olarak ortaya çıkışlarını pekiştirecek bir vasıta, İslam’ın dünyada yeniden egemen kılınması amacına hizmet edecek bir araç olarak ortaya atılmış….Terim temelde bir iktidar güç ilişkisini ifade etmektedir” (M. Armağan). Yani, amacın bilimsel ilerleme, bilime katkı olmadığı, politik güç elde etme mücadelesi olduğunu açıkça söylüyorlar ki bence de doğru. Ama üzerinde durulması gereken bir diğer nokta da neden bu tartışmaları 1970’li yılların sonuna doğru başladığı olmalı. Acaba, tam da o tarihlere denk gelen küreselleşme çabasında kullanılıyor olmasınlar?